Picasso’ya atfedilen bir söz var: “İyi sanatçılar çalar, kötü sanatçılar taklit eder.” Atatürk'e atfedilen "İstikbal göklerdedir,” cümlesini aslında Atatürk’ün söylemediği gibi bu sözü de Picasso’nun söylediği tartışmalı. Ama bir an için kimin söylediğinden bağımsız olarak içeriğini doğru kabul edelim. Bu durumda Mine Kırıkkanat ve Elif Şafak arasında sonuçlanan intihal davasından kimin iyi sanatçı olduğunu da çıkarabiliriz. Keşke hayat bu kadar kolay olsa.

Kırıkkanat önceki gün Elif Şafak’ı intihalden mahkûm ettirdi. Mahkeme, Şafak’ın 2002’de yayımlanan “Bit Palas” romanının Kırıkkanat’ın ta 1990’da o zamanlar kullandığı Mine G. Saulnier imzasıyla yazdığı “Sinek Sarayı” romanına benzediğine hükmetti. Kararın teknik ayrıntıları da var ama: mahkeme iki romanın birebir benzediğine kanaat getirmedi ama bazı anahtar kelimelerin benzediği belirtti. Apartman, bit-sinek, palas-saray…

Sadece çalarak iyi sanatçı olunmadığı gibi ne kadar çalındığı, neye çalıntı deneceği de önemli. Babam öldüğünde arkasından yazdığım yazının başlığını “Babamın bavulu” koymuştum. Orhan Pamuk’un çok bilinen Nobel konuşmasının başlığıydı ve tam da çok bilindiğini varsaydığım için başlığın kaynağını vermedim. Tıpkı herhangi birinin her “var olmanın dayanılmaz hafifliği” ifadesi kullandığında kendisini Milan Kundera’dan bahsetmek zorunda hissetmediği gibi. Bu intihal mi?

İDDİA SİCİLİ KABARIK

Kırıkkanat ve Şafak arasındaki davada taraflardan birinin sicili sonuca etki etmiş olabilir. Zira Elif Şafak’la ilgili ilk intihal ya da taklit vakası değil “Bit Palas.” Daha evvel yazdığı “İskender” romanının Zadie Smith’in “White Teeth”ine fazlaca benzediği konuşulmuştu: benzer temalı iki romanda da bodrum kat dairesinden bakan karakterlerin aklından geçenlerin anlatıldığı satırlar birbirine benziyor.

İddianın ilk sahibi Smith’in romanını Türkçeye çeviren Mefkure Bayatlı’ydı: “Bu kadarı tesadüf olamaz. Şafak, Zadie’nin kitabını şablon olarak örnek almış, aileyi Türk yaparak bir kitap yazmış. Konuyu basitleştirmiş. Özellikle pencere hikayesindeki benzerliği aklım almıyor. On tane öyle paralel hikaye yazılabilirdi ama pencere hikayesi paralel bile olmamış. Buna intihal denir. Uyarlama gibi bir şey olmuş. Esinlenmeyi aşmış.”

İddiaları reddeden Şafak o dönem bu gazetede Smith’in kendisine gönderdiği mektubu paylaştı. İddiaları gülünç bulduğunu söyleyen Smith’in tepkisi bir anlamda ironikti. Bir kere kitap henüz İngilizce yayımlanmamış, dahası Smith’in bizzat kendisi de geçmişte intihal iddialarına maruz kalmıştı. “White Teeth” kendisinin de kabul ettiği gibi doğrudan Martin Amis’in “London Fields”inden esinlenmiş, ama sonradan içinde 50’ye yakın noktada benzerlik tespit edilmişti. “On Beauty” ise birebir “Howards End”i andırıyordu, hatta ilk cümlesi sonradan değiştirildi. Smith’e göre bu roman bir “homage” (saygı duruşu) ve fazla esinlendiğiniz bir işe “homage” deyince “İyi sanatçılar çalar,” misali aftan faydalanıyorsunuz.

Şafak’ın “On Dakika Otuz Sekiz Saniye” romanının da Kahraman Çayırlı’nın “Hayat Kadınları Aldatmaz”ından fazlasıyla esinlendiği tartışıldı. Şafak’la ilgili intihal tartışmalarının ufak bir kısmına ben de tarafım: “İskender” romanın kapağının Glenn Gould belgeselinin DVD kapağından aşırıldığını ben yazmıştım. Şafak’ın “Şemspare” kitabındaki şemsiye fotoğrafları için de benzer yorumu yapanlar oldu. (Elif Şafak’ın kitap kapaklarını yapan reklamcı Uğurcan Atatoğlu; onun ortağı Serdar Erener. Serdar Erener’in eşi Nil Karaibrahimgil’in bir albüm kapağıysa birebir Yayoi Kusama’dan aşırma.)

