Video kaset kiralanan yıllarda “erotik gerilim” diye bir kategori vardı. Gerilim bu alt türünün “psikolojik gerilim”den farkı, herhalde, içinde bol bol çıplaklık olmasıydı. Kadınla erkeğin arasındaki gerilim hemen her zaman erotik olduğu için baştaki kelime aslında fazlalık bile olabilir. Ama o yıllarda erotik gerilim özelikle kadın bedeninin cömertçe sergilendiği, hatta sömürüldüğü, içinde bol bol seks sahneleri olan filmleri tanımlamak için kullanılırdı. Düpedüz seks filmi değil, konusu var ama konulu porno da değil. En iyi örnekleri bugün izlendiğinde biraz komik biraz da seksist gelen “9 ½ Hafta” veya “Basic Instinct” olmalı. Gerçi bugün bu filmler neden izlensin, hemen hepsi zamana yenildi. Ama yerine de yenileri gelmedi, “erotik gerilim” adeta VHS kasetler gibi bir döneme hapsoldu sanki. Amazon’un Prime Video platformunda gösterilen “Saltburn” tek başına erotik gerilim türünü diriltebilir mi? Böyle bir niyeti olmadığına eminim. “Erotik gerilim” bile denmeyebilir son bu çarpıcı filmine. Ama içinde bol bol çıplaklık var ve son derece cüretkar seks sahneleri barındırıyor. Demek ki erotik. Ayrıca cinayet işleniyor, kan dökülüyor. Bu açıdan da gerilim. Hatta son yılların en erotik ve gerilimli filmi bile olabilir, çünkü en büyük özelliği cinsel bir takıntıymış gibi içine çekip bir sınıf savaşının ortasında silkeleyip bırakması.

EŞİTSİZLİK HER YERDE

“Saltburn” bütün erotik gerilimler gibi bir bedenin bir başka bedeni arzulamasıyla başlıyor. Elde ederse ne yapacağı belli; en azından tek amacın bu olduğunu varsayıyoruz. Bu sefer merkezde bir kadınla bir erkek yok, Oxford’lu iki genç erkek var.

Daha açılış sahnesinden hikayenin iki erkek arasında sonu belli ki trajediyle biten bir aşk masalı olduğunu düşünmek mümkün. Film kasten izleyiciyi buraya yönlendiriyor. Kalıplaşmış güzellik standartlarına uymayan, daha görüntüsünden dışlanmış biri olduğu anlaşılan Barry Keoghan’ın canlandırdığı Oliver karakteri boyu, saç kesimi ve duruşuyla her devrin esas erkek prototipine uygun Felix’i (Jacob Elordi) fena halde arzuluyor.

Elordi esas oğlanı oynamak için doğmuş, belli. “Saltburn”de de “Euphoria”daki karakterinden farklı değil. Zengin, yakışıklı, ayrıcalıklı, herkesin peşinde koştuğu erkek o. Tarık Akan’ın Ferit’i gibi, o kadar sevimli ve uzun boylu. Sinemada ve televizyonda onlarcasına yıllar içinde rastladığımız, genellikle tek boyutlu, dış görünüşü hikayeye—veya insanlığa—yeteri kadar hizmet eden bir erkek o. Özel olarak bir yeteneği olması gerekmiyor, sadece var olması yetiyor. Zaten asıl fonksiyonu kendisine baktırması ve herkesi peşinden koşturması. Kadın erkek, demeden.

“Saltburn” daha ilk dakikadan iki erkek arasındaki gerilimi bu tutku üzerine kuruyor ve giderek aradaki homoerotik tansiyonun dozunu artırıyor. Ancak hayatta ve perdede hep yüceltilmeye alışılmış esas erkek burada birden sıradanlaşıyor, ne kadar sıkıcı ve gereksiz olduğu kısa süre içinde kendini belli ediyor. Hatta o kadar yakışıklı bile görünmüyor bir süre sonra. Çünkü diğer taraf daha çirkin gözükse de çok daha karmaşık, fazla katmanlı ve aslında bir şekilde daha çekici.

Film iki erkek arasındaki fiziksel eşitsizliği ısrarla vurguluyor. Biri diğerinden çok daha kısa, kamera bu farkı gidermek için hiçbir çaba harcamıyor. Sosyal statüleri ayrı zaten, bir de üzerine bir de boy farkını gözümüzün içine sokuyor. Kısa olan her açıdan dezavantajlı dışarıdan bakıldığında.

Kıyafetler çıktığında bu dinamik de değişiyor. Herkesin toplu halde çırılçıplak güneşlendiği bir gün Oliver’ın sadece kıyafetlerini çıkardıktan sonra anlaşılabilecek fiziksel avantajı sayesinde bu sefer kadın erkek demeden o bir merak ve arzu nesnesine dönüşebiliyor. Biyolojik üstünlük, bütün diğer eksiklikleri bir anda perdeleyebiliyor. Ama bir süreliğine.

Ayrıcalıklı şato sakinlerini için Oliver’ın bu biyolojik üstünlüğü adeta bir sirk hayvanı kadar ilgi çekici. Herkes onu kullanıp eğlenmek istiyor, sonra da tüketmek. Oliver o üstünlüğü sayesinde kısa süreli bir avantaj elde ediyor, cinsel kazanımları ise adeta birer metafor: Birinin bedenine değil aksine ait olmadığı dünyaya giriş yapıyor.

ASIL GERİLİM SINIF

“Saltburn”ün asıl niyeti de bu, Oliver’ın derdinin aşk ya da tutku değil sınıf atlamak olduğunu vurgulamak. Ama bu an’a gelene kadar birkaç kere izleyiciyi farklı yerlere çekmek için önüne oyuncaklar atılıyor. Niyet bizi Oliver’ın Felix’a aşık olduğuna, onu elde etmeye kafayı taktığına, var olma motivasyonunun bu olduğuna ikna etmek.

