Sevdiğin birinden ya da tutkun olduğun bir şeyden bahsetmek zordur. Neden bu kadar etkilendiğini anlatmak istersin, senin hissettiklerini başkaları da hissedebilsin, seni anlasınlar istersin. Peki onu başkalarına senin gözünden anlatmayı becerebilecek misin? Onu senin gördüğün gibi görebilmelerini sağlayabilecek misin? İşte düğüm burada…

Buz gibi ve rüzgarı bol bir kasım gününde Kalben'le buluşmak üzere vapura binmiş giderken bunları düşünüyorum. Dinlemekten çok keyif aldığım bu kadınla tanışacağım için heyecanlıyım.

Yaklaşık iki saat süren röportajın ardından vapurla kendi yakama dönerken aklımda yine aynı sorular var. Onu benim gözümden görmelerini sağlayabilecek miyim? Kalben'le sohbetimizden aldığım keyfi yazıya dökebilecek miyim?

"Kaygılı biriyim"

Sıcacık bir karşılama ve sıkı bir tokalaşmayla başlayan sohbette Kalben, sık sık adımla hitap ediyor bana. Beni araştırmış, ne mezunu olduğumu biliyor ve kendisinin de Sinema Televizyon okumak istediğini söylüyor heyecanla. Beni yanına gelenlerle hiç tereddütsüz tanıştırıyor, sanki eski bir dostumla sohbet ettiğimi hissettiriyor.

Ben de sohbet edeceğim kıymetli insanları tanımak için küçük adımlar atıyorum öncesinde ve onun neleri sevdiğini, nelere ilgisi olduğunu biraz anlamaya çalışıyorum. Bunu yaptığım zaman daha çok keyif aldığımı fark ettim. Hayattan da sohbetten de… Ve müzik yapma eylemine dair özel bir zaman ayırıp orada bulunmaktan da.

"Çünkü ben kaygılı biriyim biraz" diye açıklıyor Kalben. Ben ister istemez bu kadar açık, bu kadar sıcak, bu kadar korkusuz görünen bir kadının ne gibi bir kaygısı olabilir diye düşünürken açıklamaya başlıyor:

Çok kalabalıklar içinde kaygılı biri olmanın da ilginç bir tarafı oluyor. Bazen insanların içinde rahat olamadığım, içime kapandığım ve utangaç olduğum zamanlar oluyor. Çok utangaç ya da kaygılı tarafım ortaya çıkmasın diye içimdeki fırlamaya araştırma yaptırıyor.

"Madem aynı dayağı yiyoruz o zaman birlikte oturup ağlayabilmeli"


Karşımda emek üzerine hak ettiği kadar düşünen, emeğimize kafa yoran, insanların verdiği emeğe saygı duyan bir kadın oturuyor. Emeğin insanları birleştiğinin bilincinde bir kadın. Birlik olmak üzerine düşünen, beraberliğe inanan, bizi birleştiren şeyleri özümseyen bir kadın.

Emeğimi bir hiçmiş gibi, gazinodan çıkan iş insanının para saçışı gibi saçtığımı, bu memleketin, bu memleketin bütün kurumlarının, üzerimde ne kadar çok baskısının, yargısının, nefretinin, korkusunun olduğunu görmeme yol açan bireysel ve kitlesel deneyimler yaşadım. Bu deneyimleri doğru okumaya, gözden kaçırmamaya çalıştım.

Bu bilince nasıl vardığınıysa şöyle anlatıyor:

'Bu sadece benim başıma değil de hepimizin başına gelen bir şey mi acaba?' Bu soruyu sormak çok işime yaradı. Yani bana yapılan bir şeyin aslında aynı anda milyonlarca insana yapıldığını fark ettim. 'Milyonlarca insanla da o zaman konuşabilirim' dedim. Madem aynı dayağı yiyoruz o zaman birlikte oturup ağlayabilmeli. Bunun şarkılarını birlikte söyleyebilmeli. Bunun için birlikte dans edebilmeli. Siz bize böyle şiddetinizle, yumruklarınızla, tüfeklerinizle geldiyseniz, biz de size omuz omuza verdiğimiz sevgi duvarıyla geliyoruz.

"Annem de babam da bu ülke için çok çalışmış"


Kalben'in konuşması da şarkıları da şiir gibi. Şiir gibi konuşuyor. Betimlemelerini özenli virgüllerle, cümlelerini de aynı itinayla noktalı virgüllerle ayırıyor. Her bir söylediği şiir gibi akıyor.

Bence sanırım şair olmaya cesaret edemediğinden müzik beni aldı içine. Yani baktı ki şair olmaya cesaretim yok, müzik çağırdı galiba. Çünkü şair olmak büyük bir cesaret işi ve ben hep şiir yazdım. 4 yaşından beri şiir yazıyorum ve o şiirler biraz da şarkı sözü gibi. İçinde şarkılar gizli olan şiirler onlar. Onu şiir olarak da yaşayabilirsin şarkısını da doğurabilirsin, o sana kalmış.

