Kasten yaralama suçunu düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.86; yaralamanın neticelerine ilişkin sınıflandırmalar çerçevesinde, failin ceza sorumluluğunu düzenlemiştir. İlgili maddenin birinci fıkrasında; kişinin suçun icrasına elverişli fiillerinin, mağdurun vücuduna acı vermesinin, sağlığının veya algılama yeteneğinin bozulmasına neden olmasının suçun oluşması için yeterli olduğu belirtilmiştir. Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olması durumunda ise, cezanın indirilmesi gündeme gelecektir.

Kasten yaralama suçuna ilişkin yürütülen yargılamada, basit tıbbi müdahaleye ve kişinin vücut dokunulmazlığının zedelendiğine ilişkin adli raporlar ile kişinin cezalandırılması yoluna gidilmektedir. Yaralama fiilinin gerçekleştiği mağdur ifadeleri, tanık beyanları ve diğer somut deliller ile desteklendiği takdirde; adli tabip raporlarında “hassasiyet ve fonksiyon kısıtlılığı” şeklinde yapılan belirlemelerin, hekimin muayene sırasında temas etmesi sonucu mağdurun verdiği tepkilerden kaynaklandığı, bu nedenle sübjektif olduğu ve hükme esas alınmayacağına yönelik tespitler, maddi hakikate ulaşılmasını amaçlayan İspat Hukuku bakımından yerinde olmayacaktır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 04.02.2020 tarihli, 2019/18580 E., 2020/1918 K. sayılı kararında; katılanın çelişkili beyanları, sanığın savunmaları ve tanık beyanlarının darp eyleminin gerçekleşmediği yönünde olması, düzenlenen adli muayene raporlarında ise yalnızca hassasiyet ve hareket kısıtlılığı belirlemelerine yer verilmesi, bu nedenle suçun sanık tarafından işlendiği hususunda kesin, inandırıcı, şüpheden uzak deliller elde edilememesi sebebiyle mahkumiyet hükmünü bozmuştur. Benzer şekilde, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 09.10.2017 tarihli, 2017/1194 E., 2017/12346 K. sayılı kararında; katılan ve ailesinin beyanlarında, yaralamanın neticesine ve olayın oluş şekline ilişkin anlatımların, adli tıp raporlarında, yapılan muayeneler sonucu hassasiyete ilişkin yapılan belirlemelerin neticesinde hakikate uygun düşmediği, raporda basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek bulguların ne olduğunun açıkça belirtilmediği, bu nedenle sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak deliller elde edilemediği gerekçeleri ile bozma kararı vermiştir.

Yukarıda değindiğimiz kararlarda sorunun; adli tıp raporları ile taraf ve tanık beyanları arasında çelişki bulunması ve mağdurun/katılanın iddialarını beyan delili hariç ortaya koyamamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. İlgili kararlardan yola çıkarak; “hassasiyet ve hareket kısıtlılığı” belirlemelerinin, alınan hekim raporunda lezyon tarifi bulunmamasının, yaralama fiilinin gerçekleştiğini her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ortaya koymaya yeterli olmadığı kanaatine ulaşmak hukuka uygun olmayacaktır. Yargıtay kararları, yaralanmanın niteliği hakkındaki raporun ayrıntılı olması gerektiğine, aksi takdirde yetersiz nitelikteki raporun hükme esas alınarak hüküm kurulmasının bozma sebebi teşkil edeceğine işaret etmektedir.

Adli tabip, Adli Tıp Kurumu, hekim veya hastane raporları, kasten yaralama suçları bakımından ne anlam ifade eder? Çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren delili veya delilleri değerlendiren uzmanlık, yani bilirkişi raporu mudur, yoksa sadece durum tespiti midir veya tespitlerine göre delil midir?

Bir yaralama hadisesinde her şey delil olabilir; şüpheli, sanık, mağdur, tanık beyanları, hukuka uygun yol ve yöntemle elde edilmek kaydıyla ses ve/veya görüntü kayıtları, fotoğraf, olayın meydana geldiği yerde yapılan inceleme ile bulunan olayda kullanılan alet, kan, iz, eser, emare, bunun yanında mağdurun yaralandığına dair iddiasını ve olayın oluşunu destekleyen tıbbi tespit ve bulgular ki, adli muayene raporları ve içerikleri, trafik kazalarında hazırlanan olay yeri tespit tutanağı gibi delil mahiyeti taşımaktadır. Adli muayene raporunda; kasten yaralandığını iddia eden veya bu yönde iddia ve tespitler bulunan mağdurun bir hekime, hastaneye veya sonrasında adli tabip muayenesine sevk edilerek, failin müessir fiili ile yaralanıp yaralanmadığı, buna ilişkin vücutta iz ve eserin bulunup bulunmadığı veya kalıp kalmadığı, bunun derecesi, yaralanmanın TCK m.86’da düzenlenen kasten yaralamanın derecesi belirtilir, konu m.87’de yer alan neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaya girmekte ise, duruma göre hemen veya ilerleyen zamanda bu konuda Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması yoluna başvurulur.

