İnsan bir "oluş" halidir. Her hücre kombinasyonunda yeniden var olan Tanrı parçacığı… Yaşam ise "oluş"un deneysel bir kurgu filmi…

Kimileri gönüllü katılır bu filme, kimilerininse sorgulamakla geçer zamanı.

Merak ve öğrenme, insanı hayatta tutan temel güdülerdir. Bilgiyle donanan insan beceriler kazanır.

Her insan farklı beceri ve özelliklerle devam eder yaşam yolculuğuna. Bu yolculukta rehberlere büyük ihtiyaç duyulur.

Çünkü anlamak, yaşamdaki yerini ve misyonunu kavramak kolay değildir. Çeşitli yolculuklar gerekir; yanlış yollar ve yol arkadaşlarıyla…

İşte bu yolculukta rehber sayabileceğimiz insanlar henüz çocuk yaşlarda tanıştığımız öğretmenlerdir.

Rehberlik misyonunu taşıyan bir öğretmen, yaşam denen bu engebeli arazide doğru yolları gösteren ilk haritadır.

Öğretmenlik başka bireyleri hayata ve çeşitli bilgilere hazırlamaktan önce kendini tanımayı, deneyimleri paylaşmayı, sabrı ve bilgeliği gerektirir.

Yaşadığımız coğrafyaların bu noktada büyük etkileri olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye gibi dinamikleri sürekli değişen bir coğrafyada öğretmenlik mesleğinin karşılaştığı sorunları düşününce Virginia Woolf'un şu cümlesi geliyor akla:

Kendiniz hakkında doğruları söylemezseniz başkaları hakkında da doğruyu söyleyemezsiniz.


Önce doğruları yaşamak ve bunları açıkça ifade edebilmek! Toplumda tepeden en derine kadar olması gereken ilk koşul olmalıdır.

Çünkü Henry Ward'ın belirttiği gibi, "Bir öğretmen sonsuzluğu etkiler, bu etkilerinin nerede son bulacağını da asla bilemezler."

Doğruluk koşulunun nasıl eğilip bükülebildiğine tanıklık eden ve kendi doğrularını söylemekten asla çekinmeyen isimlerden biri Orhan Çelik.

Yazar Orhan Çelik, 70'li ve 80'li yılların en önemli tanıklarından. İlk kitabı "Büyük Dağda Küçük Köy", 1984 yılında okurla buluşuyor.

Bu eseri "Sağırtaş" (2001), "Kumluk Diyar" (2003), "Ar" (2015) romanları ile Kürtçe kaleme aldığı "Fîstansorê" (2017) oyunu takip ediyor.

Önemli çalışmalara imza atan yazar; 80'lerde devlet şiddetiyle bastırılan kültürel, düşünsel, yazınsal, dilsel çeşitliliğin (dilde kıyım, bedende ölüm olarak zapta geçirilen sayısız olay) boğulduğu atmosferi unut-a-mayanlardan.

Boğulduğu atmosferi yazı ile genişletmeye çalışan Orhan Çelik, 2024 yılının ilk ayında Belge Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırılan "Paydos Öğretmenim" ile yeniden okuyucuyla buluşuyor.

Çelik'in öğretmenlik yıllarında karşılaştığı veya yaşadığı olaylara dayanan on dokuz ayrı başlıktan oluşan otobiyografik bir çalışma bu.

Devletin ona biçmeye çalıştığı "varlık" kisvesini kabullenmeyen, doğduğu coğrafyanın geleceğini görebilen, öğrencilerine ve insanlara yardımcı olmaya gayret eden "değer" arayışında bir öğretmenin hafıza yolculuğu da diyebiliriz bu kitaba.

"Zil Çaldı Öğretmenim" başlığıyla kitaba yolculuk başlıyor. Öğretmenlik hayatının ilk yılları.

Doğu Karadeniz'in bir köyünde Orhan Öğretmen'in üç buçuk yıllık deneyimi, köy ihtiyar heyetinin okulun bahçesinde mahkeme heyeti gibi davranmasıyla son buluyor.