Şair olmaya "korktuğunu söyleyen Kalben, "Korkutuldum" deyip ekliyor:

Rahmetli babam şairdi. Rahmetli annemin de öyle bir tarafı vardı. İkisi de müzik aşığıydı, ikisi de çok kırılmışlar. Ve çok çalışmışlar, bu ülke için çok çalışmışlar. Bu ülkede erkenden evlendirmeye çalışılan genç kız için çok çalışmışlar. Okuma yazma bilmeden askere giden o genç adam için çok çalışmışlar. Çatal tutmayı bilmeyen çocuk için çok çalışmışlar. Yani müthiştiler… İki delinin ürünüyüm ben. Beni çok sevdiler. Ve bu ülkeyi, bu ülkenin her yerini, renklerinden, dillerinden, inanç sistemlerinden, cinsiyet ve kimliklerinden bağımsız olarak sevmeyi ben o iki deliden öğrendim.

"Çocuk nereye koyarsan oranın çocuğudur"


Kalben sevginin hakim olduğu, insan ayrımı yapılmayan bir evde büyümüş. Arkadaşlarının evinin hangi semtte olduğuna önem vermemesi tembihlenmiş. Kalben'e insan ayırmaması öğretilmiş, "Çocuk çocuktur, insan da insan" demişler.

Ben arkadaşımın köy çocuğu olduğunu öğretmenimden öğrendim. Evimde böyle bir ayrım yoktu. Çünkü ben de köy çocuğuydum. Kasaba çocuğuydum da şehir çocuğuydum da. Yani çocuğum ben, beni nereye koyarsan ben oranın çocuğu olurum. Çocukları bile ayırıyorlar. Ayakkabısına, önlüğüne, dikili düğmesine, yüzüne, tenine, rengine göre ayırıyorlar. Ben böyle bir yerde yaşamak istemiyorum. Ben çocukların bu şekilde ayrıştırıldığı, bazı çocuk ölümünün değerli, bazılarının değersiz olduğu bir yerde yaşayamam. Ben bunu kabul edemem.

"Benim Türkiye'mde yaşıyorum"

Mevzu tabii ki sadece çocukla sınırlı değil…

Kadına gelmiyorum bile henüz, kimliğe gelmiyorum. Çocuktayım ben daha, bebecikteyim. Bir annenin soyadına göre değerli olduğu bir ülkede yaşamak istemiyorum. Böyle bir yerde yaşayamam. O yüzden ben burada değil, benim Türkiye'mde yaşıyorum. Benim ve sevdiklerimin, tanımadan bile sevebileceğim insanların Türkiye'sinde yaşıyorum. Benim ülkem orası. Ben o ülkeye hizmet ediyorum. Ben o ülkenin gerçekleşmesi için ödüyorum o vergileri.

Kalben sık sık "marjinal" diye nitelendiriliyor haberlerde. "Marjinal şarkıcı Kalben" diye… Oysa kendini elbette marjinal bulmuyor. "Peki sence nedir marjinal?" diyorum:

Marjinal, her zaman ortak bir fayda hizmet etmeye çalışanı yabancılaştırmak ve onun ortak faydaya hizmet ettiği gerçeğini örtbas etmek için kullanılan bir kelimedir.

"Marjinal, bir kadına çirkin ve yalnız hissettirendir"

Cevabı net, ama bu kadarla sınırlı değil elbette:

Marjinal, o ayakkabıyı giyen, o şekilde dans eden, saçı o renk olan, aynı cinsiyetten olup da öpüşen değildir. Marjinal 12 yaşında bir çocukla evlenendir aslında. Marjinal, bir okulu yakandır, yıkandır. Marjinal, bir öğretmenin işportacı olmasına yol açandır. Marjinal, müzisyenlerin intiharlarını ve çocukların ölümlerini değerli bulmayan ve bunlara intihar süsü vermeye çalışandır. Marjinal, savaş çıkarandır. Marjinal, bir kadına çirkin ve yalnız hissettirendir. Marjinal, ekmek çalan çocuğu 20 yıl hapse koyup katili bir yılda serbest bırakandır. Marjinal budur, ben değilim. Yani bana saçımdan, dansımdan ya da konuştuklarımdan ötürü marjinal diyorsa birileri, bu sadece bana karşı bir komplo olabilir.

"2024'te krizden yana yoksulluk çekelim"


Kalben'in 2024 için güzel dilekleri var. Hepimizin içten içe dilediklerini o yine şiir gibi anlatıyor:

Özgürlük. Sevgi, adalet, bağlılık, iletişim, yakınlık. Kriz yoksulluğu. Krizden yana yoksulluk çekelim. Hiç kriz olmasın. Hiç kimse bir amaçla evinden çıkmışken, başka birinin bir amacı nedeniyle ölmesin 2024'te bizler siviller olarak birbirimizi öldürmeyi bırakalım en azından. Çünkü bizi zaten öldüren kurumlar, kurumlar üstü ve kurumlar altı yapılar var. Bari biz siviller olarak birbirimizi öldürmeyi bırakalım. Nefrete dair bütün karşı kültürel aktivite dursun. Bir de çoluk çocuk çok mutlu olsun. Şoke olalım mutluluktan.

