Uzaya giden ilk Türk astronot olarak tarihe geçen Alper Gezeravcı yanında Yörüklere ait bazı sembolleri, aile fotoğraflarını, Türk Hava Kuvvetleri’nde görev yaptığı ilk filonun pençelerini götürmüş. Elbette Türk bayrağı da var. Onca uzay filminden aşina olduğumuz vakumlu yemeklerle besleniyor. Yüzünün biraz şişkin görünmesinin nedeni yerçekimi olmadığı için bedendeki bütün sıvıların yukarıda toplanmasıymış; böylece olduğundan daha kilolu gözüküyormuş. Yoksa yediğine içtiğine dikkat ediyor, zaten yemekler aylar öncesinden kalori hesabına göre denenerek belirlenmiş. Gezeravcı’nın aklı güveçte; en çok “herkesin çok merak ettiği” Türk mutfağından güveci özlemiş. Sanırsınız yıllardır sürgünde vatan hasreti çekiyor, oysa topu topu 14 günlük bir yolculuk bu ve hayırlısıyla döndüğünde istediği kadar güveç yiyebilir.

Döndüğünde bir kahraman gibi karşılanacağına da şüphe yok. Amerika’daki gibi geçit törenleri, ülkenin dört bir yanında astronotla buluşma turu, zafer takları olur mu bilmiyorum. Zira Nobel’den sportif başarılara kadar geçmiş bir göstergeyse, Türkiye kahramanlarını gri renkli devlet töreniyle sınırlandırmaya, kahramanlığı bir şölene dönüştürmemeyi iyi biliyor. Mutlaka ve mutlaka herkese yerini bildiriyor. Ne fark eder; Gezeravcı şimdiden tolumun gözünde mitolojik bir konuma ulaştı.

DOĞRU MALZEME ONLARDA

John Glenn’den Neil Armstrong’a, Buzz Aldrin’e kadar haklarında kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor, madalyalarla onurlandırılıyorlar. Tarih onların hikayesini anlatıyor. Houston’da bir problem olduğu bir atasözü gibi Hollywood sayesinde belleğimize kazındı. Birçok başka pilot arasından uzaya gitmeye hak kazananların adını ezbere bilmemiz, onların astronot olarak seçilmesinin nedeni ise Tom Wolfe’un tabiriyle bu adamlarda “doğru malzeme” olması. Sadece fiziksel ve akıl testlerinden geçmiyorlar; bunu başkaları da başarabilir. Dayanıklılık, direnç, kararlılık, akıl sağlığı ve bilmediğimiz başka sihirli malzemelerin birleşmesiyle seçiliyorlar.

Amerika’nın uzaya gönderdiği ilk astronotları belirleyen Mercury Projesi’ni ayrıntılarıyla “The Right Stuff” kitabında inceleyen Tom Wolfe böyle diyor. Pilotlar arasından seçilen astronotlarla hava kuvvetlerinin başka mensuplarını ayıran o “doğru malzeme.”

Pek çok askeri pilot savaşta canını tehlikeye atıyor, milimetrik hesaplarla yaşam ve ölüm arasındaki çizgide dolaşıyor, bizim güvenliğimiz için kullanması son derece zor ve teknik yeterlilik gerektiren hava araçlarını uçurup indiriyorlar. Ölümle yaşam arasında kaderlerini kendileri tayin ediyor ama hemen hiçbirinin adını bilmiyoruz. Hepsini sadece 30’ar sene arayla Tom Cruise film yaptığında, o da Amerikan ordusuna saygıyla selamlıyoruz o kadar.

Tom Wolfe’u astronotları merak etmeye iten, her iyi gazetecinin ilk çıkış noktası gibi henüz yanıtlanmamış bir soruydu: kendi kaderlerini başkalarının eline teslim etmeye hazır adamların ruh hali. Evet, astronotların, NASA’nın ilk dönem propagandasının aksine uzay yolculuğunun iniş ve çıkışına herhangi bir katkıları yok. Kalkış ve iniş tamamen kontrollü bir şekilde yerdeki merkezden belirleniyor. Kalkışa herhangi bir müdahale seçenekleri yok, ama Mercury’den sonraki yıllarda pilotların inişe acil durumda müdahale edebilmeleri için mekanizmalar geliştirildi. Ama genel olarak astronotlar bir başkasının tasarladığı, bir başkasının yönettiği, hızına, yükselişine, ne zaman inip ne zaman kalkacağına bir başkasının karar verdiği teneke kutunun içindeki dekorlardan ibaret. Amerika’nın en iyi pilotlarının Mercury Projesi’ne başvurmaması da bundandı; bu pilotlar uzayda sadece yolcu olacaktı.