İktidarların can simidi olan vatan hainliği ve bayrak argümanlarından ötürü…

Heyetin oluşmasına neden olan kişi ise aynı lojmanda kaldığı Şexo Öğretmen. Okul ve yaşadıklarıyla sınırlı değil elbette metni.

Ormanlarından nehirlerine, vadilerine, dağlarına… Karadeniz'in doğasını da kadrajına alıyor.


Toplumun/devlet organizmasının genel anlamda politik/ekonomik felsefesinin hayat bulmasında ve şekillendirilmesinde toplumsal yapının norm ve değerlerinin bireyler tarafından içselleştirilmesinin yanı sıra öğretmenlik mesleğinin ne kadar uzun ve etkili bir yol olduğunu gösteren sayısız örnek yaşam mevcut.

Bu yaşamların çoğu, seslerinin varlıksal boyutuna sanatı yerleştiriyorlar. Adorno'nun söylemiyle:

Sanat hem gerçeklikten kaçıp sıyrılan hem de içine gerçekliğin nüfuz ettiği bir şeydir.


Susturulmuş olanın yankısına sanat yetişiyor. Böylece, bireyi kendisinin ya da başkasının acısına sürekli bakan konumundan kurtarıp şahit olduğu varlığı sanatsal çalışmalarla görünür kılıyor.

Türkiye'de öğretmenlik döneminde yaşadıkları siyasi süreçlerden kaynaklı birçok problemle karşılaşan insanlar var.

Özellikle politik fikirlerinden dolayı işinden olan, yurt dışına çıkmak zorunda kalan, hapishanelerde olan… Öğretmenliğiyle, fikirleriyle yazdıklarıyla birçok soruşturmaya maruz bırakılan.

Orhan Çelik'in "Paydos Öğretmenim" kitabının, bu noktada birçok öğretmenin ortak hafızasına dokunacağı kuşkusuz.


"Kiske Kuşu…" Ramiz Dede'nin askerliğinin vicdani ağırlığı ve yıllardır devletin gizlediği belgelerin konuşan hafızası bölümü.

"Dersim Tertelesi". Üç yıl boyunca Orhan Öğretmen'e anlatıyor Dersimlilere neler yaşatıldığını.

Birçok anlatıcısı var yazarın. Yaşattıkları tertelenin vicdanını taşıyamayan insanların ağızlarına pelesenk ettikleri olayların yankıları devletin arşiv kapılarından her seferinde geri dönüyor.

Arşivden dönebilir vicdan ama hafızadan dönmez. Ramiz Dede'ye kulak verelim:

La Huca, biz emir kuluyduk, yapmayıver baalım, o saat canımızı alırlardı. O palabıyıklı babayiğit kürdü kurşuna dizmek neyse de, ya o masum çocukları bir top kimi kayalardan fırlatıp parçalanmasını görmeye can mı dayanır? Can dayanmaz Huca! Hepsi ana kuzusuydu. Askerin postalına sarılıp Kürtçe çığırsalar da öldürmeyin dediklerini anlamaz mıydım? Oy, oy! Ne yapacan? Ferman yukarıdan gelmiş.


O palabıyıklı babayiğit Kürdü kurşuna dizmek neyse de!!! Sonu gelmeyen neyselerle devam eden ölümler…

Şark görevi, sürgün yeri… Gizemin, kâbusun, korkunun, mahrumiyetin yeri…

"Orada bir köy var uzakta, gitmesek de kalmasak da o köy bizim köyümüzdür!" şarkısının egemen bakışı, lenguistik dramı anlamaya yetmedi ya da yetmek istemedi.

Orhan Öğretmen'in zorunlu yer değişikliği ile tayini Doğu Karadeniz'den Doğubayazıt'ın bir köyüne çıkar. Sevinçlidir.

Kendisiyle yeniden tanıştığına ikna eder yüreğini. Kasasının üstü branda ile örtülmüş bir kamyonla köye gider.

