Mersin ile çamı anlatıp da, defneyi eksik bıraksak, ayıp olmaz mı? O defne ki, batı dillerinde adı doğrudan “Kutsal”ı, çağrıştırır: “Holy Tree”… Konumuzla doğrudan bağlantısı olmasa da defne, ağaçlardan söz açıldıkta, unutulacak bir ağaç değil…

Eskiler, bir hikaye anlatmaya girişmeden önce, “efendime söyleyeyim, kulu da dinlesin” derlerdi, biz de öyle yapalım…

Efendime söyleyeyim, vaktin birinde, Olimpos Tanrıları’nın en büyüğü Zeus, yıldızlarla bezeli duvağını üstüne çekip uykuya dalan Gece Tanrıçası Leto’yu, uykuda görüp, ona aşık olur. Leto uyurken olanlar olur ve tanrıça gebe kalır. O günden sonra, Leto’nun kasıklarından ortalığa bir nur yayılır ve sonunda, Işık ve Güneş Tanrısı Apollon doğar. Geceden, güneş doğmuştur.

Kimileri, Apollon’un doğum yerinin, Efes olduğunu ileri sürerler. Yaygın inanç, Ege’deki Delos Adası’nda doğduğudur…

Her gün pembe parmaklı Tan Perisi, gecenin kapılarını örtüp, günün kapılarını açtığı ve ufuklara pembe güller attığı zaman, Apollon, dört ak kanatlı atın çektiği güneş arabasına binerek, henüz loşluğun devam ettiği, gök yollarında gezintiye çıkar. Göğün en yüksek noktasına vardığında, güneş her tarafa ulaşır. O zaman, ağustos böceklerinin seslerinden başka her şey, susar. Sonra araba, denize yönelir ve kızıl bir küme halinde yanan bulutlar arasından geçerek, denizde yiter, gider… Gün, batmıştır!

Bir tanrı ne iş yapar?

Apollon, güzel sanatların dokuz perisinin, kılavuzudur. Altın lirin en iyi çalıcısı da odur… Hastalıkların iyileştiricisi de Zeus’un oğludur. Gümüş yayın en iyi kullanıcısı, okları en uzağa atan da…

Zeus’un oğlu, bir gün dolaşırken, Eros’a rastlar. Hani o, elindeki oku sağa sola atarak, insanları birbirine aşık eden çocuk tanrıya… Ona der ki:

“Sen, sevginin yavrususun. Bana ait olan o silahları, yanında niye gezdiriyorsun? Sen, onların yerine eline bir meşale al da seviştirdiğin insanların, yüreklerini yak!”

Pembe popolu Eros, bu işe çok bozulur.

“Apollon, senin attığın her ok, istediğin her yeri vurur ama kendi yüreğini vuramazsın. Ben senin yüreğine nişan alırsam, sen ne olduğunu anlayamazsın.”

Demeye kalmaz, “vızzz” diye bir de ok salar. Eros’un attığı ok, Apollon’un yüreğine vurduğu anda, Işık ve Güneş Tanrısı’nın yüreği, “cızzz” eder. O her insanın bildiği cızıltıdır bu…

Tanrı, aşık olmuştur…. Ama kime?

O sırada, Pene Irmağı’nın kıyısında, ırmağın kızı, Tanrıça Artemis’in Şafak Perisi Dafne, çırılçıplak göğsü, kar gibi omuzları ve bakir yüreği ile, çiçek toplayıp, türkü söylemekteydi. Kendisi, Artemis perisi olmakla, ebedi bakire idi. Yüreğinde, erkeklere karşı hiçbir duygu, bulunmamaktaydı. “ Gelin” sözü ve hiç deneyemeyeceği zifaf odası bahsi, onun gözünde bir hakaretten ibaretti.