MAYMUNDAN FARKLARI

Mercury astronotlarının rollerinin ne kadar sınırlı olduğu uzaya ilk kez maymun yollanmasıyla doğrudan yüzlerine vurulmuştu. Astronotlar, maymun yüzünden küçük düşürülmelerinin etkisiyle sürece daha fazla müdahil olmaya çalıştılar Wolfe’un aktardığına göre. “Kapsül” yerine “uzay mekiği” denmeye başladı mesela. Kapsüle pencere ve tıpkı uçaklarda olduğu gibi içeriden açılan bir yolcu kapısı konması astronotların istekleri doğrultusunda gerçekleşti.

NASA pek ala canlı bir dekor olarak kullandığı astronotları dinlemeyebilir, taleplerini yerine getirmeyebilirdi. Ama astronotların arkasında kamuoyu desteği vardı ve yükselen yıldızları sayesinde bir parça da olsun sözlerini dinletebildiler.

Aslında Mercury’e seçilen pilotlar, daha astronot olmadan Amerikan toplumda kahramanlık payesini kazandılar. Uzay istasyonuna adım atmalarına, uçmalarına dahi gerek yoktu. Sadece birkaç basın toplantılarında görünmeleri yetti.

“The Right Stuff”ın üç saati aşan film uyarlamasında da o basın toplantılarının birinde iki devlet yetkilisi kendi aralarında halkın bu astronotların aslında hiçbir fonksiyonu olmadığından bihaber olduğunu konuşurlar. Ancak bu halkla ilişkiler çalışması NASA’nın da işine geliyordu. Astronotların popülerliği uzay programına ayrılacak bütçenin sürdürülmesi demekti. Bu yüzden de basın yoluyla, özellikle Time Inc. kullanılarak onların büyük pilotlar olduğu, uzay mekiğini kendilerinin kontrol ettiği bilgileri yayılmaya başladı. Life dergisinin fotoğraflarla dolu sayfalarında astronot eşlerin yüzleri bol bol rötuştan geçirilerek küçücük bir kusurdan arındırıldı. Satılan mükemmelliğe gölge düşmesin diye. Halbuki pek çoğu yansıtıldığı gibi mükemmel, kusursuz insanlar değildi. Bazılarının evlilikleri dergi sayfalarında görünenin aksine epey çatırtılıydı, uzaya gitme fikri mevcut sorunlara bir başkasını eklemişti.

BAZI ŞEYLER DEĞİŞMİYOR

Alper Gezeravcı’nın güveç hasretinin haber olması uzayla ilgili tanıtım yöntemlerinin Mercury’den bu yana aşağı yukarı aynı kaldığına işaret sanki. Sıkıcı ve teknik ayrıntılarla dolu uzay deneylerindense insani yönü uzaya ilgiyi daha canlı tutuyor. Daha renkli ve henüz neşesini kaybetmemiş bir ülke olsaydık, Ufuk Güldemir’in yönettiği bir haber bülteninde Gezeravcı’ya döndüğünde güveç yapmak için yarışan Anadolu kadınlarını görürdük, hangi güveç daha iyi, Gezeravcı ilk kimin güvecini tadacak diye eğlenirdik.