APARTMAN, FİL, PENCERE

“Sinek Sarayı”nı okumadım. 20 sene önce ilk yayımlandığında “Bit Palas”a başlamıştım ama o kadar sıkıldım ki bırakmak zorunda kaldım. Türklerin bulgur yedikleri için kafalarının çalışmadığına dair bir bölüm kaldı aklımda, o kadar. O dönem Şafak’ı temsil eden ajansı bana romanı atlaya atlaya okumam tavsiyesinde bulunmuştu.

O kadar açıklama yapıldı ama Şafak’ın da “Sinek Sarayı”nı okuyup okumadığını bilmiyoruz. Şafak ısrarla Kırıkkanat’ın kendisine karşı husumeti olduğunu, bu yüzden takıntılı bir şekilde bu davayı açtığını iddia ediyor. “Okumadım,” demiyor.

Şafak’ın “White Teeth”i okuduğuna şüphe yok, çünkü kendisinin de ait olduğu göçmen İngiliz yazarlar kulübünün üyeleri birbirlerini bilir, takip eder ve okumasalar bile okumuş gibi yapıp kollarlar. Smith’in okumadığı romanın intihal olabileceğini gülünç bulması kanıtı. Kırıkkanat’la Şafak’ın ayrı değer yargılarına, ahlaki sorumluluk ve dünya görüşüne sahip oldukları ortada. Kırıkkanat da o kulübün üyesi olsaydı büyük ihtimalle Smith gibi görmezden gelirdi. Ama değil.

İstanbul’da apartmanlara palas ya da saray adı verildiğini, iki romanın Beyoğlu apartmanlarında geçtiğini, birinde bit birinde de sinek olduğunu biliyorum. Mahkemeye göre bu benzerlik “intihal” demeye yeterli. Elif Şafak konuyu bir üst mahkemeye taşırken kararın konusunda yetkin olmayan bilirkişiye dayandığını iddia ediyor. Birçok yazar ve editör de iki roman arasında intihal dedirtecek kadar benzerlik olmadığını, tek benzerliğin iki romanın da Beyoğlu’nda bir apartmanda geçmesi olduğunu vurguluyor.

“White Teeth”le “İskender”in benzerliği de sadece bodrum kat penceresinden sokağı inleyen iki karakter değildi. İki roman da Londra’ya uzanan bir göçmen öyküsüydü. “Ustam ve Ben” romanında adeta Jose Saramago’nun “Filin Yolculuğu” romanından fırlamış fil vardı. Aradaki tek fark birinde Osmanlı Sultanı, diğerinde Avusturya Kralı olmasıydı adeta.

2013 yılında ABD’de müzik dünyasını sarsan bir intihal davası yaşandı. Pharrell Williams’ın Robin Thicke için yaptığı “Blurred Lines” şarkısını Marvin Gaye’in varisleri mahkemeye taşıdı. İddiaları bu şarkının Gaye’in “Got to Give It Up” parçasından fazla esinlendiğiydi. İki şarkının da çalınmadığı mahkemenin sonunda “Blurred Lines” eşi benzeri görülmemiş bir tazminata mahkûm edildi. Sonradan temyize gitti, rakam azaldı ama mahkemenin ilk kararı alışılmadıktı: İki şarkının “feel”i yani “hissiyatı” birbirine benziyordu. İkisi de kalabalık insan sesiyle başlıyor ve benzer ritmde ilerliyor, birebir aynı olmasa da eğitilmemiş bir kulak bile ikisini arka arkaya duyduğunda benzerliği “hissediyor.”

Bu örneği daha önce de verdim. İnsanın kendi kendinden de alıntı yapması intihal sayılıyor, ama ben bu sefer farklı cümleler kullandım ve kaynak belirtiyorum.

YENİ BİR SÖZCÜK

İntihal klasik tanımına göre birebir ya da azıcık değiştirerek başkasının cümleleri kullanmak, kaynak göstermemek, tırnak içine almamak. Akademik araştırmalarda emeği, sonucu, edebiyatta karakterleri, olay örgüsünü, konuyu, dili çalmak intihal olarak kabul ediliyor.

Bugün galiba yeni bir evrensel intihal tanımına ihtiyaç var. Belki çoğu zaman “intihal” dediğimiz hissi benzerliktir. Ama tabii mahkemenin kanaatine göre bunun de bir bedeli var.

