KAHRAMANMARAŞ merkezli depremin üzerinden iki gün sonra bir yıl geçecek...

“Deprem değil, ihmal öldürür” cümlesi her deprem sonrası zihnimde defalarca tekrar edilir.

Şöyle bir geriye dönüp baktım, bir asır içinde Türkiye 18 büyük depremle karşılaşmış.

Bunların ağırlıklı bölümü yıkıcı boyuttaki de 6,5-7 üzerindeki şiddette…

Yüz yıl önce 13 Eylül 1924’te Horasan’da karşılaşılan depremin şiddeti 6,8 olarak ölçülmüş, sadece 60 kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuş.

Ardından gelen 7 Mayıs 1930’daki Hakkari depremi 7,2 şiddetinde gerçekleşmiş ve 514 can almış...

Bunları 1939 Erzincan depremi 7,9 şiddetinde olmuş, 33 bin kişi yaşamını yitirirken, 100 binden fazla insan da yaralanmış.

Ardı sıra gerçekleşen, 1942 Erbaa, 1943 Hendek ve Tosya-Ladik, 1944 Gerede, 1966 Varto, 1970 Gediz, 1975 Lice, 1976 Çaldıran, 1999 Gölcük ve Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van, 2020 Elazığ Sivrice ve İzmir Seferihisar ve 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde kaybedilen canların sayıları da hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Türkiye’de yüz yıl içinde gerçekleşen yıkıcı depremlerin şiddetleri de birbirlerine çok yakın...

ÜÇ GÜNDE BİR YIKICI DEPREM YAŞANIYOR…

Ancak uzmanların aylardır ekranlarda aktardıkları anımsanırsa, ortaya çıkan her bir birimlik artış, 30 kat enerji artışına denk düşüyor.

Örneğin 6 şiddetindeki deprem ile 5 şiddetindeki depremin arasındaki fark 30 kat enerjiye eş değer…

Bunu 7 şiddetindeki bir deprem ile 5 şiddetindeki deprem karşılaştırmasına vurulduğunda, ortaya çıkan şiddet çok daha büyük; 30 çarpı 30; yani 900 kat daha fazla enerji demek.

Enerjinin ne olduğunu anlamak için eşleştirilecek en iyi örnek de 2. Dünya savaşı; 8,6 şiddetindeki bir deprem bu savaşta kullanılan atom bombalarının 10 bin katına denk düşüyor.

Türkiye’de 100 yıl içinde gerçekleşen 6 ve üstünde 18 deprem dünyada olanlarla kıyaslandığında aslında çok da fazla sayılmaz…

İstatistiklere göre her yıl büyüklüğü 6 ve üzerinde olan 150 deprem gerçekleşiyor…

Bu da demektir ki her üç günde bir yıkıcı etkisi yüksek depremle karşılaşılıyor.

Büyüklüğü 7 ve üzerinde olan deprem sayısı ise 20 civarında…

Bu da demektir ki, her üç haftada bir yıkıcı gücü oldukça yüksek deprem gerçekleşiyor.

Peki, bu denli çok deprem olmasına karşın, bizde olduğu gibi yıkım ve kayıplar bu denli yüksek olmuyor.

JAPONYA DA AYNI ŞİDDETİ YAŞADI

Bunu anlamak için Dünya’daki büyük depremlerin %80’inin yaşandığı “Ateş Çemberi” diye de adlandırılan Pasifik Deprem Kuşağında bulunan Japonya’ya bakmak yeterli.

Son olarak 1 Ocak 2024 günü, Kahramanmaraş’a eş değer nitelikte 7,6 şiddetinde Noto Yarımadası depremini yaşadı.

Bu denli şiddetine rağmen sadece kasaba ve köylerdeki evlerde yıkım oldu, yaşamını kaybedenlerin sayısı da 238 olurken, 1286 kişi yaralandı; 19 kişi için de kayıp kaydı düşüldü.

Bölgede yaşayan 19 bin kişi tahliye edilirken, 55 bin 500 hanede sadece su kesintisi yaşandı…

Bütün bunları yazmamın nedeni Japonya’nın Türkiye ile benzer süreçleri geçirmiş olmasına karşın, depreme karşı tedbirini alan toplum haline dönüşmesi…

Bu aşamada dikkatimi çeken önemli bir nokta daha vardı.

