15. yüzyılın sonlarından itibaren Batılı ülkelerden bazıları, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarındaki zengin kaynakları oralarda sömürge idareleri kurmak suretiyle önce gasp ederek bir anda zenginleşmişler, 18. yüzyıldan itibaren de İngiltere’de başlayan ‘Sanayi Devrimi’ adım adım Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır.

Devamında liberal ekonomik sistem çerçevesinde şekillenmeye başlayan küreselleşme faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkan dünyayı paylaşma rekabeti küresel bir savaşa dönüşmüş ve bu çerçevede 1. ve 2. dünya savaşları yaşanarak büyük yıkımlara neden olmuştur…

ABD Başkanı Harry S. Truman döneminde 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise Nagazaki’ye atom bombaları atılmıştır…

Batılı ülkeler görüldüğü üzere kendileri dışındaki diğer coğrafyaları sömürgeleştirme rekabetine girişmiş ve insanlık onuruna aykırı sömürgeci faaliyetlerle insanlık tarihinin en utanç verici kıyımlarına neden olmuşlar devamında ise yüz milyonun üzerinde insanın hayatlarını kaybettikleri iki dünya savaşına yol açmışlardır…

2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından dünyayı paylaşma rekabeti içerisine giren Batılı ülkeler uluslararası sistem olarak ‘İki Kutuplu Dünya Düzeni’nin’ kurularak şekillenmesini taraf olmuşlardır. Bu süreç bilindiği üzere 1991’de Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından tek kutuplu dünya düzenine dönüşmüş. Yaklaşık son beş yıldır da Batı merkezli tek kutuplu dünya düzeni yerini Asya/Doğu Merkezli Çok Kutuplu Dünya düzenine bırakmaya başlamıştır. Aslında günümüzde dünya genelinde yaşanan ana mücadele de budur…

İki kutuplu dünya düzeninde ABD Başkanı Truman’ın imzası ile 1945’te Birleşmiş Milletler, 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve daha nice uluslararası otorite olarak nitelendirilen örgütler kurulmuştur… Birleşmiş Milletler’in kurulma sürecinde ABD, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atarak en az 350 bin sivilin ölümüne yol açmıştır.

Bu tarihten iki ay sonra 24 Ekim 1945 tarihinde dünya güvenliği ve barışını sağlamaktan sorumlu ülkeler olarak ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni kurmuşlardır.

10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, kabul edilmiş ve bu tarih Dünya İnsan Hakları Günü olarak kabul edilmiştir…

İnsan hakları, tanım olarak aslında evrensellik içermektedir. Ancak, insan haklarını meydana getiren fikirler genel manada irdelendiği zaman söz konusu düşüncelerin evrensel olmayıp büyük ölçüde Batı Avrupa kültürünün etkisi altında geliştiği görülecektir…

İnsan hakları fikri Avrupa’da aydınlanma döneminde gündeme gelmiştir. Dolayısıyla Batı Avrupa kültürünün baskın etkisi altında ortaya çıkan bir düşünce, acaba ne kadar evrensel olabilir?

İnsan haklarının evrenselliği iddiası, Batının yayılmacılığının bir yansımasıdır. Ayrıca insan haklarının evrenselliğini iddia etmek başka kültürleri Batı kültürü ile yargılamak anlamına gelmektedir!

Modernleşmenin bir neticesi olarak ‘Batı eşittir Evrensel’ biçiminde bir yanılgı söz konusudur. Bu bağlamda Batı’nın gelişim süreci, bilimi, zenginliği, demokrasisi vb. tümünün evrensel olduğu biçiminde bir algı meydana gelmiştir.

Ancak, evrenselliğin kıstası Batı düşüncesi değil, daha kapsamlı biçimde tüm dünyayı içine alacak konsensüs ve uyumdur. Dünyadaki tüm kültürler kendi içerisinde evrensel değerler içermektedir. İnsan haklarının evrenselliği, ancak diyaloglarla mümkün olabilir. Böyle bir uyum gerçekleştiği seviyede insan haklarının evrensel olduğu belirtilebilir.