Apollon, onu gördü ve hemen vuruldu. Adını çağırarak, ona doğru koşmaya başladı. Kız, kaçmaya başladı. Rüzgarda, etekleri savruluyor ve bacakları kalçalarına kadar açılarak, Apollon’un vuslat arzusunu, karşı konulamaz bir hale getiriyordu. Apollon, arzusunun şiddetinden, ona yetişti. Kız, onun nefesini ensesinde hissedince, babasından, yardım istemeye başladı:

“ Babaaa… Babaaa… Tanrı’nın arzusu beni yakıyor. Beni kovalayan ateşin hızından kurtar beniii…Dizlerimde derman kalmadı, artık düşeceğim… İşte, beni sarmaya başladı! Artık koşamıyorum, işte kendimi koyuverdim” dedi ve toprağa uzandı… Kovalamaca sonunda, çırılçıplak kalmıştı..

Apollon, ona yaklaştı ve;

“Dafne” dedi, “Dafne”…

Bu, peri kızının o güne kadar duymadığı kadar sıcak ve güzel bir sesti. Kirpiklerini aralayıp, Güneş Tanrısı’na baktı ve onun susayan dudaklarını gördü. O zaman, kendinden geçerek, bir çığlık attı ve vücudunu Apollon’un sarmasına terkediverdi.

Apollon, kızın direnmesini samimi olmadığını, kalbinin ele geçirilmiş olduğunu fark etmişti. Onu yavaşça okşayarak, sevişme kıvamına getirmeye koyuldu. Dafne, giderek gevşeyen vücudundan yayılan sıcaklıkla kendinden geçmiş, gerdanını öpmesi için Apollon’a uzattı. Tanrı, perinin gerdanın öperken, dehşet içinde, kızın gerdanının alt tarafının, sert, kabuklu ve yere gömülmüş gibi hareketsiz bir hale geldiğini gördü. Acıyla:

“Dafne” dedi, “sen ağaç oluyorsun”…

Gerçekten de kızın bacakları ile kalçasının birleştiği yer taş kesilmiş, boynu, göğsü ve memeleri, yeşil bir renk almıştı. Kızın ayakları, toprağa gömülüyor, onun kurtulmak için gösterdiği gayret, ayaklarının kıvrılıp bükülen kökler haline gelip, toprağa daha da gömülmesinden başka bir işe yaramıyordu. Köklerden yukarı doğru yükselen kabuklar kalçaları hizasına geldiğinde, Dafne acıyla haykırdı:

“Ey Apollon al beni! Hani o deminki arzun, ne oldu? Sen tanrı değil misin? Beni bu topraktan sök ve çıkar, kanımı kana kana iç. Gövdemi, boynumu arzunu doyurmak için kurtar.”

Bu esnada, Apollon’a uzatmakta olduğu kolları, giderek ağaç dallarına dönmekteydi… Işık Tanrısı’nın “ Dafne, Dafne” diye bağırmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu ki elinden! Kızın yürek parçalayan feryatları, yeri göğü inletmekteydi:

“Yardım et Apollon, imdadıma yetiş. Göğsüm beni sıkıyor, yüreğim bu katı kabuğa dayanamıyor. Beni kurtar. Sonra da şu çimenlerin üzerinde, bana sahip ol… Sen beni nasıl istiyorsan, ben de seni öyle istiyorum. Hani, deminki iştahın nereye gitti?”

O artık bir peri kızı olmadığı gibi, henüz bir defne fidanı da değildi. Yalnızca yalvaran dudakları kıpkırmızı kalmış, gözyaşları defne kokulu bir reçine gibi, çimenlerin üzerine şıp, şıp damlamaktaydılar…

Kutsal bir sakız

Apollon’un “Dafne” diye haykırışları, yanıtsız kalmaya başladığında, Zeus’un oğlu, henüz kırmızılığını koruyan, defne fidanı üzerindeki o dudaklara uzandı ve onları, ebedi bir arzuyla ağzına aldı… Ağzına, defne fidanının sakızı gelmekteydi. Taze defne fidanı, en derin kökünden en yüksekteki yaprağına kadar sarsılmaya başladı. Ağacın gölgesi, tan yeri gibi ağardı.