Deprem sonrası ulaşılma sorunu yaşanan tek yer yoktu…

Yardımlar aynı gün içinde depremzedelere ulaştırılmakla kalmadı, 19 bin kişinin barınma ve gıda sorunu da bir günde çözüldü…

O günlerde akşamları NHK televizyonundan yardımların gidişini ve veriliş yöntemlerini izledim…

Japonlardan öğreneceğimiz çok şey var…

Başında da her deprem sonrası karşımıza çıkan ve ölümlerin de en önemli nedeni haline dönüşen lojistik geliyor…

Depremin ertesi gününden başlamak üzere dört ay boyunca Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya ve Hatay bölgelerinde karşılaştığım görüntüler de bunun en iyi kanıtı.

BİR SAATLİK YOLU BEŞ SAATTE GİTTİK

Depremin ertesi gün indiğimiz Gaziantep havaalanından Kahramanmaraş’a ulaşmamız tam 5 saatimizi aldı…

Çünkü bir anda yollanan yardımlar nedeniyle TIR, kamyon ve küçük ticari araçlar yolları tıkamış, kente ulaşmak olanaksız hale gelmişti.

Araçlarda yüklü bulunan gıda maddelerinin büyük bölümü de ulaşamadığı için bayatladı veya bozuldu; atıldı…

Binlerce su şişesi yol kenarlarına atılmış halde ihtiyaç duyanlara ulaşmayı bekledi.

Hatay’daki depremin çok daha yıkıcı olduğunu da o gün gelen telefonlardan tesadüf eseri öğrendik.

Ertesi gün Hatay’a 7 saati aşkın sürede ulaşabildik…

Neden de Belen sırtında yıkılan binaların yolu kapatması, TIR ve kamyonların burada tıkanıp kalmasıydı…

Ara sokaklardan yol bulup geçtik, ancak aşağı doğru inen virajlardaki durum da sırtı tırmanırken karşılaştığımızdan farklı olmadı.

Kente vardığımızda insanlar açlık ve susuzluklarını çoktan unutmuş, biran önce bir dozer, vinç veya kepçeye ulaşmak için çırpınıyordu…

Yol boyu kamyonlarda ise ağırlıklı olarak su ve gıda malzemesi vardı.

Hatay’da çok kişi bir kepçele zamanında ulaşamadığı için enkaz altında yaşamını yitirdi, gelen su ve gıda ise bir kenara atılmakla kaldı…

AFET LOJİSTİĞİNİ BİLMEK

Türkiye 1999 depremi sonrasında fark ettiği en büyük eksikliği olan “afet lojistiğini” bilmenin veya kağıt üzerinde örgütlenmenin de işe yaramadığını o gün öğrendi…

Çünkü Türkiye AFAD’ı oluşturarak afet lojistiğinin en önemli örgütlenmesini yapmıştı, ancak atlanılan veya fark edilmeyen eksiklik onun verimli ve etkin şekilde nasıl sürdürüleceğiydi.

Bunun için oluşturulan sistemin başında bulunan kişilerin hepsi de yerelden seçilmişti.

Onlar da ya enkaz altında kalmıştı veya bir binanın altında kalmış yakınını çıkarmakla uğraşıyordu.

Lojistiği yürütebilmek için gerekli koordinasyon ve işbirliğinden de eser yoktu, her kepçe, traktör, dozer veya vinç gücü yetenin elinde kalıyordu.

Gönderilen yardımların öncelikli ihtiyaç olmaması, insanların yardım olarak eski elbiselerini göndermeye kalkması da insanların vicdanlarında binalardan daha ağır yıkımlara yol açtı…

O gün bir genç kızın görevli olarak başında bulunduğu bir TIR içinden çıkan elbiselere bakıp “bunları mı reva gördünüz; yardımınız batsın” çığlıkları arasında ağlaması, uzun süre gözümün önünden gitmedi…

Türkiye lojistiği kurdu; yardımları anında başlattı, ama onun ulaşmasını iyi yönetemediği için elinde var olanın altında kaldı.

OLDUKTAN SONRA NE YAPACAK?

Deprem ile ilgili toplantılar ve konuşmalara, televizyon programlarına bakıyorum.

İstisnasız herkes depremin nasıl yıktığını veya yıkacağını anlatıyor.

