Özellikle son dönemde hızla artan bir tavırdan, bir tutumdan, bir yılgınlık ve “perişan olduk” söyleminden, yazınından ve psikolojisinden söz etmek isterim. Sürekli yakınan, ağlayıp sızlayan, üzüntüye alışık, güzellikleri unutan bir toplum oluşturma/kanıksatma sürecinden. Oysa yakınmanın yanında çözüm için biraz düşünmek, biraz irdelemek, kimi durumları/koşulları zorlamak, refleksten öte bilinçli insan davranışı değil mi?

Ülke koşulları, yetkili ve yetkisizlerin konuşmaları, açıklamaları… Kimi siyasi kimliklerin beyin uçuklatan, insan aklıyla alay eden tutum, davranış ve söylemleri…Çok haklı eleştirilerin yanında öfkeyi, nefreti beslemekte. Toplumun bunlardan etkilenmemesi olası değil. Ülkemizin ve halkımızın özlemlerinin, ekonomik sosyal beklentilerinin, gönencinin, mutluluğunun yaşam bulmasını amaçlaması gereken “siyaset”, büyük bölümü ile bugün, kişilerin, ilgili siyasi yapıların birbirleriyle “dalaşmasıyla” sınırlanmakta, çözüm üretkenliğinden hızla uzaklaşmakta. Akılcılığa ve bilimselliğe tamamen aykırı bu “dalaşma” kendi haklılığını dayatan bir güç gösterisine/savaşımına dönüşmekte ya da bunun karşısında olan halk kesimlerinin “ezildik”, “yıkıldık”, “yok olduk”,kurtuluş zor artık”, bilinç karartması söylemine sarılan genel muhalif tutuma indirgenmekte.

Yazılı ve görsel basın bu yönüyle “yandaş” ya da “karşıt” olarak konumlanmakta/konumlandırılmakta. Sosyal medya ve iletişim tetikçileri yine büyük bir güç olarak etkilemeye, yönlendirmeye, biçimlemeye çalışmakta siyasi kümelenmeleri/partileri, siyaset dilini, siyaset kültürünü ve siyasal etiği. Kayganlaşan, hiç de adaletli ve eşit olmayan koşullarda, akılcılıktan/siyaset ve davranış biliminden uzak bir siyaset anlayışı, tarzı ancak var olan, yaygın olan, egemen olan, baskın olan siyasi yapıya hizmete ve giderek ona benzemeye yol açmakta. Bu “benzeme” gün be gün çoğalarak yaygınlaşmakta, toplum bir anlayışa tutsak edilmeye çalışılmakta.

Böylece gerçekçi/halkçı çözümün beyin ve yüreklerden tamamen silinmesine toplumun alıştırılması başarılmış, karşı devrim hız kazanmış olacaktı. Dahası yüce değerlerle toplumun donatılması/gelişmesi ülküsü -Aydınlanma, Uygarlaşma, Devrim uğraşı-, gerçekleşmesi olanaksız, düşsel, boş uğraş gibi gösterilerek halkımızın direnci kırılıp yılgınlığa sürüklenmesine ve teslim alınmasına hizmet eden bir “aymaz” siyasi yapıya dönüşmekte/dönüştürülmekte, yaygın “muhalif” anlayış! -Efendim böyle olmadıklarını izlem ve eylemleriyle kanıtlasınlar o zaman! -

Bir başka etken, düşünceyi ikinci plana iten duygusal tutum ve önyargılar, feodal toplumsal yapının yaygınlığı tam bir karmaşaya iterken halkı, siyasilerin “at oynattığı” alan genişlemekte. -Kuşkusuz dürüst, toplumun çıkarlarını ve aydınlanmasını öngören, demokratik cumhuriyetin oluşması, hak-eşitlik-adalet-evrensel hukuk için çırpınan örgütlenmeleri ve siyasileri bu düzlemde görmüyorum; onlara haksızlık etmekten özellikle sakınırım.-

Genelde yaygınlaşan bir durumdan, bilimsel eleştiri ve yapıcılık bakışından öteye bir çıkmaza sürüklenişten söz etmek istiyorum. “Etkin” siyasilerin “büyük başkan” ya da sözcülerinden değil sadece. Ki onlar varlıklarını ve “başarılarını” siyasi karşıtlarının konumuna, başarısızlığına bağlayarak “üste çıkma” yarışını/dalaşını siyaset ya da toplumsal mücadele sanıyorlar. Elbette bu tutum ilgili örgütlenmelerin ve siyasi yapıların alt birimlerine/taşraya, temsilcilerine de sirayet ediyor. Toplumsal birliğimize, ulusal önceliklerimize, genel ekonomik-sosyal çıkarlarımıza oldukça aykırı bir yola/kulvara bizi sokmakta bu eğilim.

