Erken dönem film kuramcılarından Rudolf Arnheim insanlığın ilk çağlardan beri doğal nesnelerin bire bir imajlarını yaratma tutkusuna sahip olageldiğini ve bu tutkunun bir yansıması olarak görsel sanatlarda da doğaya benzerliği yakalama çabasının yaygın biçimde kendini gösterdiğini ifade eder. Oysa Arnheim’a göre sanat, “mekanik biçimde sadık taklitler” oluşturduğunda değil, “yoktan yaratma, yorumlama ve şekillendirme” içerdiği zaman sanattır. İnsanlık tarihi boyunca mekanik biçimde birebir taklitler oluşturmanın önünde bazıları teknik, bazıları algısal engellerin mevcut olduğunu kaydeden Arnheim, doğaya tam benzerliği yakalama konusundaki beklentilerin sinema üzerinde yoğunlaşmış olduğunu eleştirel bir bakışla saptar günümüzden yaklaşık yüz yıl kadar önce yazdığı Film als Kunst (Sanat Olarak Film) adlı kitabında.

İşte çizgi film mecrası, bu takıntıdan en uzak duran koludur sinemanın. Nitekim öncü Sovyet sinemacı Eisenstein, sinema tarihinin ilk uzun metraj çizgi filmi olan Pamuk Prenses ve 7 Cüce’yi (Snow White and the Seven Dwarfs, 1937), sinemanın sınırsız biçimde yeni biçimler yaratma olanağını açığa çıkardığı için övgülere boğmuştu.

Çizgi film sanatının yakın dönemdeki en kalburüstü ürünlerinden biri olan Fransız yapımı İki Arkadaş’ın (Ernest et Célestine, 2012) on yıl sonra gelen devam filmi Minik Fare ve Sevimli Ayı’nın Maceraları (Ernest et Célestine: Le Voyage en Charabie, 2022) bir yılı aşkın bir rötarla da olsa nihayet dün (Cuma) ülkemizde de sinemalarda vizyona girdi. Belçika’da 1981-2003 yılları arasında yayınlanmış, Ernest adında bir ayıyla, Célestine adında bir farenin dostluğunu konu alan resimli öykü kitapları serisindeki kahramanları beyazperdeye taşıyan bu çizgi filmlerin ilki Türkiye’de yalnızca İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşabilmişti. Ernest ve Célestine’in tanışmalarını ve dostluklarının pekişmesini perdeye getiren ilk film, görselliğinin hayranlık uyandırıcılığına ek olarak, yabancılara, bizden olmayana, bize benzemeyene karşı önyargıları yeren tutumunun yanı sıra, Célestine’in ağzından duyduğumuz “yoksul diye açlıktan ölsün mü?” gibi söylemlere ve hatta mülkiyet temelli burjuva adaletini sorgulayan yönelimlere de sahip olması açısından dikkat çekici bir filmdi.

Minik Fare ve Sevimli Ayı’nın Maceraları’nda iki dost, Ernest’in bir kaza sonucu bozulan kemanını tamir edebilecek bir ustanın yaşadığı uzak bir diyara doğru yola çıkıyorlar. Ernest’in doğup büyüdüğü ve ailesinin halen yaşadığı bu kente geldiklerinde ise yalnızca tek bir nota çalmanın serbest olduğunu, müzikal performansların aslen yasaklanmış olduğunu, hatta cıvıldayan kuşlara dahi görevlilerin hortumla su sıktığını hayretle görüyorlar! Kentte müzik tutkunu çok sayıda ‘muhalif’ hapse atılmış durumdadır ve bu duruma isyan edenler gizli bir ‘müzikal direniş’ hareketi olarak örgütlenmişlerdir…

Yalnızca tek bir notanın çalınmasına izin verilmesi ve diğer notaların yasaklanması üzerinden çoğulculuğun bastırılmasının alegorisi olarak da görülebilecek bu anlatıda, daha sonra çocukların anne-babalarının izinden gitmeye zorlanmalarının eleştirisini içeren bir başka izlek daha şekilleniyor. Bu ikinci izlek belki biraz fazla doğrudan bir anlatımla perdeye gelse de Minik Fare ve Sevimli Ayı’nın Maceraları, hem arka plan çizimlerinin göz okşayıcılığı, hem de karakterlerin yüz ifadelerinde sade dokunuşlarla sergilenen cana yakınlık üzerinden keyifle kendisini seyrettiren ve de sinema ortamında büyük perdede izleme şansı kaçırılmaması gereken bir film.

QOSHE - Minik Fare ve Sevimli Ayının Maceraları: Bir ‘müzikal direniş’ masalı - Kaya Özkaracalar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Minik Fare ve Sevimli Ayının Maceraları: Bir ‘müzikal direniş’ masalı

13 0
09.03.2024

Erken dönem film kuramcılarından Rudolf Arnheim insanlığın ilk çağlardan beri doğal nesnelerin bire bir imajlarını yaratma tutkusuna sahip olageldiğini ve bu tutkunun bir yansıması olarak görsel sanatlarda da doğaya benzerliği yakalama çabasının yaygın biçimde kendini gösterdiğini ifade eder. Oysa Arnheim’a göre sanat, “mekanik biçimde sadık taklitler” oluşturduğunda değil, “yoktan yaratma, yorumlama ve şekillendirme” içerdiği zaman sanattır. İnsanlık tarihi boyunca mekanik biçimde birebir taklitler oluşturmanın önünde bazıları teknik, bazıları algısal engellerin mevcut olduğunu kaydeden Arnheim, doğaya tam benzerliği yakalama konusundaki beklentilerin sinema üzerinde yoğunlaşmış olduğunu eleştirel bir bakışla saptar günümüzden yaklaşık yüz yıl kadar önce yazdığı Film als Kunst (Sanat Olarak Film) adlı kitabında.

İşte çizgi film mecrası, bu takıntıdan en uzak duran koludur sinemanın. Nitekim öncü Sovyet sinemacı Eisenstein, sinema tarihinin ilk uzun metraj çizgi filmi olan Pamuk Prenses ve 7 Cüce’yi (Snow White and the Seven Dwarfs, 1937), sinemanın sınırsız biçimde yeni biçimler yaratma olanağını açığa çıkardığı için övgülere boğmuştu.

Çizgi........

© İleri Haber


Get it on Google Play