"Albüm konusunda hırsım yok"

Peki hayranları 2024'te Kalben'den ne bekleyebilir? Yeni şarkılarını dinleyebilecek miyiz?

Hazırladığımız çok fazla şarkı var, onları galiba istediğim zamanlarda paylaşmak istiyorum. 5 albüm oldu artık, çok mutluyum. Yani neredeyse The Beatles kadar albümüm oldu, o yüzden durabiliriz. Albüm konusunda bir hırsım yok. Şarkılarımı özgürce yayımlamak istiyorum 2024'te.

Son olarak Kalben'in 2024'ü beklemek istemeyen hayranlarına küçük bir de müjdesi var:

Hatta 2 Aralık'ta sevgili Ahmet Rüstem ve Hakan Sorar'ın sergileri başlıyor ve 2 Ocak'a kadar devam edecek. Bir şarkımı yayımlamadan orada paylaşıyorum. O serginin içinde, onların güzel bir eserinin içinde olacak ve katılımcılarımız kulaklıklarıyla da dinleyebilecek.

© The Independentturkish

QOSHE - Şiir gibi konuşan kadın: Kalben - Nazlı Erdol
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şiir gibi konuşan kadın: Kalben

5 0
08.12.2023

Sevdiğin birinden ya da tutkun olduğun bir şeyden bahsetmek zordur. Neden bu kadar etkilendiğini anlatmak istersin, senin hissettiklerini başkaları da hissedebilsin, seni anlasınlar istersin. Peki onu başkalarına senin gözünden anlatmayı becerebilecek misin? Onu senin gördüğün gibi görebilmelerini sağlayabilecek misin? İşte düğüm burada…

Buz gibi ve rüzgarı bol bir kasım gününde Kalben'le buluşmak üzere vapura binmiş giderken bunları düşünüyorum. Dinlemekten çok keyif aldığım bu kadınla tanışacağım için heyecanlıyım.

Yaklaşık iki saat süren röportajın ardından vapurla kendi yakama dönerken aklımda yine aynı sorular var. Onu benim gözümden görmelerini sağlayabilecek miyim? Kalben'le sohbetimizden aldığım keyfi yazıya dökebilecek miyim?

"Kaygılı biriyim"

Sıcacık bir karşılama ve sıkı bir tokalaşmayla başlayan sohbette Kalben, sık sık adımla hitap ediyor bana. Beni araştırmış, ne mezunu olduğumu biliyor ve kendisinin de Sinema Televizyon okumak istediğini söylüyor heyecanla. Beni yanına gelenlerle hiç tereddütsüz tanıştırıyor, sanki eski bir dostumla sohbet ettiğimi hissettiriyor.

Ben de sohbet edeceğim kıymetli insanları tanımak için küçük adımlar atıyorum öncesinde ve onun neleri sevdiğini, nelere ilgisi olduğunu biraz anlamaya çalışıyorum. Bunu yaptığım zaman daha çok keyif aldığımı fark ettim. Hayattan da sohbetten de… Ve müzik yapma eylemine dair özel bir zaman ayırıp orada bulunmaktan da.

"Çünkü ben kaygılı biriyim biraz" diye açıklıyor Kalben. Ben ister istemez bu kadar açık, bu kadar sıcak, bu kadar korkusuz görünen bir kadının ne gibi bir kaygısı olabilir diye düşünürken açıklamaya başlıyor:

Çok kalabalıklar içinde kaygılı biri olmanın da ilginç bir tarafı oluyor. Bazen insanların içinde rahat olamadığım, içime kapandığım ve utangaç olduğum zamanlar oluyor. Çok utangaç ya da kaygılı tarafım ortaya çıkmasın diye içimdeki fırlamaya araştırma yaptırıyor.

"Madem aynı dayağı yiyoruz o zaman birlikte oturup ağlayabilmeli"


Karşımda emek üzerine hak ettiği kadar düşünen, emeğimize kafa yoran, insanların verdiği emeğe saygı duyan bir kadın oturuyor. Emeğin insanları birleştiğinin bilincinde bir kadın. Birlik olmak üzerine düşünen, beraberliğe inanan, bizi birleştiren şeyleri özümseyen bir kadın.

Emeğimi bir hiçmiş gibi, gazinodan çıkan iş insanının para saçışı gibi saçtığımı, bu memleketin, bu memleketin bütün kurumlarının, üzerimde ne kadar çok baskısının, yargısının, nefretinin, korkusunun olduğunu görmeme yol açan bireysel ve kitlesel deneyimler yaşadım. Bu deneyimleri doğru okumaya, gözden kaçırmamaya çalıştım.

Bu bilince nasıl vardığınıysa şöyle anlatıyor:

'Bu sadece benim başıma değil de hepimizin başına gelen bir şey mi acaba?' Bu soruyu sormak çok işime yaradı. Yani bana yapılan bir şeyin aslında aynı anda........

© Independent Türkçe


Get it on Google Play