Çok sürmez tarlalarda yemyeşil bir örtünün üzerinde, sarı papatyalar ile kırmızı gelincikler dans etmeye başlarlar. Her bahar olduğu gibi… Sonra, papatyalar ile gelinciklerin dansına, turunç çiçeklerinin, pembe güllerin kokusu katılır.

Biliyorsunuzdur hikâyeyi ama ben bir daha anlatayım…

Mitoloji der ki:

Aşk Tanrıçası Afrodit ile sevgilisi Adonis, her yıl Temmuz’da Dali’deki aşk yuvalarına kapanır, halvet olurlardı. Adonis, Kıbrıs Kralı’ı Kiniras’ın kızı, Mirina’nın oğluydu. Mirina da adayı, Afrodit’in hile ve desiseleri yüzünden terk etmişti. Kaç kez yazdım, İzmir meselesini hatırlayın…

Kıbrıslılar, işte bundan dolayı bu aşka sempati ile bakmazlar, homur homur homurdanırlardı. Bir defasında, sevgililer gene senelik buluşmalarına gelmiş, Dali’deki aşk yuvalarına kapanmışlar. Bir öğleden sonra Adonis, tarlalarda dolaşmaya çıkmış. Kıbrıslılar, bekledikleri fırsat budur diyerek, üzerine bir yaban domuzunu sürerler. Domuz, tanrıçanın sevgilisini, tam kasığından yaralar. Zavallı Adonis, atardamarı kesilmiş, yere yıkılıp, kanamaya başlar.

Afrodit bulunduğu yerden olayı işitir, giyinmeden dışarı fırlayıp, tarlalardan sevgilisine doğru bir koşu tutturur. O koşarken, yerdeki bir diken, tanrıçanın çıplak topuğuna saplanır. Oradan damlamaya başlayan kan, Afrodit’in geçtiği tarlalarda nokta nokta, kırmızı bir iz bırakır.

Öte yandan, Adonis sevgilisi kendine ulaştığında kanamaktan sapsarı kesilmiştir. Nitekim kurtulamaz, o yaradan ölür.

Mitolojiye göre, o günden sonra her baharda tazelenen Afrodit ile Adonis’in aşkının anısına, Kıbrıs’ın tarlalarında, tanrıçanın topuğundan damlayan o kanın değdiği yerlerde, kırmızı gelincikler açar… Onların arasında, sararıp solan Adonis’in yerine sarı papatyalar göğerir. Afrodit’in çıplak teninin kokusu da pembe güllerden adanın bütün havasını kaplar.

Bahar, geliyor eli kulağında! Ama gelinciklerle papatyalar, şimdiden başladılar o aşkı kutsamaya binlerce yıldan beri olduğu gibi gene… Yoksa bana mı öyle geliyor? Koku da gelecek, yakındır, biliyorsunuz…

Bazı günler, Akdeniz’in üstünde gökyüzü, batan güneşin ışıklarıyla kızıla boyanır. Şafağın ve gurubun tanrısı Apollon’un o saatlerde geyiklerin çektiği arabasında, oralarda dolaştığını ben bilirim. Siz? Hani, o Dafne ile kavuşamayan umutsuz aşkın kahramanı tanrıyı da eklerim muhayyileme… Kırmızı ufuklardan, lüle lüle pembe bulutlara; o saatlerde kararmaya başlayan Trodos’un o en sivri doruğundan yeşil tarlalardaki gelincik ve papatyalara… Kâh Afrodit ile Adonis, kâh Apollo ile Dafne…

Bazen ufukta göçmen kuşların bir de dizisi olur mu sana, güzel bir kadının boynundaki gerdanlık gibi… Yakarım bir sigara! Kapalı yerde, evet…

Böyle saatlerde, insan mutluluktan “gebermeyi” ister…

Göç eden kuşlar, ürkek tavşanlar… Yanık kokulu keklikler… O delibozuk uçan üveyik… Yağmur altında sırılsıklam olmuş bir güzel kadın… Ya da rüzgârdan korunacağım diye çarşafına sarılmış, neslinin son örneği kalmış o yaşlı nine… Yaşam seyahatimin yolunda rastlaştıklarım…

Buluşan, buluşamayan; erişen, erişemeyen evrenin yaşadığı milyarlarca aşk arasında! İnsanla toprak… Toprakla çiçek… Çiçekle, koku… Bu adayla ben! Bir tütün bulutu içinde kaybolurum o saatlerde…

Ve sonra, Akdeniz’in bütün suyunu, üzerimizdeki bütün havayı, sevgilerin bütününü içime çekebilecekmişim gibi, deriiin bir soluk alırım…

“Aslolan aşktır Hatcem…” demiş şair… Siz ne diyorsunuz?

Yurdunuza, toprağınıza, börtü böceğe, ota, çiçeğe, buluta, çocuğunuza, kadınınıza… Cemile’ye… İnsanlığa… Aslolan aşktır…

Gerisi ne gam?!

QOSHE - Adı değil kendi… - Nazım Beratlı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adı değil kendi…

8 15
13.01.2024

Çok sürmez tarlalarda yemyeşil bir örtünün üzerinde, sarı papatyalar ile kırmızı gelincikler dans etmeye başlarlar. Her bahar olduğu gibi… Sonra, papatyalar ile gelinciklerin dansına, turunç çiçeklerinin, pembe güllerin kokusu katılır.

Biliyorsunuzdur hikâyeyi ama ben bir daha anlatayım…

Mitoloji der ki:

Aşk Tanrıçası Afrodit ile sevgilisi Adonis, her yıl Temmuz’da Dali’deki aşk yuvalarına kapanır, halvet olurlardı. Adonis, Kıbrıs Kralı’ı Kiniras’ın kızı, Mirina’nın oğluydu. Mirina da adayı, Afrodit’in hile ve desiseleri yüzünden terk etmişti. Kaç kez yazdım, İzmir meselesini hatırlayın…

Kıbrıslılar, işte bundan dolayı bu aşka sempati ile bakmazlar, homur homur homurdanırlardı. Bir defasında, sevgililer gene senelik buluşmalarına gelmiş, Dali’deki aşk yuvalarına kapanmışlar. Bir öğleden sonra Adonis, tarlalarda dolaşmaya çıkmış. Kıbrıslılar, bekledikleri fırsat budur diyerek, üzerine bir yaban domuzunu sürerler. Domuz, tanrıçanın sevgilisini, tam kasığından yaralar. Zavallı Adonis, atardamarı kesilmiş, yere yıkılıp, kanamaya başlar.

Afrodit bulunduğu yerden olayı işitir, giyinmeden dışarı fırlayıp, tarlalardan sevgilisine doğru bir koşu tutturur. O koşarken, yerdeki........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play