Dış etkenleri de ekleyince büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu, yok oluşa doğru sürüklendiğimizi artık anlayamamak tam bir ahmaklık-öngörü eksikliği-akılsızlık ve aymazlık olacaktır! Tam burada şunu da not düşmek zorunlu bana göre; kendi varlık ve geleceklerini -ikbal- birtakım çıkar ilişkileriyle bütünleyip halkı/ülkeyi düşünmek bir yana, umursamayan “gafillere” anlatmak istediklerimin bir ilgisi yok. Onlar her dönemde değişik görüntüleriyle -versiyon- karşımıza çıkmışlar, bukalemun özellikleriyle asalaklıklarını, kene ve kan emici yanlarını saklamasını çoğu zaman becerebilmişlerdir!

Bu sosyolojik gerçeklikten hareketle teori üretmek ve yaşama/pratiğe sunmak akılcılığından başka bir seçenek var mı? İlgili örgütlenmeler, siyasi partiler, dernekler, sendikalar, kitle örgütleri durumdan görev çıkararak toplumsal savaşıma katlı vermeli, dayanışma ve birlikte davranma becerisini de göstererek. Bana bugün bütün bunları söyleten ilk bölümde belirtiğim “yakınma” söylem ve yazınından bir an önce çıkma zorunluluğu… Edilgenlik/nesne yerine, etken/özne konumuna geçme zorunluluğu… Çünkü yaşam, bizim öznel isteklerimizden öteye nesnel dahi akmazken kimi zorunluluklar ortaya çıkarak yaşamı biçimliyor. Bu biçimleme aşamasında sizin ne denli etken olduğunuz, ilgili ROTAyı da belirler.

Şu yaşanmışlığı hala kavramayan/kavrayamayan birçok siyasi yapı/önderlik, sözüm ona topluma yön ve biçim çizmekte; Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı boyunca ve sonrası Cumhuriyet Devrimi öngörüsü ve kararlılığı!... Dış düşmanların yanı sıra çok yakın arkadaşlarının karşı çıkmasına karşın dik ve sağlam duruşu, ödün vermeyen tavrı ve Cumhuriyet karşıtlarını dar bir alana sıkıştıran siyasi önderlik becerisi… Elbette onlarla kısır polemiklere girmeyen anlayışın yanında sabır ve öngörü ustalığı da buna eklenmeli. Umarım artık daha da gecikmeden örnek alınır.

QOSHE - SİYASET/TOPLUMSAL SAVAŞIM VE YILGINLIK - Sabri Dilber
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

SİYASET/TOPLUMSAL SAVAŞIM VE YILGINLIK

8 9
11.01.2024

Özellikle son dönemde hızla artan bir tavırdan, bir tutumdan, bir yılgınlık ve “perişan olduk” söyleminden, yazınından ve psikolojisinden söz etmek isterim. Sürekli yakınan, ağlayıp sızlayan, üzüntüye alışık, güzellikleri unutan bir toplum oluşturma/kanıksatma sürecinden. Oysa yakınmanın yanında çözüm için biraz düşünmek, biraz irdelemek, kimi durumları/koşulları zorlamak, refleksten öte bilinçli insan davranışı değil mi?

Ülke koşulları, yetkili ve yetkisizlerin konuşmaları, açıklamaları… Kimi siyasi kimliklerin beyin uçuklatan, insan aklıyla alay eden tutum, davranış ve söylemleri…Çok haklı eleştirilerin yanında öfkeyi, nefreti beslemekte. Toplumun bunlardan etkilenmemesi olası değil. Ülkemizin ve halkımızın özlemlerinin, ekonomik sosyal beklentilerinin, gönencinin, mutluluğunun yaşam bulmasını amaçlaması gereken “siyaset”, büyük bölümü ile bugün, kişilerin, ilgili siyasi yapıların birbirleriyle “dalaşmasıyla” sınırlanmakta, çözüm üretkenliğinden hızla uzaklaşmakta. Akılcılığa ve bilimselliğe tamamen aykırı bu “dalaşma” kendi haklılığını dayatan bir güç gösterisine/savaşımına dönüşmekte ya da bunun karşısında olan halk kesimlerinin “ezildik”, “yıkıldık”, “yok olduk”,kurtuluş zor artık”, bilinç karartması söylemine sarılan genel muhalif tutuma indirgenmekte.

Yazılı ve görsel basın bu yönüyle “yandaş” ya da “karşıt” olarak konumlanmakta/konumlandırılmakta. Sosyal medya ve iletişim tetikçileri yine büyük bir güç olarak etkilemeye, yönlendirmeye, biçimlemeye çalışmakta siyasi kümelenmeleri/partileri, siyaset dilini, siyaset kültürünü ve siyasal etiği. Kayganlaşan, hiç de adaletli ve eşit olmayan koşullarda, akılcılıktan/siyaset ve davranış biliminden uzak bir siyaset anlayışı, tarzı ancak var olan, yaygın olan, egemen olan, baskın olan siyasi yapıya hizmete ve giderek ona benzemeye yol........

© Karadeniz'de sonnokta


Get it on Google Play