Mercury’den bu yana ABD’nin uzay programında bazı değişiklikler oldu. Devletlerarası uzay yarışı çağının bitişinden sonra NASA varlığını sürdürmek için Amerikan kapitalizmine uygun olarak uzayı özel şirketlere ihale etmeye başladı. Richard Branson’dan Elon Musk’a milyarderlerin uzay sevdası da böyle başladı. NASA buna mecburdu, çünkü uzayda ilerlemenin çok ağır olduğunu fark eden ve şu yaşadıkları ömürlerinde Mars’ı istila edemeyeceğini anlayan halk vergisinin buralar harcanmasına karşı homurdanmaya başladı. Uzay araştırmaları şimdi turistik geziler ve başka ülkelere açılan kontenjanlarla finanse ediliyor, Türkiye de bu seçenekten faydalanarak Gezeravcı’yı yolladı.

Finansman yönünde değişiklik olsa da uzay yolcuğunda astronotların sınırlı rolü hala aynı kaldı. Böyle de olması gerekiyor, zira insan müdahalesine veya hatasına fırsat vermeyecek kadar net planlanıyor yolculuk. “[Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki] yaşamım buraya gelmeden çok önce geniş katılımlı bir ekip tarafından detaylarıyla planlandı,” diye anlatıyor Gezeravcı. Her dakikasını başkalarının belirlediği güne görev kontrol merkeziyle planlama toplantısı yaparak başlıyor. “Zamanımı çok iyi kullanmak ve planlı tüm faaliyeti, aylardır hazırlandığımız şekilde eksiksiz tamamlamak zorundayım.”

“Planlı” anahtar kelime. Gezeravcı’nın uzayda yaptığı deneyler de Türkiye Uzay Ajansı ve TÜBİTAK Uzay Komisyonu tarafından belirlendi, çeşitli üniversiteler de katkıda bulundu. Elton John’un “Rocket Man” şarkısında astronot “Bütün bu bilim işinden pek anlamam / Haftanın beş günü işim sadece,” diyor ve bir anlamda da doğru.

Gezervacı’nın üstlendiği deneylerden sadece bir tanesini örnek vereyim: “Ekstrem halofit olan schrenkiella parvula’nın tuz stresine verdiği yanıtların uzay ortamında araştırılması.” Ne olduğunu anlamadım, benim anlamam da gerekmiyor zaten. Bu deneylerin her birinin ciddi uzmanlık gerektirdiği ortada. Gezeravcı ise bir pilot, belli ki “doğru malzeme” onda ve bu yüzden uzaya gitmesi için görevlendirildi. Yolculuktan önce Houston’da ciddi bir eğitim aldı. Ama bu eğitim bilimsel araştırmalar üzerine değil, uçuş ve güvenliğine dairdi. Zaten ondan bu kadar kısa sürede yıllarca sürebilecek bir bilim eğitimini hızlandırılmış kursla kavramasını kimse beklemiyor. O bir görev adamı ve kendisinden beklenenleri mümkün olduğu gibi gerçekleştiriyor.

BİR MÜJDE

Uzayla ilgili değişmeyen bir diğer nokta da bizlerin, yeryüzünde yaşamaya mahkum kalan, bir başka galaksinin hayalini kuran ama bu yaşamımızda bu hayalin gerçekleştiğini göremeyecek olanlar için başka diyarların cazibesi. Fermiparadoksunun da belirttiği gibi evrenin yalnız olamayacağımız kadar geniş olduğunu biliyoruz, ama bunu bir türlü kanıtlayamıyoruz. Bu yüzden bizim adımıza biri uzaya gitsin, ne olduğu fark etmez ama bir şey bulsun, geri gelsin ve bize bir umut versin istiyoruz.

1986 yılında Türkiye’nin bileğinin hakkıyla elde ettiği en büyük Eurovision başarısı o aralar dünyadan gözükecek kuyruklu yıldız Halley üzerine yazılan bir saçmalıktı. Ama orada bile şu içinde bulunduğumuz çaresizlikten kurtuluşumuzu uzayda arıyor, bir yıldızdan dünyaya ve insanlığa ve “şu kalplere” müjde getirmesini bekliyorduk. Bugün Alper Gezeravcı’yı takip edenlerin birçoğu “Halley” şarkısını büyük ihtimalle hiç duymadı, ama içten içe hepimizin ondan bir müjde bekliyoruz.