Burası Doğu. Çoğu memurun gelmek istemediği, zorunlu görevle gelenlerin bir an önce dönmek istediği, devletin varlığını şiddetle, inkârla, baskıyla kabul ettirme çabasının bölgesi…

Kitabı okurken Ferit Edgü'nün "Hakkâri'de bir Mevsim" romanını hatırlamamak elde değil.

Ferit Edgü'nün "Pirkanis" köyünde yaşadıklarını, gördüklerini detaylı bir gözlem ve anlatım gücünün ürünü olarak yazdığı "Hakkâri'de Bir Mevsim" romanı geçmişte kalan anılardan ibaret değil.

Aslında bölgenin çözümlenemeyen sorunlarını (!) doğrudan gözler önüne serer.

Aradan geçen zamana rağmen Doğu'da, bu ülkede o mevsimin hiç değişmediğini fark ediyoruz.

"Bir kazazede miydim? Yoksa bir sürgün mü? Yoksa bir mahkûm mu? Öyleyse neydi suçum?" sorularıyla ancak bir sürgünün, mahkûmun, suçlunun buralara gelebileceğini vurguluyor Edgü.

Öğretmen Orhan'ın tayla, köpekle ve yöreli insanlarla yaptığı kamyon kasası yolculuğundaki mutluluğu Doğu'da mevsimin hep kış olmadığını hissettiriyor.

Elbette iki yazarın aynı mutluluğu yaşamaları beklenmez ancak bu coğrafyanın tamamının kendi vatanı olduğunun farkında olmak bakış açısını değiştirebilir.


Orhan Öğretmen'in tanık olduğu olgu ve olayların tamamının bugünün koşullarında devam etmesi Edgü'nün anlattıklarıyla eş değer.

İki öğretmen birbirinden çok da uzak olmayan bir dönemde öğretmenlik yapıyorlar.

Yakın zamanda vizyona giren "Kuru Otlar Üstüne" filminin de "Paydos Öğretmenim" metniyle ortak paydada buluştuğu birçok nokta var.

Doğu'ya zorunlu görevle gelen resim öğretmenin dört yıl boyunca yaşadıklarına odaklanıyor film.

Geldiğim ilk dakikadan beri aklımda sadece gitmek var.


Tıpkı Pirkanis köyüne gidişini herhangi bir suçla kıyaslayan öğretmen misali.

Her açıdan anlatılan coğrafyaya gelen insanların bir şekilde kaçış duyguları vurgulanıyor ancak basit şekilde çekip gideyim durumu değildir bu.

Bu suç mahallinde alabildiğim heveslerimi alıp bir dakika durmak istemiyorum der gibi…

Filmin ana karakteri Samet, sürekli "buralar" sözcüğünü kullanır. Sözcüklerin ve cümlelerin varlık sebeplerini, bağlamlarını, sınırlarını, nereye doğru genişleyebileceklerini iyi belirliyor filmin yönetmeni.

Öğretmenin "buralar" dediğine devlet "oralar" demektedir. Orhan Öğretmen'in öğretmenlik yaptığı ve "buralar" diye benimsediği her okulda samimi ve mücadeleci yaklaşımı okuyucuyu gönendiren bir hissiyat veriyor.

Çünkü Orhan Öğretmen kendi kültürünü, dilini, dağını, taşını toprağını iyi biliyor. Öğrencileri okula kazandırma çabası da yadsınamaz emeklerinden.

Bu süreç sadece doğduğu coğrafya ile sınırlı olmayan bir yaklaşımla biçimleniyor.

Buna karşılık Samet'in okulundaki öğretmenlerin diyaloglarının samimiyetsiz ve yapay olduğunu hissettirir yönetmen.

İçtenlikten yoksun diyalogların nedeni taşra değildir. Ülke koşullarının Doğu'yla aynı olmayan ve Batı'da yaşanan değişimlerden uzak kalmasıyla ilgilidir.

Ancak bu noktada politik yaklaşımını çok silik göstermiştir yönetmen. Samet'in öğrenciye "Baban nerede?" sorusundan sonra öğrencinin sessizliği gibi…

Oysa Orhan Öğretmen kurgu olmayan yaşamdan politik derinliğe varmaktadır.