New York Times yazarı ve dil bilimci John McWorther son günlerde Harvard başkanı Claudine Gay’in “intihalden”dolayı istifaya zorlanmasından yola çıkarak kimi durumlarda intihal yerine yeni bir kelime kullanmamızı öneriyor. Özellikle akademik makalelerde pek çok araştırmacının kullandığı bazı kalıplaşmış ifadeler, cümleler var. Bu cümlelerin hemen hepsi şablona dönüşmüş, standart metinler: “Bu konuda daha fazla araştırma yapılması gerekiyor,” gibi. Pek çok makalede böyle cümlelere rastlamak mümkün. Çoğu zaman bilmeden, bilinçaltından, adeta refleks gibi yazılıyorlar. Genellikle de giriş, metodoloji ya da literatür tarama kısmında yer alıyorlar.

McWhorter’a ve birçok başka araştırmacıya göre “kes yapıştır” cümleleri “intihal” diye adlandırmaktan vazgeçmek zorundayız. Özellikle intihali yakalayan yazılımlar nüansı bilmiyor; fikir hırsızlığı bu gibi ezber kalıplarda ortaya çıkmaz. Tabii, yine McWhorter’ın vurguladığı gibi, kurgu eserlerde niyete ya da kelimelerin anlamına bakmaksızın birebir çalıntı kabul edilemez: “Cümlelerin nasıl kurulduğu sanatın asıl unsurlarından biri.”

Şafak’ın romanlarıyla diğer yazarların eserleri arasında birebir cümleler olmasa da temasal benzerlikler fazlasıyla örtürüşüyor. Sanki başkalarının bulduğu fikirlerden esinleniyor, o fikirleri alıyor ama kendince işliyor ve bambaşka bir iş yaratıyor. Ama tam olarak bir “pastiche” de değil. Burada ince bir nüans olmalı: birebir alıntılamakla esinlenip daha farklısını, belki kendince daha iyisini yazmak. Buna intihal denebilir mi?

BAŞKALARININ YARATICILIĞI

Apartman sadece Türkiye’de değil, dünya edebiyatında da yazarların ilgisini çekmiştir. Apartmandan yola çıkarak fikir üretmek çok orijinal değil, hatta Suzanne Vega’nın “Luka” şarkısından “Only Murders in the Building”e kadar popüler kültürde de çok sık tekrarlanan, kullanılan bir tema. Şafak’ın Türkiye’yi anlattığı “Bit Palas” apartmanı kadar “Bizimkiler” dizisi de bir döneme, ülkemizin eski haline neredeyse etnografik bir bakıştır. Apartman sonuçta herkes için metafor olabilir ama hem apartmanın hem de metaforun ne kadar benzediği önemli ölçüt. “Bit Palas” apartman değil de otel, site, tatil köyü ve uçak yolcuları olsaydı benzerlik tartışılır mıydı emin değilim.

Elif Şafak eğer “Sinek Sarayı”nı okuduysa ve apartman üzerine bir roman yazacaksa, apartmanı sinek yerine bit basacaksa iki kere düşünebilir, hikayenin geçtiği yeri değiştirebilirdi. Bunu yapamayacak bir yazar değil. Ama bu kendi keyfine kalmış ve hiçbirimiz de neden apartmanı otel yapmadın diye ondan hesap soramayız.

Yazarın özgürlüğü ve özgünlüğü başkalarının da işlediği konuları alıp yeniden kurgulayabilmesi, yaratabilmesi, kendi dünyasını kurabilmesidir. Başkaları yazdığı için bir konuya girmemeye kalkarsak bundan böyle bir kadın ve bir erkek arasında geçen aşk romanı da yazılamaz. Ne yazdığındansa nasıl yazdığın belirleyici olur edebiyatta.

Burada istisnai bir durum var ama. Herkes her temayı kullanmakta özgür, ama her yazarın hemen her kitabıyla ilgili benzerlik iddiaları ortaya atılmıyor. Elif Şafak’ınki istikrarlı bir çizgi, her romanın üzerine bir başka yazarın emeğinin gölgesi bir şekilde düşüveriyor.

Adeta inadına başkalarının kara sularının fazla yakınında geziyor, sanki kendi hayal gücünün devreye girmesi için illa bir başkasına ait çıkış noktasına ihtiyacı varmış gibi yazıyor. Belki gerçekten ancak böyle yazabiliyor; bu kadar yazar. Anahtar kelimeler, bilirkişinin iddiasının aksine, elbette intihal değil. Ama bu temasal benzerlik uzaktan da olsa DNA’ya dayalı bir akrabalığa işaret ediyor.