Oliver’ın bir türlü elde edemediği Felix’i bir kadınla birlikte olurken pencerenin dışından izlemesi; Felix’in yıkanıp içine boşaldığı küvetin suyunu bir köpek gibi yalayarak içmesi; mezara tecavüz etmesi. İzleyicinin yer yer sabrını sınayan veya şoke eden bu anlar takıntılı bir aşığın avını elde etmek ve tatmin olmak için sınır tanımayacağını anlatmak için tasarlanmış gibi gözükebilir. Ama “Saltburn”ün dehası gerçek avı ve asıl tatminin cinsel olmadığını, cinselliğin bir araç olduğunu uzun süre saklayabilmesi. Sonradan o küvetin suyunda neyi yaladığını anlıyoruz: Zenginlerin kirli sularının tadı bile bir başka çünkü.

“Saltburn” özünde sınıf çatışması ve açlık üzerine bir film. Bazıları için sınıf atlamak hayattaki en büyük gerilimdir. Oliver için de özenilen ve ait olunamayan o dünya o kadar cazip ki, elde etmek için her yol mûbah. Asıl önceliği cinsel tatmin değil, sınıfsal kabul. Zaten kendine ait bir cinsel kimliği bile yok, cinsellik sadece asıl amaca ulaşmak için kullanacağı bir silah.

Filmin bu kadar çarpıcı olmasının bir nedeni bütün abartısına, şok etkisine, gerçeküstü görünmesine rağmen Oliver’ın hayattaki karşılığı olması. Bir dönem daha sık haber olan Türkiye’deki eşcinsel cinayetlerine bakıldığında faillerin arasında bir sürü Oliver yaşıyor. Çoğu onun kadar ilginç değil, ama çıkış noktaları benzer. Bebek’teki eşcinsel Nişantaşı’ndaki bir katil tarafından öldürülmüyor, Cihangir’e ta Bayrampaşa’dan geliyor ölüm.

*

Not: Yazılarımı aksattığımın farkındayım, bir açıklama borçlu olduğumun da. ABD’de feci bir grip ve RSV enfeksiyonu salgını var. Ben de bir türlü toparlanamayanlardanım. Noel’den önce hastalandım, tam geçti derken yılbaşı üzeri yeniden vurdu. Bütün belirtilere göre RSV geçiriyorum gibi; bir gün öksürük, bir gün ateş, bir gün burun akması geliyor ve bir türlü bitmiyor. Üç-dört hafta sürer deniyor; epey gün geçti, umarım bir an önce biter.

QOSHE - "Saltburn" hakkında konuşmamız lazım - Oray Eğin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

"Saltburn" hakkında konuşmamız lazım

76 1
08.01.2024

Video kaset kiralanan yıllarda “erotik gerilim” diye bir kategori vardı. Gerilim bu alt türünün “psikolojik gerilim”den farkı, herhalde, içinde bol bol çıplaklık olmasıydı. Kadınla erkeğin arasındaki gerilim hemen her zaman erotik olduğu için baştaki kelime aslında fazlalık bile olabilir. Ama o yıllarda erotik gerilim özelikle kadın bedeninin cömertçe sergilendiği, hatta sömürüldüğü, içinde bol bol seks sahneleri olan filmleri tanımlamak için kullanılırdı. Düpedüz seks filmi değil, konusu var ama konulu porno da değil. En iyi örnekleri bugün izlendiğinde biraz komik biraz da seksist gelen “9 ½ Hafta” veya “Basic Instinct” olmalı. Gerçi bugün bu filmler neden izlensin, hemen hepsi zamana yenildi. Ama yerine de yenileri gelmedi, “erotik gerilim” adeta VHS kasetler gibi bir döneme hapsoldu sanki. Amazon’un Prime Video platformunda gösterilen “Saltburn” tek başına erotik gerilim türünü diriltebilir mi? Böyle bir niyeti olmadığına eminim. “Erotik gerilim” bile denmeyebilir son bu çarpıcı filmine. Ama içinde bol bol çıplaklık var ve son derece cüretkar seks sahneleri barındırıyor. Demek ki erotik. Ayrıca cinayet işleniyor, kan dökülüyor. Bu açıdan da gerilim. Hatta son yılların en erotik ve gerilimli filmi bile olabilir, çünkü en büyük özelliği cinsel bir takıntıymış gibi içine çekip bir sınıf savaşının ortasında silkeleyip bırakması.

EŞİTSİZLİK HER YERDE

“Saltburn” bütün erotik gerilimler gibi bir bedenin bir başka bedeni arzulamasıyla başlıyor. Elde ederse ne yapacağı belli; en azından tek amacın bu olduğunu varsayıyoruz. Bu sefer merkezde bir kadınla bir erkek yok, Oxford’lu iki genç erkek var.

Daha açılış sahnesinden hikayenin iki erkek arasında sonu belli ki trajediyle biten bir aşk masalı olduğunu düşünmek mümkün. Film kasten izleyiciyi buraya yönlendiriyor. Kalıplaşmış güzellik standartlarına uymayan, daha görüntüsünden dışlanmış biri olduğu anlaşılan Barry Keoghan’ın canlandırdığı Oliver karakteri boyu, saç kesimi ve duruşuyla her devrin esas erkek prototipine uygun Felix’i (Jacob Elordi) fena halde arzuluyor.

Elordi esas oğlanı oynamak için doğmuş, belli. “Saltburn”de de........

© Habertürk


Get it on Google Play