Finlandiyalı usta yönetmen Aki Kaurismaki’nin yazıp yönettiği ‘Sararmış Yapraklar’ (Kuolleet lehdet), Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandı; FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) tarafından da yılın en iyi filmi seçildi.

Endüstrinin ‘art house’ diye etiketlediği filmlerin, anaakıma göre daha sofistike, karmaşık ve zor olduğunu düşünenlere elbette itiraz edemem. Ama ‘Sararmış Yapraklar’ın sadeliğinin yanında eminim birçok anaakım filmi çok zor ve dolambaçlı kalır.

Sadece anlatımdaki değil; hayata bakış açısındaki sadelikten söz ediyorum. ‘Sararmış Yapraklar’ın iki ana karakteri mutlu olmak için çok fazla şeye ihtiyaç duymuyor. Tüketim toplumunun doyumsuz bireylerine hiç benzemiyorlar. Yemek, barınak gibi temel gereksinimleri dışında arkadaşlık, sevgi, dayanışma, paylaşım arıyor; mutluluklarını, hüzünlerini, duygularını şarkılarla yaşıyorlar. Ama günümüzün dünyasında yaşayan emekçiler için tüm bu isteklere ulaşmak pek kolay değil.

Kaurismaki, dramatik fazlalıklardan arındırılan, sadece öze odaklanan düz ve yalın öyküler üzerinden ilerleyerek zor durumlara düşen karakterlerinin mutluluk arayışlarını anlatır filmlerinde. ‘Sararmış Yapraklar’da da durum çok farklı değil.

Kaurismaki’nin ‘Proleterya Serisi’ olarak adlandırılan ‘Cennetteki Gölgeler’ (Varjoja paratiisissa - 1986), ‘Ariel’ (1988) ve ‘Kibritçi Kız’ (Tulitikkutehtaan tyttö - 1990) filmleriyle aynı çizgide duruyor ‘Sararmış Yapraklar’. Bu kez Helsinki’de yaşayan iki emekçinin talihsizliklerle ilerleyen aşk hikâyesini seyrediyoruz. İlk tanıdığımızda Ansa (Alma Pöysti) süpermarkette, Holappa (Jussi Vatanen) inşaatta çalışıyor. Maddi açıdan ikisi de çok az şeye sahip. Holappa şantiyedeki yatakhanede kalırken; Ansa’nın en azından başını sokacak küçük bir evi var. İlk olarak karaoke barda görüp süzüyorlar birbirlerini ama girişken, konuşkan insanlar olmadıkları için tanışamıyorlar. Sonra araya çeşitli talihsizlikler giriyor. Holappa’nın alkol sorununun aralarındaki potansiyel engellerden biri olacağını en baştan seziyoruz.

‘Sararmış Yapraklar’ sabrın, beklemenin, hatta çile çekmenin öne çıktığı bir aşk öyküsü. O yüzden, bazı açılardan Helsinki’de geçen bir Doğu masalı gibi… Öte yandan, kesinlikle Doğu kaderciliğini yansıtan bir aşk öyküsü seyretmiyoruz. Özellikle, Ansa’nın ‘kırmızı çizgisi’ni unutmamak gerek. Yemek öncesi, markette alışveriş ederken verdiği kararın bazı sonuçları olacağının farkında; çünkü aşk uğruna insanın önce kendi içindeki sorunlardan kurtulması gerektiğine inanıyor. Filmin akışı içinde, mizah duygusunun da etkisiyle Kaurismaki’nin psikolojik derinliğe ulaşmak gibi bir hedefi olmadığını öne sürenler çıkabilir. Ama Ansa’nın ilişkiye ve aşka yaklaşımı, Holappa’nın kendi içinde verdiği mücadele, ‘Sararmış Yapraklar’ı incelikli bir ‘orta yaş aşk öyküsü’ne çeviriyor.

Kaurismaki, film boyunca onların iki emekçi olduğunu bize hiç unutturmuyor. İkisi de ağır işler yapan ve çok fazla para kazanmayan insanlar. Özellikle, Ansa’nın süper market deneyiminde, neo - liberal mantığın emekçiye nasıl baktığını ve ‘esnek çalışma sözleşmesi’nin sonuçlarını görüyoruz. Ayrıca, Ansa’nın hayat pahalılığına karşı direnebilmek için zor koşullarda sigortasız çalışmak zorunda kaldığına tanık oluyoruz.

Her ikisinin de çalışma hayatlarına baktığımızda, emekçiler arasındaki dayanışma içimizi aydınlatıyor. Süpermarketteki sahnede üç kadın arkadaşın ortaya koyduğu dayanışma duygusu, dünyaya olan inancımızı tazeliyor. Öte yandan, fırsatçı, kuralcı ve hoşgörüsüz insanlar da var elbette.

