Kişilerarası ilişkilerin geliştirilmesinde ve sürdürülmesinde önemli bir etken olan “aidiyet duygusu” temel gereksinimlerimiz arasında yer alır. Hepimiz bir aile ortamında, bir toplumun üyesi olarak dünyaya geliriz ve yaşadığımız toplumun tarihiyle, inancıyla ve değerleriyle bütünleşir, bağ kurarız. Ağaç değiliz, yaşamlarını sadece fiziki olarak sürdürebilen canlı türlerinden de değiliz, insanlık ailesinin bir üyesiyiz ve Allah’ın bahşettiği düzeni korumak ve sürdürmek gibi asli bir göreve sahibiz. Bu görev bizi mekânları aşan bir noktaya, insanlık seviyesine yükseltiyor ve yelpazesi bütün dünyayı kapsayan bir kardeşlik ihdas ediyor. Dili, rengi, kültürel değerleri farklı olan binlerce vicdanlı insanla adalette birleşiyor ve insanlık ailesine dâhil oluyoruz.

Adalet bütün insanlığın ortak değeri ve huzur, barış ve birlikteliği tesis eden bir güç. Tabiatımız hakkaniyete uygun yaratıldığı için aksi bir durum sergilediğimizde patolojik sorunlar ortaya çıkıyor ve kendimize yabancılaşmaya başlıyoruz. Psikolojinin kişilik bozukluğu ekseninde ele aldığı bu durum sadece tıynetimizi bozmuyor toplumun ve doğanın düzenini de ifsat ediyor ve şiddete, çatışmaya, kaosa sebebiyet veriyor.

Ruh sağlığını korumaya yönelik çalışmaları ile öne çıkan uzmanlar son yıllarda hızla artan narsist kişilik bozukluğuna dikkat çekiyor ve vicdani hassasiyeti gelişmeyen bu kişilerin yaşadıkları ortamın sükûnetini bozduğundan bahsediyorlar. Fakat narsist bozukluğun kurumsallaştırılmış, devletleştirilmiş ve çeteleştirilmiş hali olan İsrail’in sergilediği vahşetin ağır ruhsal bozukluk olduğunu ve bu noktada siyasi, tıbbi önlemler alınması gerektiğini ifade etmekten kaçınıyorlar. Zira bu hasta zihniyet bütün dünyada siyasi, ekonomik ve bilimsel otoriteleri kontrol altına almış ve istediklerini istedikleri şekilde yönlendiriyorlar.

Narsist bozuklukta kişi kendisinin özel olduğuna inanır, muhataplarını ise menfaatlerine hizmet eden bir araç olarak görür ve insanların duygularını, taleplerini, haklarını yok sayar. Kendilerini Tanrının seçkin kulları diğerlerini ise benliğine hizmetkâr kılınmış insanımsı varlıklar olarak gören Siyonist zihniyet narsisizmin kurumsallaşmış halidir ve bu hasta ruhlu zihniyet bütün dünya fertleri için bir tehdittir.

Çocukluk döneminden itibaren narsist bir yapıya yönlendirilen Siyonistler uyumsuz tavırları ile tüm dünyanın nefretini üzerlerine çektiklerinin farkındadır ve şiddeti bir zırh olarak kullanarak korkularını gizlemeye çalışıyorlar. İnsanlık ailesinde hiçbir olumlu intibalarının olmadığını biliyorlar, sahip oldukları güç ellerinden kaydığında ektikleri şiddetin bedelini ödeyeceklerinin farkındalar o yüzden şiddetin dozunu arttırarak gözdağı vermeye çalışıyorlar.

Bilim ve teknolojinin hayatımızın her alanına hâkim olduğu bir çağda narsist belirtiler gösteren bir zihniyet, kendilerine Tanrı tarafından üstünlük bahşedildiğini iddia ederek çocuklarla savaşıyor, Kadınları, erkekleri, yaşlıları, hastaları katlediyor, ağaçları kesiyor, evleri bombalıyor, toprağı zehirliyor ve ne yazık ki bölge ülkelerinin liderleri bu vahşeti basit kınama mesajları ile geçiştiriyorlar.