QOSHE - Roket adam - Oray Eğin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Roket adam

83 14
30.01.2024

Uzaya giden ilk Türk astronot olarak tarihe geçen Alper Gezeravcı yanında Yörüklere ait bazı sembolleri, aile fotoğraflarını, Türk Hava Kuvvetleri’nde görev yaptığı ilk filonun pençelerini götürmüş. Elbette Türk bayrağı da var. Onca uzay filminden aşina olduğumuz vakumlu yemeklerle besleniyor. Yüzünün biraz şişkin görünmesinin nedeni yerçekimi olmadığı için bedendeki bütün sıvıların yukarıda toplanmasıymış; böylece olduğundan daha kilolu gözüküyormuş. Yoksa yediğine içtiğine dikkat ediyor, zaten yemekler aylar öncesinden kalori hesabına göre denenerek belirlenmiş. Gezeravcı’nın aklı güveçte; en çok “herkesin çok merak ettiği” Türk mutfağından güveci özlemiş. Sanırsınız yıllardır sürgünde vatan hasreti çekiyor, oysa topu topu 14 günlük bir yolculuk bu ve hayırlısıyla döndüğünde istediği kadar güveç yiyebilir.

Döndüğünde bir kahraman gibi karşılanacağına da şüphe yok. Amerika’daki gibi geçit törenleri, ülkenin dört bir yanında astronotla buluşma turu, zafer takları olur mu bilmiyorum. Zira Nobel’den sportif başarılara kadar geçmiş bir göstergeyse, Türkiye kahramanlarını gri renkli devlet töreniyle sınırlandırmaya, kahramanlığı bir şölene dönüştürmemeyi iyi biliyor. Mutlaka ve mutlaka herkese yerini bildiriyor. Ne fark eder; Gezeravcı şimdiden tolumun gözünde mitolojik bir konuma ulaştı.

DOĞRU MALZEME ONLARDA

John Glenn’den Neil Armstrong’a, Buzz Aldrin’e kadar haklarında kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor, madalyalarla onurlandırılıyorlar. Tarih onların hikayesini anlatıyor. Houston’da bir problem olduğu bir atasözü gibi Hollywood sayesinde belleğimize kazındı. Birçok başka pilot arasından uzaya gitmeye hak kazananların adını ezbere bilmemiz, onların astronot olarak seçilmesinin nedeni ise Tom Wolfe’un tabiriyle bu adamlarda “doğru malzeme” olması. Sadece fiziksel ve akıl testlerinden geçmiyorlar; bunu başkaları da başarabilir. Dayanıklılık, direnç, kararlılık, akıl sağlığı ve bilmediğimiz başka sihirli malzemelerin birleşmesiyle seçiliyorlar.

Amerika’nın uzaya gönderdiği ilk astronotları belirleyen Mercury Projesi’ni ayrıntılarıyla “The Right Stuff” kitabında inceleyen Tom Wolfe böyle diyor. Pilotlar arasından seçilen astronotlarla hava kuvvetlerinin başka mensuplarını ayıran o “doğru malzeme.”

Pek çok askeri pilot savaşta canını tehlikeye atıyor, milimetrik hesaplarla yaşam ve ölüm arasındaki çizgide dolaşıyor, bizim güvenliğimiz için kullanması son derece zor ve teknik yeterlilik gerektiren hava araçlarını uçurup indiriyorlar. Ölümle yaşam arasında kaderlerini kendileri tayin ediyor ama hemen hiçbirinin adını bilmiyoruz. Hepsini sadece 30’ar sene arayla Tom Cruise film yaptığında, o da Amerikan ordusuna saygıyla selamlıyoruz o kadar.

Tom Wolfe’u astronotları merak etmeye iten, her iyi gazetecinin ilk çıkış noktası gibi henüz yanıtlanmamış bir soruydu: kendi kaderlerini başkalarının eline teslim etmeye hazır adamların ruh hali. Evet, astronotların, NASA’nın ilk dönem propagandasının aksine uzay yolculuğunun iniş ve çıkışına herhangi bir katkıları yok. Kalkış ve iniş tamamen kontrollü bir şekilde yerdeki merkezden belirleniyor. Kalkışa herhangi bir müdahale........

© Habertürk


Get it on Google Play