En yıkıcı şiddet 7 ve üzerinde olanıyla neredeyse üç haftada bir karşılaştığımız depremler sonrası afet lojistiğinin nasıl yönetilmesi gerektiği üzerinde konuşana da rastlamadım…

Depremi hissettiğimizde nasıl ve nereye saklanmamız gerektiği konusunda da okullarda verilen eğitimlerle karşılaştım.

Ancak bugüne kadar bir afet sonrası nasıl davranılması gerektiği konusunda bir tek eğitime de rastlamadım…

Bu eğitimin ne denli etkili olduğunu anlamak için Japonya yine en iyi örneği sundu.

Havaalanına iniş anında önüne çıkan uçağa çarpan yolcu uçağının içinden insanların ortalığı telaşa vermeden nasıl indiğini ve bir kişinin dahi yanan uçağın içinden burnu kanamadan nasıl tahliye olduğunu ekranlarda günlerce izledik…

Peki, insanların bunu başarması için nasıl bir eğitim aldığıyla ilgilenen kaç kişi vardı?

QOSHE - Afetin tökezleri… - Muharrem Sarıkaya
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Afetin tökezleri…

24 0
04.02.2024

KAHRAMANMARAŞ merkezli depremin üzerinden iki gün sonra bir yıl geçecek...

“Deprem değil, ihmal öldürür” cümlesi her deprem sonrası zihnimde defalarca tekrar edilir.

Şöyle bir geriye dönüp baktım, bir asır içinde Türkiye 18 büyük depremle karşılaşmış.

Bunların ağırlıklı bölümü yıkıcı boyuttaki de 6,5-7 üzerindeki şiddette…

Yüz yıl önce 13 Eylül 1924’te Horasan’da karşılaşılan depremin şiddeti 6,8 olarak ölçülmüş, sadece 60 kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuş.

Ardından gelen 7 Mayıs 1930’daki Hakkari depremi 7,2 şiddetinde gerçekleşmiş ve 514 can almış...

Bunları 1939 Erzincan depremi 7,9 şiddetinde olmuş, 33 bin kişi yaşamını yitirirken, 100 binden fazla insan da yaralanmış.

Ardı sıra gerçekleşen, 1942 Erbaa, 1943 Hendek ve Tosya-Ladik, 1944 Gerede, 1966 Varto, 1970 Gediz, 1975 Lice, 1976 Çaldıran, 1999 Gölcük ve Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van, 2020 Elazığ Sivrice ve İzmir Seferihisar ve 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde kaybedilen canların sayıları da hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Türkiye’de yüz yıl içinde gerçekleşen yıkıcı depremlerin şiddetleri de birbirlerine çok yakın...

ÜÇ GÜNDE BİR YIKICI DEPREM YAŞANIYOR…

Ancak uzmanların aylardır ekranlarda aktardıkları anımsanırsa, ortaya çıkan her bir birimlik artış, 30 kat enerji artışına denk düşüyor.

Örneğin 6 şiddetindeki deprem ile 5 şiddetindeki depremin arasındaki fark 30 kat enerjiye eş değer…

Bunu 7 şiddetindeki bir deprem ile 5 şiddetindeki deprem karşılaştırmasına vurulduğunda, ortaya çıkan şiddet çok daha büyük; 30 çarpı 30; yani 900 kat daha fazla enerji demek.

Enerjinin ne olduğunu anlamak için eşleştirilecek en iyi örnek de 2. Dünya savaşı; 8,6 şiddetindeki bir deprem bu savaşta kullanılan atom bombalarının 10 bin katına denk düşüyor.

Türkiye’de 100 yıl içinde gerçekleşen 6 ve üstünde 18 deprem dünyada olanlarla kıyaslandığında aslında çok da fazla sayılmaz…

İstatistiklere göre her yıl büyüklüğü 6 ve üzerinde olan 150 deprem gerçekleşiyor…

Bu da demektir ki her üç günde bir yıkıcı etkisi yüksek depremle karşılaşılıyor.

Büyüklüğü 7 ve üzerinde olan deprem sayısı ise 20 civarında…

Bu da demektir ki, her üç haftada bir yıkıcı gücü oldukça yüksek deprem gerçekleşiyor.

Peki, bu denli çok deprem olmasına karşın, bizde olduğu gibi yıkım ve kayıplar bu denli yüksek olmuyor.

JAPONYA DA AYNI ŞİDDETİ YAŞADI

Bunu anlamak için Dünya’daki büyük depremlerin........

© Habertürk


Get it on Google Play