İsrail başkanı: “çıkarlarınızı korumak istiyorsanız hiçbir açıklama yapmayın, sessiz kalın” diyor ve açıktan tehdit ediyor. Bu karanlık zihniyetle işbirliği yapan ve ticari ve siyasi anlaşmalarla dolaylı da olsa destek vermeye zorlanan yöneticiler koltuklarını korumak için başlarını eğiyor ve çocukların ölümüne sessiz kalıyorlar. Dünyanın vicdanlı halkları ise taraflarını seçiyor ve aynı anda yüz binlerce Filistinli doğuyor.

İşgalciler geçirmekte oldukları narsist nöbetleri ilahi bir güce dayandırarak katliam, tehdit ve kirli icraatlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Katlettikleri insanların hak arama girişimlerini terör ve tehlike olarak lanse ederken vaat edilmiş topraklar hezeyanına kapılıp, taraftarlarını şiddete güdülüyor ve nefesleri süt kokan bebekleri parçalayarak katlediyorlar. Bilirsiniz narsist yapının en belirgin özelliği duygudaşlık yoksunluğu ve zayıflar üzerinde tahakküm kurma eğilimidir. İsrail’in çocuk katliamları bunun açık göstergesidir. Bir vicdan körlüğüdür Siyonizm...

Bilindiği üzere Siyonist sistem dünyada çocukları hapseden, cezalandıran sorgulayan tek zihniyet fakat ne yazık ki bu sorun ne BM’nin ne UNICEF’in ne İnsan Hakları İzleme Örgütünün gündeminde yer alıyor. Bu kuruluşlar bölgede yaşanan vahşeti gündeme taşımak ve kurumsallaştırılan patolojiye dikkat çekmek yerine sadece katledilen çocukların durumunu değerlendirip, istatistiğini tutmakla yetiniyorlar.

Peki, bu duruma nasıl gelindi? İki asır önce bütün dünyada gizlice örgütlenen Siyonistler siyasi, ekonomik ve bilimsel gücü kontrol altında tutacak şekilde organize oldular ve Theodor Herzl öncülüğünde 29 Ağustos 1897 Basel’de birinci Siyonist kongrede bir araya gelerek Filistin toprakları üzerindeki senaryoyu yazdılar. Bir asır sonra türlü entrikalarla bölgeye yerleşen çeteler siyasi ve ekonomik güçlerini kullanarak işgal faaliyetlerini sürdürmeye devam ettiler.

Kirli icraatlarını vaat edilmiş topraklar hezeyanı ile gerekçelendiren Siyonistler kendilerinin insan diğerlerinin ise insan dışı varlıklar olarak yaratıldığına inanıyor ve bunu açıklamaktan kaçınmıyorlar. Ne acıdır ki bu ilkel tanımlamalar ne siyasi alanda, ne de bilimsel çevrelerde rahatsızlık uyandırıyor ve geceye karanlık demek halkların vicdanlarına düşüyor. Hatırlarsınız sokak röportajında kendilerine mikrofon uzatılan İsrailli halklar Tanrı bizi seçti diğerleri bize hizmet edecekler diyor ve dünyaya meydan okurcasına kasılıyorlardı. Çocuk yaştan itibaren pompalanan bu marazi düşünce bu canileri insanlıktan tamamen uzaklaştırıyor ve kan emici vampirlere dönüştürüyor.

Mescidi Aksa ve Filistin’in soylu çocukları tarihin en vahşi katliamlarına maruz kalıyor. Anne babalar çocuklarının parçalanmış bedenlerini toplarken sitemlerini düşmana değil dosta yapıyor ve nerede İslam âleminin yöneticileri..! diye sesleniyorlar. Ama seslerini duyuramıyorlar. Yöneticiler vahşete gözlerini kapasalar da tüm dünyada halklar sokaklara çıkıyor ve bu karanlık zihniyetin tarihin çöplüğüne terk edilmesi için çağrıda bulunuyorlar. Ancak halkların tepkileri yeterli değil, İslam coğrafyasının göbeğine yerleşen bu cerahatin temizlenmesi için bölgedeki yöneticilerin bir araya gelip İsrail ile yapılan tüm anlaşmaları askıya almaları ve siyasi, ticari ve bilimsel alanda güçlü bir altyapı oluşturarak bağımlılıktan kurtulmaları gerekir. Sağduyulu liderler konuyu bütün detayları ile ele alıp, yıkımı ve tahrifatı içeren yeni dünya kavramına karşın siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik alanda etkin olabilecek adil düzeni tesis etmeli ve bunu küresel noktaya taşımalıdırlar.