Öğretmenliğini sürdürdüğü dönemde yayınlanan bir kitabından ötürü hakkında soruşturma başlatılıyor Orhan Çelik'in.

Böylece komiserin deyimiyle "Baba/yasa" ile tanışıyor Orhan Öğretmen. Suç kabul edilen kitabın belirli yerlerinde Kürtçe sözcüklerin yer alması sorgulanıyor.

Sorguya çekilen öğretmen veya kitap değildir aslında, kadim bir coğrafyada milyonlarca insanın konuştuğu dili kabullenememenin sorgusudur bu!


"Toroslar" metninde, okulun yerinin neredeyse kimsenin bilmediği bir yöreye tayin ediliyor Orhan Öğretmen.

Devletin arşivine kayıtlı, resmi okulunu köyde arıyor öğretmenimiz. Gittiği yer Yörüklerin coğrafyası.

Bekle ki yayladan dönsünler. Bekleyeyim ama nerede? Bulamıyor. Milli Eğitim binasına geri dönüyor. Bilen yok. Okul unutulmuş.

Kurumdaki memurlardan biri hatırlıyor yerini. Böylece varıyor okuluna. Okula yakın evi olan yaşlı çiftin yardımıyla düzen veriyor çevreye ve başlıyor eğitim-öğretime.


"Bu Yürek Seni Unutur mu Bilgin Öğretmenim". Duygusal anlamda okuması en zor metinlerin başında geliyor.

Bu bölümde Sıddık Bilgin Öğretmen'in ana dili üzerindeki yasakların kaldırılmasını, Kürtçenin de eğitim dili olmasını ve hasıraltı edilmiş bir tarihin aydınlanmasını talep eden temel siyasi görüşlere sahip olduğu için vatana ihanetle suçlanarak kendi köyünde işkenceyle katledilip karakol bahçesine gömülmesi anlatılıyor.

Hikâyenin yanı sıra Çelik, babasını bu elim olayda kaybeden Rojvan'la söyleşiye de yer veriyor kitabında.


"Kuru Otlar Üstüne" filmi, bireysel bir hikâyenin içine sıkıştırılmış silik bir politik yapı olarak görülürken apolitik bireylerin boşlukta çarpışan duygularını öğretmenlik kavramıyla irdeliyor.

"Paydos Öğretmenim" ise tür olarak otobiyografi olmaktan ziyade bir öğretmenin tanıklığıyla çok kollu güç odaklarının Kürt coğrafyasında insanlara yaşattıklarını, ülkenin ideolojik anlamda eğitime yaklaşımını, sahipsiz okulları eşsiz manzaralarla birleştirerek sunuyor okuyucuya.

Politika, kültür ve dil kavramlarını bir dönemin kişisel tarihiyle birleştiren bu eser hakikatlere ve özgürlüğe "paydos" demeyenler için.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

QOSHE - Kuru Otlar'dan Paydos Öğretmenim'e… - Deniz Mahabad
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kuru Otlar'dan Paydos Öğretmenim'e…

14 1
23.02.2024

İnsan bir "oluş" halidir. Her hücre kombinasyonunda yeniden var olan Tanrı parçacığı… Yaşam ise "oluş"un deneysel bir kurgu filmi…

Kimileri gönüllü katılır bu filme, kimilerininse sorgulamakla geçer zamanı.

Merak ve öğrenme, insanı hayatta tutan temel güdülerdir. Bilgiyle donanan insan beceriler kazanır.

Her insan farklı beceri ve özelliklerle devam eder yaşam yolculuğuna. Bu yolculukta rehberlere büyük ihtiyaç duyulur.

Çünkü anlamak, yaşamdaki yerini ve misyonunu kavramak kolay değildir. Çeşitli yolculuklar gerekir; yanlış yollar ve yol arkadaşlarıyla…

İşte bu yolculukta rehber sayabileceğimiz insanlar henüz çocuk yaşlarda tanıştığımız öğretmenlerdir.

Rehberlik misyonunu taşıyan bir öğretmen, yaşam denen bu engebeli arazide doğru yolları gösteren ilk haritadır.