Ansa ve Holappa, bilgisayarları olmayan; henüz ‘akıllı telefon’a dahi geçmeyen insanlar. Ama bu eksiklikler, onların ruhlarını yoksullaştırmıyor. Tam aksine, okudukları kitaplar, çizgi romanlar, seyrettikleri filmler, dinledikleri şarkılarla ruhları hep zengin kalan insanlar. Ayrıca, filmdeki karakterlerin televizyon seyretmediğini; 1950’lerden, 1960’lardan kalma eski usul radyolar dinlediklerini unutmamak gerek. Bu arada, filmin hangi yılda geçtiğine çok takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Kaurismaki’nin belki de asıl vurgulamak istediği, mutlu olmak için ileri teknolojiye ihtiyacımızın olmaması... Yeri gelmişken, Kaurismaki’nin ısrarla dijitale geçmeyen bir sinemacı olduğunu, sadece eski usul 35mm pelikül filmle çalıştığını hatırlatalım.

Öteden beri, emekçinin, sömürülenin yanında duran bir sinema yapar Kaurismaki; dolaylı olarak politiktir filmleri. Film boyunca radyodan Ukrayna savaşının vahşeti üzerine duyduğumuz haberlere de buradan bakmamız gerek. Ansa, radyoyu açtığında haberleri dinliyor; gerçeklere kulaklarını kapatmıyor ama bir noktadan sonra huzur bulmak için şarkılara sığınıyor.

Müzik ve müzisyenler, Kaurismaki’nin filmlerinde her zaman ayrı bir önem taşır. ‘Sararmış Yapraklar’daki şarkıların sayısı, galiba önceki filmlerine oranla daha fazla. Barlardaki karaoke performanslarının yanı sıra bazen karakterlerle birlikte bazen direkt ses bandından birçok şarkı dinliyoruz. Şarkıların filmin anlam dünyasına önemli katkıları var. Karakterlerin iç dünyasını yansıtıyor ve birçok sahnede filmi adeta ayrı bir aleme taşıyorlar. Filmi Türkiye’de dijital olarak gösterime giren MUBI, şarkı sözlerinin çevirisine de yer veriyor. Çünkü filmdeki bazı şarkılar, karakterlerin ruh halleri, çelişkileri ve düşüncelerinin altyazıları gibi sanki… Sözgelimi, barda performanslarını izlediğimiz Maustetytöt grubunun şarkısındaki ‘Senden hoşlanıyorum, kendime tahammül edemiyorum’ sözleri, Holappa’nın aklından geçenlerin özetinden başka bir şey değil aslında.

Filmin görüntüleri, yalnızlık, aşk ve hüzün duygularını ne kadar iyi anlatıyorsa, diyalogları da o denli rafine bir mizahı yansıtıyor. Çağdaş sinemada adı ‘deadpan’ usulü komediyle anılan yönetmenlerden biri Kaurismaki. Deadpan, ‘oyuncuların ciddi ifadeyle söyledikleri repliklerin seyircileri güldürmesi’ olarak basitleştirilebilir -ki filmde bunun gerçekten çok örneği var. Daha geniş anlamda, tezatlardan beslenen, serin kanlı bir durum komedisi olarak bakmak mümkün. ‘Sararmış Yapraklar’ tanımlamaya çalıştığım bu mizahın şahane bir örneği. Kaba komediden ve güldürme çabasından arındırılmış zekâ dolu bir ironi, tüm filme hükmediyor.

Sözünü ettiğim ironi, filmdeki sinema göndermelerinde de kendini gösteriyor. Holappa’nın çıktıkları ilk akşam Ansa’yı Jim Jarmusch’un ‘Ölüler Ölmez’ (The Dead Don’t Die) filmine götürmesi mesela… Çıkışta sinemanın önündeki iki seyircinin yaptığı kısa yorumların, daha doğrusu Jarmusch’un zombi komedisinin onlara hatırlattığı iki klasiğin beni çok güldürdüğünü söylemeliyim. Kaurismaki’nin başta eleştirmenler olmak üzere seyircilerin ‘alakasız’ gibi görünen filmler arasında kurduğu bağlara ve Robert Bresson ile Jean-Luc Godard’a selam gönderdiği kesin.

Bu arada, kapısı caddeye açılan sinemanın Ansa ve Holappa’nın aşk öyküsünün en önemli mekânı olması tesadüf değil. Sinemanın dışında asılı film afişleri de dikkat çekici. Tıpkı finalde Charlie Chaplin’e gönderilen selam gibi...