Filistin’de tarihin en ağır vahşeti yaşanırken kazanılmış haklardan ve iki devletli çözümden bahsediliyor ki; bu Filistin davasına ihanettir. Siyonistler işgal ettikleri topraklardan çekilmeli ve Mescidi Aksa ve soylu halkı bedelini kanıyla, tarihle, nesiller boyu ödedikleri özgürlüğe tüm dünyanın desteği ve saygınlığı önünde yeniden kavuşmalıdırlar.

Bütün dünyada vicdanlı insanların talebi, haykırışı ve duası bu yöndedir.

QOSHE - Siyonizm Kurumsallaşmış Narsisizmdir - Fatma Tuncer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Siyonizm Kurumsallaşmış Narsisizmdir

8 9
21.11.2023

Kişilerarası ilişkilerin geliştirilmesinde ve sürdürülmesinde önemli bir etken olan “aidiyet duygusu” temel gereksinimlerimiz arasında yer alır. Hepimiz bir aile ortamında, bir toplumun üyesi olarak dünyaya geliriz ve yaşadığımız toplumun tarihiyle, inancıyla ve değerleriyle bütünleşir, bağ kurarız. Ağaç değiliz, yaşamlarını sadece fiziki olarak sürdürebilen canlı türlerinden de değiliz, insanlık ailesinin bir üyesiyiz ve Allah’ın bahşettiği düzeni korumak ve sürdürmek gibi asli bir göreve sahibiz. Bu görev bizi mekânları aşan bir noktaya, insanlık seviyesine yükseltiyor ve yelpazesi bütün dünyayı kapsayan bir kardeşlik ihdas ediyor. Dili, rengi, kültürel değerleri farklı olan binlerce vicdanlı insanla adalette birleşiyor ve insanlık ailesine dâhil oluyoruz.

Adalet bütün insanlığın ortak değeri ve huzur, barış ve birlikteliği tesis eden bir güç. Tabiatımız hakkaniyete uygun yaratıldığı için aksi bir durum sergilediğimizde patolojik sorunlar ortaya çıkıyor ve kendimize yabancılaşmaya başlıyoruz. Psikolojinin kişilik bozukluğu ekseninde ele aldığı bu durum sadece tıynetimizi bozmuyor toplumun ve doğanın düzenini de ifsat ediyor ve şiddete, çatışmaya, kaosa sebebiyet veriyor.

Ruh sağlığını korumaya yönelik çalışmaları ile öne çıkan uzmanlar son yıllarda hızla artan narsist kişilik bozukluğuna dikkat çekiyor ve vicdani hassasiyeti gelişmeyen bu kişilerin yaşadıkları ortamın sükûnetini bozduğundan bahsediyorlar. Fakat narsist bozukluğun kurumsallaştırılmış, devletleştirilmiş ve çeteleştirilmiş hali olan İsrail’in sergilediği vahşetin ağır ruhsal bozukluk olduğunu ve bu noktada siyasi, tıbbi önlemler alınması gerektiğini ifade etmekten kaçınıyorlar. Zira bu hasta zihniyet bütün dünyada siyasi, ekonomik ve bilimsel otoriteleri kontrol altına almış ve istediklerini istedikleri şekilde yönlendiriyorlar.

Narsist bozuklukta kişi kendisinin özel olduğuna inanır, muhataplarını ise menfaatlerine hizmet eden bir araç olarak görür ve insanların duygularını, taleplerini, haklarını yok sayar. Kendilerini Tanrının seçkin kulları diğerlerini ise benliğine hizmetkâr kılınmış insanımsı varlıklar olarak gören Siyonist zihniyet narsisizmin kurumsallaşmış halidir ve bu hasta ruhlu zihniyet bütün dünya fertleri için bir tehdittir.

Çocukluk döneminden itibaren narsist bir yapıya yönlendirilen Siyonistler uyumsuz tavırları ile tüm dünyanın nefretini........

© İslami Analiz


Get it on Google Play