Adaletin suçlu ya da suça eğilimli genç insanlar karşısındaki duruşunun ne olması gerektiğini düşündüğümüzde edebiyata meraklı olanlarımızın aklına hep Dostoyevski’nin ve onun başyapıtı “Suç ve Ceza” romanının gelmesi doğaldır…
Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski aslında suç ve ceza kavramlarıyla bizzat tanışmış acılı bir yazardır… Kendi yaşamı zaten başlı başına bir roman… 1821 yılında Moskova’da doğan ve düzenle çatışmasından dolayı başına gelmedik kalmayan ve hatta Sibirya sürgününde kurşuna dizilmenin eşiğine dek gelen Dostoyevski; gaddar, alkolik ve kuralcı bir baba ve hasta bir annenin çocuğuydu… Henüz küçük yaştayken annesini veremden yitirerek gaddar babasıyla baş başa kalır… St. Petersburg’da mühendislik okurken bile, babasının gaddarlıklarının etkisinden kurtulamaz… Düşüncelerinin odağında kendisinin ve diğer aile bireylerinin yaşadığı acılar ve haksızlıklar vardır hep… O, St. Petersburg’da mühendislik öğrenimini sürdürürken, Moskova’daki babasının şaibeli ölüm haberini alır… Su testisi su yolunda kırılmıştı… Birçok kaynak, Dostoyevski’nin babasının ölümünü gizli bir sevinçle karşıladığını irdeler… Ama babasının ölümüne dair sevinci ruhsal bir depresyonu da yaşatır ona… Yaşamı boyunca kurtulamayacağı sara nöbetleri işte bu son derece çetin iç hesaplaşmasının ürünüdür…
***
Ünlü Rus yazar, ilk başlarda “Roussky Slovo” adlı dergi için uzun bir öykü olarak tasarladığı ve daha sonra 700 küsur sayfalık bir romana dönüştürdüğü “Suç ve Ceza”da hem içindeki fırtınaları ve hem de genç bir insanın adalete ilişkin ruhsal tavrını harmanladı…
Dostoyevski o unutulmaz romanında, Rodion Romanoviç Raskolnikov adındaki bir gencin işlediği çifte cinayet üzerine yaşadıklarını anlatmaktadır… Raskolnikov, bir yandan hukuk öğrenimi görürken diğer yandan da ağır yoksullukla boğuşmaktadır… Para ihtiyacını tefeci bir kadına mütevazı eşyalarını bırakarak karşılamaktadır… Ama yoksulluğuna bir türlü çare bulamadığı gibi tefeciden yakasını da kurtaramaz… Borcu gittikçe ağırlaşmaktadır… Aynen kendisi durumunda olan başka insanlara da tanıklık etmektedir bu arada…
Raskolnikov, işte bu ruh haleti içinde, o tefeci kadının toplumun iyiliği için ölmesi gerektiğini düşünmeye başlar… Kendi maddi sorunlarının yanı sıra ailesinden de kötü haberler almaktadır. Kız kardeşinin kendisinden yaşça çok büyük ama paralı biriyle evleneceğini duyması, onun duyarlı ruhuna yeni bir darbe indirir. İşte acımasız yaşamın bir adaletsizliği daha!..
Raskolnikov, adaletsizliklere karşı bir tepki olarak tefeciyi öldürmeyi aklına koyar… “Adalet için cinayet” takıntısına girmiştir… Acımasız ve doyumsuz tefeci kadını öldürüp mücevherlerini alırken, işlediği cinayete kimsenin tanıklık etmemesi adına onun masum kız kardeşini de orada öldürmek zorunda kalır.
Raskolnikov’un ruh hali, bu çifte cinayetle birlikte yerle bir olur. Adaleti uygulamak bu muydu yani?!.. İşlediği suçu kimse görmemiştir… Buna karşın korkusu ve vicdanı onu büyük bir mahkûmiyete sürükler. Genç adam bir yandan sömürülmüş bir mağdurdur, diğer yandan da katil…
Raskolnikov’u suça iten toplumsal nedenler, onun alt üst olan iç dünyası ve sonrası… Tüm bunlar insanın adaletle ve toplumsal yapıyla yüzleşmesinin en etkileyici örneklerden biri olarak “Suç ve Ceza” romanının odağına yerleşir…
Sözün özü; insanlığın görevi, Raskolnikov dramları yaratmayacak toplumsal düzeni oluşturabilmektir… Tümden olanaksız görünen bir görev!.. Mesela bizim toplumu 1974 öncesinin masumiyet günlerine döndürmeyi hangi güç başarabilir ki artık?..

QOSHE - Adaleti uygulamak (2)     - Ahmet Tolgay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adaleti uygulamak (2)    

6 12
29.03.2024

Adaletin suçlu ya da suça eğilimli genç insanlar karşısındaki duruşunun ne olması gerektiğini düşündüğümüzde edebiyata meraklı olanlarımızın aklına hep Dostoyevski’nin ve onun başyapıtı “Suç ve Ceza” romanının gelmesi doğaldır…
Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski aslında suç ve ceza kavramlarıyla bizzat tanışmış acılı bir yazardır… Kendi yaşamı zaten başlı başına bir roman… 1821 yılında Moskova’da doğan ve düzenle çatışmasından dolayı başına gelmedik kalmayan ve hatta Sibirya sürgününde kurşuna dizilmenin eşiğine dek gelen Dostoyevski; gaddar, alkolik ve kuralcı bir baba ve hasta bir annenin çocuğuydu… Henüz küçük yaştayken annesini veremden yitirerek gaddar babasıyla baş başa kalır… St. Petersburg’da mühendislik okurken bile, babasının gaddarlıklarının etkisinden kurtulamaz… Düşüncelerinin odağında kendisinin ve diğer aile bireylerinin yaşadığı acılar ve haksızlıklar vardır hep… O, St. Petersburg’da mühendislik öğrenimini sürdürürken, Moskova’daki babasının şaibeli ölüm haberini alır… Su testisi su yolunda kırılmıştı… Birçok kaynak, Dostoyevski’nin babasının ölümünü gizli bir sevinçle karşıladığını irdeler… Ama babasının ölümüne dair........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play