Adli muayene raporlarının uzmanlığı gerektiren tıbbi konuda delil tespiti olduğu, esasen delili ortaya koyduğu, ancak devam eden aşamada bu delil ve delilin ceza sorumluluğuna etkisinde bir tartışma yaşandığında, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi raporu alınması gerektiğinden, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından CMK m.63’e göre bilirkişi raporu alınması gerektiği anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak; mağdurun iddiasını doğrulayan somut deliller varsa, yaralamaya ilişkin konuda adli tabip raporunda yukarıda değindiğimiz ibarenin bulunması veya vücutta herhangi bir iz ve esere rastlanmadığına dair rapor içeriği, kasten yaralama suçunun işlenmediğinin delili olamaz. Kaldı ki, kasten yaralama suçuna teşebbüste vücuda yönelik herhangi bir iz ve eser de olmaz, çünkü yaralama suçunun icra hareketleri gerçekleşmemiş veya tamamlanmamıştır. Bu halde TCK m.35 delaletiyle gündeme gelecek suça teşebbüste, adli tabip raporunda vücutta yaralanmayı gösteren herhangi bir bulgu olmadığından bahisle sanığın beraatına karar verilebilir mi? Bu bakımdan, yaralama suçunun işlendiğine dair iddiayı destekleyen ve doğrulayan adli muayene raporları önemlidir, fakat üzerinden zaman geçmiş ve hatta TCK m.86/2 hariç soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olmayan yaralama suçları bakımından fiili ve failin kim olduğunu mağdurun bildiği veya öğrendiği andan itibaren geçen altı ay sonrasında yapılan ihbar niteliğinde şikayette, ortada yaralamaya bağlı vücut bulgularını gösteren delil elde edilmese bile, yine iddia soruşturmaya konu edilecek, yaralama suçunun işlendiğine dair yeterli şüpheyi gösteren somut deliller varsa iddianame düzenlenip kamu davası açılabilecek, kovuşturmada şüphe yüzde yüz sanık aleyhine yenilmişse, CMK m.223/5 dikkate alınarak sanığın mahkumiyetine karar verilebilecektir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Özüm Su Uzun

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

QOSHE - Adli Muayene Raporunda Geçen “Hassasiyet ve Fonksiyon Kısıtlılığı” İbaresi Kasten Yaralama Suçu Bakımından Ne Anlam Taşır? - Prof. Dr. Ersan Şen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adli Muayene Raporunda Geçen “Hassasiyet ve Fonksiyon Kısıtlılığı” İbaresi Kasten Yaralama Suçu Bakımından Ne Anlam Taşır?

13 1
06.01.2024

Kasten yaralama suçunu düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.86; yaralamanın neticelerine ilişkin sınıflandırmalar çerçevesinde, failin ceza sorumluluğunu düzenlemiştir. İlgili maddenin birinci fıkrasında; kişinin suçun icrasına elverişli fiillerinin, mağdurun vücuduna acı vermesinin, sağlığının veya algılama yeteneğinin bozulmasına neden olmasının suçun oluşması için yeterli olduğu belirtilmiştir. Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olması durumunda ise, cezanın indirilmesi gündeme gelecektir.

Kasten yaralama suçuna ilişkin yürütülen yargılamada, basit tıbbi müdahaleye ve kişinin vücut dokunulmazlığının zedelendiğine ilişkin adli raporlar ile kişinin cezalandırılması yoluna gidilmektedir. Yaralama fiilinin gerçekleştiği mağdur ifadeleri, tanık beyanları ve diğer somut deliller ile desteklendiği takdirde; adli tabip raporlarında “hassasiyet ve fonksiyon kısıtlılığı” şeklinde yapılan belirlemelerin, hekimin muayene sırasında temas etmesi sonucu mağdurun verdiği tepkilerden kaynaklandığı, bu nedenle sübjektif olduğu ve hükme esas alınmayacağına yönelik tespitler, maddi hakikate ulaşılmasını amaçlayan İspat Hukuku bakımından yerinde olmayacaktır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 04.02.2020 tarihli, 2019/18580 E., 2020/1918 K. sayılı kararında; katılanın çelişkili beyanları, sanığın savunmaları ve tanık beyanlarının darp eyleminin gerçekleşmediği yönünde olması, düzenlenen adli muayene raporlarında ise yalnızca hassasiyet ve hareket kısıtlılığı belirlemelerine yer verilmesi, bu nedenle suçun sanık tarafından işlendiği hususunda kesin, inandırıcı, şüpheden uzak deliller elde edilememesi sebebiyle mahkumiyet hükmünü bozmuştur. Benzer şekilde, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 09.10.2017 tarihli, 2017/1194 E., 2017/12346 K. sayılı kararında; katılan ve ailesinin beyanlarında, yaralamanın neticesine ve olayın oluş şekline ilişkin anlatımların, adli tıp raporlarında, yapılan muayeneler sonucu hassasiyete ilişkin yapılan belirlemelerin neticesinde hakikate uygun düşmediği, raporda basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek bulguların ne olduğunun açıkça belirtilmediği, bu nedenle sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin,........

© Hukuki Haber


Get it on Google Play