Filmde alıştığımız tarzda bir oyunculuk yok. Kaurismaki, oyuncunun ‘rol yapması’nı seven bir yönetmen değil. Oyunculuk tekniğiyle ulaşılan doğallığın değil; ölçülü ifadelerin kullanıldığı bir yalınlığın peşinde. Çekimlerde çok tekrar yapmayı sevmediğini; ‘Sararmış Yapraklar’ın setinde de sorun çıkmadığı sürece genellikle tek çekimle yetindiğini biliyoruz. Başrollerdeki Alma Pöysti ve Jussi Vatanen başta olmak üzere tüm kadronun ‘deadpan’ mizahın gerektirdiği oyunculuğu iyi uyguladığını belirtelim.

Kaurismaki’nin filmlerini kendi adıma hayatın özüne, anlamına ulaşma çabası olarak görürüm genelde. ‘Sararmış Yapraklar’ da bunun en iyi örneklerinden biri. Üstelik, 81 dakika. Bu devirde, bu uzunlukta film bulmak çok kolay değil artık. (MUBI)

8/10

QOSHE - İki emekçinin aşk hikâyesi - Mehmet Açar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İki emekçinin aşk hikâyesi

46 0
25.01.2024

Finlandiyalı usta yönetmen Aki Kaurismaki’nin yazıp yönettiği ‘Sararmış Yapraklar’ (Kuolleet lehdet), Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandı; FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) tarafından da yılın en iyi filmi seçildi.

Endüstrinin ‘art house’ diye etiketlediği filmlerin, anaakıma göre daha sofistike, karmaşık ve zor olduğunu düşünenlere elbette itiraz edemem. Ama ‘Sararmış Yapraklar’ın sadeliğinin yanında eminim birçok anaakım filmi çok zor ve dolambaçlı kalır.

Sadece anlatımdaki değil; hayata bakış açısındaki sadelikten söz ediyorum. ‘Sararmış Yapraklar’ın iki ana karakteri mutlu olmak için çok fazla şeye ihtiyaç duymuyor. Tüketim toplumunun doyumsuz bireylerine hiç benzemiyorlar. Yemek, barınak gibi temel gereksinimleri dışında arkadaşlık, sevgi, dayanışma, paylaşım arıyor; mutluluklarını, hüzünlerini, duygularını şarkılarla yaşıyorlar. Ama günümüzün dünyasında yaşayan emekçiler için tüm bu isteklere ulaşmak pek kolay değil.

Kaurismaki, dramatik fazlalıklardan arındırılan, sadece öze odaklanan düz ve yalın öyküler üzerinden ilerleyerek zor durumlara düşen karakterlerinin mutluluk arayışlarını anlatır filmlerinde. ‘Sararmış Yapraklar’da da durum çok farklı değil.

Kaurismaki’nin ‘Proleterya Serisi’ olarak adlandırılan ‘Cennetteki Gölgeler’ (Varjoja paratiisissa - 1986), ‘Ariel’ (1988) ve ‘Kibritçi Kız’ (Tulitikkutehtaan tyttö - 1990) filmleriyle aynı çizgide duruyor ‘Sararmış Yapraklar’. Bu kez Helsinki’de yaşayan iki emekçinin talihsizliklerle ilerleyen aşk hikâyesini seyrediyoruz. İlk tanıdığımızda Ansa (Alma Pöysti) süpermarkette, Holappa (Jussi Vatanen) inşaatta çalışıyor. Maddi açıdan ikisi de çok az şeye sahip. Holappa şantiyedeki yatakhanede kalırken; Ansa’nın en azından başını sokacak küçük bir evi var. İlk olarak karaoke barda görüp süzüyorlar birbirlerini ama girişken, konuşkan insanlar olmadıkları için tanışamıyorlar. Sonra araya çeşitli talihsizlikler giriyor. Holappa’nın alkol sorununun aralarındaki potansiyel engellerden biri olacağını en baştan seziyoruz.

‘Sararmış Yapraklar’ sabrın, beklemenin, hatta çile çekmenin öne çıktığı bir aşk öyküsü. O yüzden, bazı açılardan Helsinki’de geçen bir Doğu masalı gibi… Öte yandan, kesinlikle Doğu kaderciliğini yansıtan bir aşk öyküsü seyretmiyoruz. Özellikle, Ansa’nın ‘kırmızı çizgisi’ni unutmamak gerek. Yemek öncesi, markette alışveriş ederken verdiği kararın bazı sonuçları olacağının farkında; çünkü aşk uğruna insanın önce kendi içindeki sorunlardan kurtulması gerektiğine inanıyor. Filmin akışı içinde,........

© Habertürk


Get it on Google Play