Fidan’ın dalları tanrıya doğru uzanıp, onun alnının etrafına sarıldılar…

Apollon acıyla:

“Ey Defne” dedi, “artık bu geceden sonra, tüm insanlar senden bir çelenk isteyecekler”…

Ormanın bütün ağaçları ağlamaktaydı…

Defne dalından çelengin, defnenin kutsanmasının hikayesi de işte budur…

Yalnız onun mu?

Acaba bu hikaye ile, Baf Sakızı’nın hiç mi ilişkisi yok!? Olmaz olur mu? Budur o alışkanlığın altında yatan, bana kalırsa… Baf sakızı çiğnerken, Dafne’nin dudaklarından gelen nektarı çiğneyip, Apollon’un erişemediği vuslatı tattığınızı, biliyor muydunuz? Ya, Baf’taki Apollon Tapınağı’nı?

QOSHE - Defne neden kutsaldır? - Nazım Beratlı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Defne neden kutsaldır?

13 3
13.12.2023

Mersin ile çamı anlatıp da, defneyi eksik bıraksak, ayıp olmaz mı? O defne ki, batı dillerinde adı doğrudan “Kutsal”ı, çağrıştırır: “Holy Tree”… Konumuzla doğrudan bağlantısı olmasa da defne, ağaçlardan söz açıldıkta, unutulacak bir ağaç değil…

Eskiler, bir hikaye anlatmaya girişmeden önce, “efendime söyleyeyim, kulu da dinlesin” derlerdi, biz de öyle yapalım…

Efendime söyleyeyim, vaktin birinde, Olimpos Tanrıları’nın en büyüğü Zeus, yıldızlarla bezeli duvağını üstüne çekip uykuya dalan Gece Tanrıçası Leto’yu, uykuda görüp, ona aşık olur. Leto uyurken olanlar olur ve tanrıça gebe kalır. O günden sonra, Leto’nun kasıklarından ortalığa bir nur yayılır ve sonunda, Işık ve Güneş Tanrısı Apollon doğar. Geceden, güneş doğmuştur.

Kimileri, Apollon’un doğum yerinin, Efes olduğunu ileri sürerler. Yaygın inanç, Ege’deki Delos Adası’nda doğduğudur…

Her gün pembe parmaklı Tan Perisi, gecenin kapılarını örtüp, günün kapılarını açtığı ve ufuklara pembe güller attığı zaman, Apollon, dört ak kanatlı atın çektiği güneş arabasına binerek, henüz loşluğun devam ettiği, gök yollarında gezintiye çıkar. Göğün en yüksek noktasına vardığında, güneş her tarafa ulaşır. O zaman, ağustos böceklerinin seslerinden başka her şey, susar. Sonra araba, denize yönelir ve kızıl bir küme halinde yanan bulutlar arasından geçerek, denizde yiter, gider… Gün, batmıştır!

Bir tanrı ne iş yapar?

Apollon, güzel sanatların dokuz perisinin, kılavuzudur. Altın lirin en iyi çalıcısı da odur… Hastalıkların iyileştiricisi de Zeus’un oğludur. Gümüş yayın en iyi kullanıcısı, okları en uzağa atan da…

Zeus’un oğlu, bir gün dolaşırken, Eros’a rastlar. Hani o, elindeki oku sağa sola atarak, insanları birbirine aşık eden çocuk tanrıya… Ona der ki:

“Sen, sevginin yavrususun. Bana ait olan o silahları, yanında niye gezdiriyorsun? Sen, onların yerine eline bir meşale al da seviştirdiğin insanların, yüreklerini yak!”

Pembe popolu Eros, bu işe çok bozulur.

“Apollon, senin attığın her ok, istediğin her yeri vurur ama kendi yüreğini vuramazsın. Ben senin yüreğine nişan alırsam, sen ne olduğunu anlayamazsın.”

Demeye kalmaz, “vızzz” diye bir de ok........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play