QOSHE - Bit ve Sinek - Oray Eğin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bit ve Sinek

66 0
26.01.2024

Picasso’ya atfedilen bir söz var: “İyi sanatçılar çalar, kötü sanatçılar taklit eder.” Atatürk'e atfedilen "İstikbal göklerdedir,” cümlesini aslında Atatürk’ün söylemediği gibi bu sözü de Picasso’nun söylediği tartışmalı. Ama bir an için kimin söylediğinden bağımsız olarak içeriğini doğru kabul edelim. Bu durumda Mine Kırıkkanat ve Elif Şafak arasında sonuçlanan intihal davasından kimin iyi sanatçı olduğunu da çıkarabiliriz. Keşke hayat bu kadar kolay olsa.

Kırıkkanat önceki gün Elif Şafak’ı intihalden mahkûm ettirdi. Mahkeme, Şafak’ın 2002’de yayımlanan “Bit Palas” romanının Kırıkkanat’ın ta 1990’da o zamanlar kullandığı Mine G. Saulnier imzasıyla yazdığı “Sinek Sarayı” romanına benzediğine hükmetti. Kararın teknik ayrıntıları da var ama: mahkeme iki romanın birebir benzediğine kanaat getirmedi ama bazı anahtar kelimelerin benzediği belirtti. Apartman, bit-sinek, palas-saray…

Sadece çalarak iyi sanatçı olunmadığı gibi ne kadar çalındığı, neye çalıntı deneceği de önemli. Babam öldüğünde arkasından yazdığım yazının başlığını “Babamın bavulu” koymuştum. Orhan Pamuk’un çok bilinen Nobel konuşmasının başlığıydı ve tam da çok bilindiğini varsaydığım için başlığın kaynağını vermedim. Tıpkı herhangi birinin her “var olmanın dayanılmaz hafifliği” ifadesi kullandığında kendisini Milan Kundera’dan bahsetmek zorunda hissetmediği gibi. Bu intihal mi?

İDDİA SİCİLİ KABARIK

Kırıkkanat ve Şafak arasındaki davada taraflardan birinin sicili sonuca etki etmiş olabilir. Zira Elif Şafak’la ilgili ilk intihal ya da taklit vakası değil “Bit Palas.” Daha evvel yazdığı “İskender” romanının Zadie Smith’in “White Teeth”ine fazlaca benzediği konuşulmuştu: benzer temalı iki romanda da bodrum kat dairesinden bakan karakterlerin aklından geçenlerin anlatıldığı satırlar birbirine benziyor.

İddianın ilk sahibi Smith’in romanını Türkçeye çeviren Mefkure Bayatlı’ydı: “Bu kadarı tesadüf olamaz. Şafak, Zadie’nin kitabını şablon olarak örnek almış, aileyi Türk yaparak bir kitap yazmış. Konuyu basitleştirmiş. Özellikle pencere hikayesindeki benzerliği aklım almıyor. On tane öyle paralel hikaye yazılabilirdi ama pencere hikayesi paralel bile olmamış. Buna intihal denir. Uyarlama gibi bir şey olmuş. Esinlenmeyi aşmış.”

İddiaları reddeden Şafak o dönem bu gazetede Smith’in kendisine gönderdiği mektubu paylaştı. İddiaları gülünç bulduğunu söyleyen Smith’in tepkisi bir anlamda ironikti. Bir kere kitap henüz İngilizce yayımlanmamış, dahası Smith’in bizzat kendisi de geçmişte intihal iddialarına maruz kalmıştı. “White Teeth” kendisinin de kabul ettiği gibi doğrudan Martin Amis’in “London Fields”inden esinlenmiş, ama sonradan içinde 50’ye yakın noktada benzerlik tespit edilmişti. “On Beauty” ise birebir “Howards End”i andırıyordu, hatta ilk cümlesi sonradan değiştirildi. Smith’e göre bu roman bir “homage” (saygı duruşu) ve fazla esinlendiğiniz bir işe “homage” deyince “İyi sanatçılar çalar,” misali aftan faydalanıyorsunuz.

Şafak’ın “On Dakika Otuz Sekiz Saniye” romanının da Kahraman Çayırlı’nın “Hayat Kadınları Aldatmaz”ından fazlasıyla esinlendiği tartışıldı. Şafak’la ilgili intihal tartışmalarının ufak bir kısmına ben de tarafım: “İskender” romanın kapağının Glenn Gould belgeselinin DVD kapağından aşırıldığını ben yazmıştım. Şafak’ın “Şemspare” kitabındaki şemsiye fotoğrafları için de benzer yorumu........

© Habertürk


Get it on Google Play