Öğretmenlik başka bireyleri hayata ve çeşitli bilgilere hazırlamaktan önce kendini tanımayı, deneyimleri paylaşmayı, sabrı ve bilgeliği gerektirir.

Yaşadığımız coğrafyaların bu noktada büyük etkileri olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye gibi dinamikleri sürekli değişen bir coğrafyada öğretmenlik mesleğinin karşılaştığı sorunları düşününce Virginia Woolf'un şu cümlesi geliyor akla:

Kendiniz hakkında doğruları söylemezseniz başkaları hakkında da doğruyu söyleyemezsiniz.


Önce doğruları yaşamak ve bunları açıkça ifade edebilmek! Toplumda tepeden en derine kadar olması gereken ilk koşul olmalıdır.

Çünkü Henry Ward'ın belirttiği gibi, "Bir öğretmen sonsuzluğu etkiler, bu etkilerinin nerede son bulacağını da asla bilemezler."

Doğruluk koşulunun nasıl eğilip bükülebildiğine tanıklık eden ve kendi doğrularını söylemekten asla çekinmeyen isimlerden biri Orhan Çelik.

Yazar Orhan Çelik, 70'li ve 80'li yılların en önemli tanıklarından. İlk kitabı "Büyük Dağda Küçük Köy", 1984 yılında okurla buluşuyor.

Bu eseri "Sağırtaş" (2001), "Kumluk Diyar" (2003), "Ar" (2015) romanları ile Kürtçe kaleme aldığı "Fîstansorê" (2017) oyunu takip ediyor.

Önemli çalışmalara imza atan yazar; 80'lerde devlet şiddetiyle bastırılan kültürel, düşünsel, yazınsal, dilsel çeşitliliğin (dilde kıyım, bedende ölüm olarak zapta geçirilen sayısız olay) boğulduğu atmosferi unut-a-mayanlardan.

Boğulduğu atmosferi yazı ile genişletmeye çalışan Orhan Çelik, 2024 yılının ilk ayında Belge Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırılan "Paydos Öğretmenim" ile yeniden okuyucuyla buluşuyor.

Çelik'in öğretmenlik yıllarında karşılaştığı veya yaşadığı olaylara dayanan on dokuz ayrı başlıktan oluşan otobiyografik bir çalışma bu.

Devletin ona biçmeye çalıştığı "varlık" kisvesini kabullenmeyen, doğduğu coğrafyanın geleceğini görebilen, öğrencilerine ve insanlara yardımcı olmaya gayret eden "değer" arayışında bir öğretmenin hafıza yolculuğu da diyebiliriz bu kitaba.

"Zil Çaldı Öğretmenim" başlığıyla kitaba yolculuk başlıyor. Öğretmenlik hayatının ilk yılları.

Doğu Karadeniz'in bir köyünde Orhan Öğretmen'in üç buçuk yıllık deneyimi, köy ihtiyar heyetinin okulun bahçesinde mahkeme heyeti gibi davranmasıyla son buluyor.

İktidarların can simidi olan vatan hainliği ve bayrak argümanlarından ötürü…

Heyetin oluşmasına neden olan kişi ise aynı lojmanda kaldığı Şexo Öğretmen. Okul ve yaşadıklarıyla sınırlı değil elbette metni.

Ormanlarından nehirlerine, vadilerine, dağlarına… Karadeniz'in doğasını da kadrajına alıyor.


Toplumun/devlet organizmasının genel anlamda politik/ekonomik felsefesinin hayat bulmasında ve şekillendirilmesinde toplumsal yapının norm ve değerlerinin bireyler tarafından içselleştirilmesinin yanı sıra öğretmenlik mesleğinin ne kadar uzun ve etkili bir yol olduğunu gösteren sayısız örnek yaşam mevcut.

Bu yaşamların çoğu, seslerinin varlıksal boyutuna sanatı yerleştiriyorlar. Adorno'nun söylemiyle:

Sanat hem........

© Independent Türkçe


Get it on Google Play