Her gün sayfalar dolusu suçu okurlarına sunan gazetelerimiz polisin suç dosyası gibi… Tıka basa hükümlüyle dolu merkezi cezaevimizin ve polis nezaretindeki kimisi kelepçeli, kimisi kelepçesiz zanlıdan geçilmeyen mahkeme koridorlarımızın manzarası gündemimizin ilgi odağında… İnsanların kapısı kilitsiz evlerde güvenle oturdukları günlere dair gıpta ve özlem sözcükleri, bu manzaralardan tedirgin olanlarımızın dilinden hiç düşmez oldu… Toplumun özlenen o masumiyet günleri, hiç kuşkusuz 1974 öncesini işaret eder…
Evet doğrudur… 1974 öncesinde suçta ve suçlularda bu denli yoğunluk yoktu… Nüfus hareketlerinin yaşanmadığı, dış etkilerden uzak kendi dar gettolarında izole edilmiş bir yaşamda toplum dayanışmalı büyük bir aile görünümünde olursa, suç oranının düşük olması da elbette ki doğaldır… Halkımız yoksuldu ve kilitsiz tutulan kapıların arkasında zaten çalınacak, kötülükleri teşvik edecek pek bir zenginlik de bulunmuyordu… Cezaevi bile bulunmayan, tek tük suçlunun karakollarda polis nezaretinde tutulduğu bir toplumduk… 1964’ten sonra toplumsal güvenlik TMT sorumluluğuna geçtiğinde komuta heyetleri kurallara aykırı davrananları kapatacak hücre bulamayınca ne yapmışlardı?.. Onları Venedik burçlarındaki mazgal deliklerine kapatmışlardı!…
***
Evrilen toplum yapısına bakıldığında, 1974’ten sonra gettolarından çıkarak coğrafi bir konumda dışa açılan ve üzerinde suç işlenebilecek olanaklarla değerlere de kavuşan bir halkın dıştan gelen yabancı nüfus etkilerinin de sarmalına girdiği gözlenir… Her şeyin bir bedeli var ya… Suçların, suç türlerinin ve suçluların artması da 1974 sonrasında toplumca kavuşulan olanakların ve değerlerin bir bedeli gibi algılanabilir…
Sosyal çalkantılar içindeki toplumda bize bu “kadarına da pes” dedirten cinsten şaşırtıcı ve hatta şok edici suçlarla karşılaştığımız durumlar çoktur… O durumlarda genç suçluların dramı ve onların toplumla sürtüşmeleri bizi en fazla düşündüren sosyal acılarımızdan biridir… Çeşitli suçlardan dolayı her gün gazete sayfalarının öznesi olan o gencecik insanlar eğer toplumda bir sorumluluk duygusu yaratamıyorlarsa, işte orada ciddiyetle durmak gerekir. Çünkü genç suçlu sayısındaki artışa karşı duyarsızlık ne anlama gelir?.. Toplumsal bir hastalığın oluştuğu anlamına gelir…
Sağlıklı bir toplum gençlerini suç eğilimlerinden uzak tutabilmeli, buna uygun ortamı oluşturabilmeli ve suç işlemiş olanları da yeniden verimli ve yararlı biçimde içine çekebilmeli, hazmedebilmelidir… İşte bu bağlamda adaletin duyarlılığı da kendini duyumsatır… Adalet insanı suça iten nedenler üzerinde durmazsa, o nedenleri yok edici bir mekanizma halinde çalıştırmazsa, suçluyu ıslah edemezse, adalet olmaktan çıkar ve suçları da hiç önleyemez duruma gelir… Bu konuyu yarın, Fyodor Mihalyoviç Dostoveyski’nin ünlü klasiği “Suç ve Ceza” romanından bir analizle sürdüreceğim…

QOSHE - Adaleti uygulamak (1) - Ahmet Tolgay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adaleti uygulamak (1)

6 20
28.03.2024

Her gün sayfalar dolusu suçu okurlarına sunan gazetelerimiz polisin suç dosyası gibi… Tıka basa hükümlüyle dolu merkezi cezaevimizin ve polis nezaretindeki kimisi kelepçeli, kimisi kelepçesiz zanlıdan geçilmeyen mahkeme koridorlarımızın manzarası gündemimizin ilgi odağında… İnsanların kapısı kilitsiz evlerde güvenle oturdukları günlere dair gıpta ve özlem sözcükleri, bu manzaralardan tedirgin olanlarımızın dilinden hiç düşmez oldu… Toplumun özlenen o masumiyet günleri, hiç kuşkusuz 1974 öncesini işaret eder…
Evet doğrudur… 1974 öncesinde suçta ve suçlularda bu denli yoğunluk yoktu… Nüfus hareketlerinin yaşanmadığı, dış etkilerden uzak kendi dar gettolarında izole edilmiş bir yaşamda toplum dayanışmalı büyük bir aile görünümünde olursa, suç oranının düşük olması da elbette ki doğaldır… Halkımız yoksuldu ve kilitsiz tutulan kapıların arkasında zaten çalınacak, kötülükleri teşvik edecek pek bir zenginlik de bulunmuyordu… Cezaevi bile........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play