Eş dost, arkadaşlar diyor ki; ‘hem siyaset okudun hem gazetecisin. Gazeteci olarak 1980’den sonra görmediğin genel seçim, yerel seçim referandum kalmadı. Söyle bakalım 31 Mart’ta ne olur?’
Tahmin etmek zor… Çünkü siyaset biliminde öğrendiğimiz seçmen davranışlarının çoğu kriteri artık Türkiye’ye uymuyor…
70’li yıllardaki 80’li yıllardaki 90’li yıllardaki seçmen davranışıyla alakası yok…Geçmiş seçimleri analiz etsek, seçmenin hangi şartlarda kime neden oy verdiğini ortaya koyarak sonuca gitmeye çalışsak yine işin içinden sıyrılamayız…
Demirel’in seçimi tencere belirler tezi artık geçerli değil galiba!...
Yine de gelin ufuk turu atalım…
80’li yıllarda dış dünyaya açılım, ithalat serbestliği, teknolojik atılım, sağ /sol ayrımının ortadan kalkması, çatışmaların durması, apolitik ortam etkili olmuştu…
90’li yıllarda PKK terörü, enflasyon, ekonomik krizler, yolsuzluk, önemli bir başarıya imza atılamaması seçmen tercihlerini etkiledi.
Seçmen mührü hiçbir partiye vermedi… Seçmen hiçbir partiyi tek başına iktidar yapmadı. Abdullah Öcalan yakalandığı sırada ülkeyi Ecevit’in azınlık hükümeti yönetiyordu. Seçime kadar kurulmuş hükümetti ama teröristin yakalanması sandığa yansıdı. DSP yüzde 21,7 ile birinci parti oldu.
Dikkatinizi çekerim seçmen yine bir partiye mührü vermedi. Üç parti birleşerek koalisyon kurdu. (DSP/MHP/ANAP)
1999 yılında yaşanan Gölcük ve Düzce depremleri, 2001 ekonomik kriz derken 2002 seçimlerinde ülke yönetiminde etkili olan tüm partiler baraj altında kaldı… Seçmen ağır fatura kesti.
O tarihte Sabah gazetesinde yazıyordum, seçmenin 12 Eylül’ü olacak demiştim; oldu da… (12 Eylül darbesi bütün partileri kapattı, 2002’de seçmen meclisteki partileri oyun dışına attı)
İktidar ortakları, DSP/MHP/ANAP ile muhalefetteki DYP/Saadet/DEHAP baraj altında kaldı. Yeni kurulan AKP (yüzde 34,4) ile Meclis’te temsil edilmeyen CHP (yüzde 19,4) oyla parlamentoya girdi…
Beş yıl fena geçmedi. AKP hükümeti IMF programını harfiyen uygulayınca enflasyon tek rakamlı hanelere indi. Döviz kuru artmadı. TL değer kazandı…
Bütün bu olumlu havanın üzerine cumhurbaşkanı seçim krizi eklenince AKP 2007 seçimlerinde yüzde 47’lere fırladı…
2011 ise seçmenin AKP hükümetine tam destek veriyoruz seçimiydi.
Geldik 2015’e… Haziran seçiminde seçmen AKP’nin kulağını çekti, resmen iktidardan indirdi. Altan Öymen’in ifadesiyle Kayıp Yaz veya Fırtınalı Yaz veya her türlü oyunun çevrildiği yaz olarak tarihe geçti. Suruç’ta ve Ankara’nın göbeğinde canlı bombalar devreye girdi, halk panikledi yeniden iktidardaki AKP’ye sarıldı. (Haziran’da yüzde 40,9 Kasım’da yüzde 49,5)
2018 seçimlerini geçiyorum. Türkiye rejim değiştirdi. Kimse yeni rejimi anlamadı. Deneyelim bakalım dediler…
2023 kritik seçimdi. Türkiye uzun yıllar sonra ekonomik krizle yeniden tanıştı. Hayat pahalılığı ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Hükümet her ne kadar üstünü örtmeye çalışsa da TÜİK verileri düşük gösterse de çarşı pazar yanıyordu.
Ama o yangın 14 Mayıs günü sandığa yansımadı. AKP’nin oyu yüzde 36’ya indi ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek adam, tek kişilik hükümet, tek karar verici olarak yüzde 49,5 oy aldı.
İşte bu sonucu diğerlerinden farklı kılan seçmeni her şeye rağmen yine Erdoğan dedirten neydi?
BİR: Montaj kasetle PKK elebaşısı Karayılan’ın Kılıçdaroğlu’nu desteklediği görüntüler…
İKİ: CHP iktidar olursa Diyaneti kapatacak dolaysıyla camiler kapanacak yalanı…
ÜÇ: Erdoğan’ın hayat pahalılığına marketlerin sebep olduğuna halkı inandırması…
DÖRT: Erdoğan’ın enflasyonu dizginledik, önümüzdeki yaz bolluk olacak, güllük gülistanlık olarak söylemine geniş kitlenin inanması.
BEŞ: Muhalefetin birbirine düşmesi. Dağınık görüntü vermesi. Davutoğlu’nun birimiz hayır derse karar alınmayacak demesi. Akşener’in masadan kalkarken ortaklarını ağır dille suçlaması…
ALTI: Tabii ki hepsi…
Ama yine de seçmenin yaşadığı büyük geçim sıkıntısına rağmen, ilk turda Erdoğan’a yüzde 49,5’la destek vermesi klasik seçmen davranışlarına uygun değil…
Din ve terör faktörünün çok etkili olduğunu düşünüyorum… Beka meselesi, vatan elden gidiyor söylemi ibreyi değiştirdi. Çünkü anketler doğruysa, doğru ölçümler yapmışlarsa seçmen son ay kararını değiştirdi. Nisanın ortasından sonra…
Peki 31 Mart’ta ne olur?
Genel değil yerel seçim. Erdoğan’ın mayıstan önce söylediği hiçbir şey hayata geçmedi. Doğru çıkmadı. Enflasyonla baş ettik dedi; enflasyon patladı…
Faizler daha da inecek dedi, yüzde 8, 5’tan yüzde 42,5 çıktı.
Dolar 19 liraydı 30 lirayı gördü…
ÖTV KDV dahil vergiler arttı…
Her şeye yüzde yüzün üzerinde zam geldi…
Para pul oldu… En büyük para olan 200 liranın değeri 6,5 dolara eşit hale geldi.
Yüzde 70 enflasyona karşı… Yüzde yüzü geçen enflasyonuna karşı iktidar emekliye yüzde 42 memuruna, asgari ücretliye yüzde 49 zam verdi…
6 milyon kişiyi ilgilendiren en düşük emekli maaşı 10 bin lira oldu… Açlık sınırının dört bin lira altında. Önümüzdeki aylarda bu fark daha da açılacak. Çünkü enflasyon daha da artacak.
Milyonlarca göçmeni geri göndereceğiz dedi; seçimden sonra unuttu. Büyük kentlerde Suriyeliler, Afganlar, Moğollar, Pakistanlılar, Afrikalılar, Iraklılar, İranlılar mahalleleri oluştu.
Ülkenin kültürü değişmeye başladı…