Örneğin insan haklarının evrenselliğinden söz edilecekse Birleşmiş Milletler’in, artık Kıbrıs’ta iki ayrı halk olduğunu ve insan hakları zemininde de Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs Rumları kadar eşit ve egemen olduğunu kabul etmesi gerekir. Kıbrıs Türk Halkı’nın kendi devletinden silah zoru ile 1963’de dışlanması ve devamında uygulamaya konulan izolasyonlar kabul edilemez insan hakkı ihlalidir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 75’inci yıl dönümünde Birleşmiş Milletleri meydana getiren ülkeler hem ilk kabul noktasından çok uzakta hem de bu çerçevede dünyanın birçok yerinde insan hakları ayaklar altına alınmaktadır.

Bu kapsamda son dönemde Gazze’de yaşanan insanlık dışı olaylara ve on binlerce sivilin katledilmesine seyirci kalan Batılı devletlerin hala daha insan haklarından söz etmeleri ise kabul edilemez bir davranış ve çelişki değil de nedir?

Gazze’de halkın suyu, gıdası, elektriği ve iletişimi kesilerek milyonlarca insan açlığa ve ölüme mahkûm edilmeye çalışılmaktadır. Gazze’de sadece çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gazeteciler değil aynı zamanda insanlık onuru da katledilmektedir.

İşte tam da bu nokta da Batı kaynaklı uluslararası kuruluşlar, yaşanan insan hakkı ihlallerinin önüne geçecek bugüne kadar ne yazık ki hiçbir somut adım atamamıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, göz göre göre çiğnenmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ne yapıyor? Böyle adalet ve adil bir dünya olabilir mi?

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, yıllardır belirttiği üzere dünya beşten büyüktür. Mevcut Birleşmiş Milletler ve BM Güvenlik Konseyi yapısı ile de insanlığın bir yere varması mümkün görünmemektedir…

Bu bağlamda iki gün önce BM Genel Sekreteri A. Guterres’in yapmış olduğu açıklama son derece manidardır. Guterres, Gazze’de ateşkes kararının uygulanamamasının BM Güvenlik Konseyi’nin otoritesini ve güvenirliğini zayıflattığını ifade etmiştir. Bu da görüleceği üzere Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyine ilişkin yıllardır ifade ettiği beyanlarının haklılığını teyit etmektedir.

QOSHE - İnsan haklarının evrenselliğinin çelişkileri - Gökhan Güler
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İnsan haklarının evrenselliğinin çelişkileri

1 0
13.12.2023

15. yüzyılın sonlarından itibaren Batılı ülkelerden bazıları, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarındaki zengin kaynakları oralarda sömürge idareleri kurmak suretiyle önce gasp ederek bir anda zenginleşmişler, 18. yüzyıldan itibaren de İngiltere’de başlayan ‘Sanayi Devrimi’ adım adım Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır.

Devamında liberal ekonomik sistem çerçevesinde şekillenmeye başlayan küreselleşme faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkan dünyayı paylaşma rekabeti küresel bir savaşa dönüşmüş ve bu çerçevede 1. ve 2. dünya savaşları yaşanarak büyük yıkımlara neden olmuştur…

ABD Başkanı Harry S. Truman döneminde 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise Nagazaki’ye atom bombaları atılmıştır…

Batılı ülkeler görüldüğü üzere kendileri dışındaki diğer coğrafyaları sömürgeleştirme rekabetine girişmiş ve insanlık onuruna aykırı sömürgeci faaliyetlerle insanlık tarihinin en utanç verici kıyımlarına neden olmuşlar devamında ise yüz milyonun üzerinde insanın hayatlarını kaybettikleri iki dünya savaşına yol açmışlardır…

2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından dünyayı paylaşma rekabeti içerisine giren Batılı ülkeler uluslararası sistem olarak ‘İki Kutuplu Dünya Düzeni’nin’ kurularak şekillenmesini taraf olmuşlardır. Bu süreç bilindiği üzere 1991’de Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından tek kutuplu dünya düzenine dönüşmüş. Yaklaşık son beş yıldır da Batı merkezli tek kutuplu dünya düzeni yerini Asya/Doğu Merkezli Çok Kutuplu Dünya düzenine bırakmaya başlamıştır. Aslında günümüzde dünya genelinde yaşanan ana mücadele de budur…

İki kutuplu dünya düzeninde ABD Başkanı Truman’ın imzası ile 1945’te Birleşmiş Milletler, 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve daha nice uluslararası otorite olarak nitelendirilen örgütler kurulmuştur… Birleşmiş Milletler’in kurulma sürecinde ABD, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play