Bu durumda iktidarda olan partinin ağır darbe yemesi gerekir. 2002 seçimi gibi olmasa da yüzde 20’lere hadi MHP desteğini de katalım yüzde 30’ların altına inmesi gerekir…
21 yıldır iktidarda olan partinin kütle haline gelen seçmen tabanı vardır. Bu sebeple çözülme bir anda olmaz ama olması gerekir…
Bu yüzde bugüne kadar okuduklarım, izlediklerim, tanık olduklarıma dayanarak AKP’nin 30’u geçmemesi lazım dedim…
Geçerse!..
Yoksullaştıkça muhafazakarlaşan, kaderine razı olan Türkiye fotoğrafı karşımıza çıkar ki; en tehlikeli en umutsuz durum da budur…

QOSHE - AKP’nin Yüzde 30’u Geçmemesi Lazım! - Mehmet Tezkan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

AKP’nin Yüzde 30’u Geçmemesi Lazım!

261 16
19.01.2024

Eş dost, arkadaşlar diyor ki; ‘hem siyaset okudun hem gazetecisin. Gazeteci olarak 1980’den sonra görmediğin genel seçim, yerel seçim referandum kalmadı. Söyle bakalım 31 Mart’ta ne olur?’
Tahmin etmek zor… Çünkü siyaset biliminde öğrendiğimiz seçmen davranışlarının çoğu kriteri artık Türkiye’ye uymuyor…
70’li yıllardaki 80’li yıllardaki 90’li yıllardaki seçmen davranışıyla alakası yok…Geçmiş seçimleri analiz etsek, seçmenin hangi şartlarda kime neden oy verdiğini ortaya koyarak sonuca gitmeye çalışsak yine işin içinden sıyrılamayız…
Demirel’in seçimi tencere belirler tezi artık geçerli değil galiba!...
Yine de gelin ufuk turu atalım…
80’li yıllarda dış dünyaya açılım, ithalat serbestliği, teknolojik atılım, sağ /sol ayrımının ortadan kalkması, çatışmaların durması, apolitik ortam etkili olmuştu…
90’li yıllarda PKK terörü, enflasyon, ekonomik krizler, yolsuzluk, önemli bir başarıya imza atılamaması seçmen tercihlerini etkiledi.
Seçmen mührü hiçbir partiye vermedi… Seçmen hiçbir partiyi tek başına iktidar yapmadı. Abdullah Öcalan yakalandığı sırada ülkeyi Ecevit’in azınlık hükümeti yönetiyordu. Seçime kadar kurulmuş hükümetti ama teröristin yakalanması sandığa yansıdı. DSP yüzde 21,7 ile birinci parti oldu.
Dikkatinizi çekerim seçmen yine bir partiye mührü vermedi. Üç parti birleşerek koalisyon kurdu. (DSP/MHP/ANAP)
1999 yılında yaşanan Gölcük ve Düzce depremleri, 2001 ekonomik kriz derken 2002 seçimlerinde ülke yönetiminde etkili olan tüm partiler baraj altında kaldı… Seçmen ağır fatura kesti.
O tarihte Sabah gazetesinde yazıyordum, seçmenin 12 Eylül’ü olacak demiştim; oldu da… (12 Eylül darbesi bütün partileri kapattı, 2002’de seçmen meclisteki partileri oyun dışına attı)
İktidar ortakları, DSP/MHP/ANAP ile muhalefetteki DYP/Saadet/DEHAP baraj altında kaldı. Yeni kurulan AKP (yüzde 34,4) ile Meclis’te temsil edilmeyen CHP (yüzde 19,4) oyla parlamentoya girdi…
Beş yıl fena........

© HalkTV


Get it on Google Play