Prof. Baykan Sezer’i tanır mıydınız? Prof. Necdet Sezer’in oğluydu… O kim mi? Bilinen tek Türkçe isimli virüsü, Sezer Virüsü’nü bulan göz doktoru. Lefkoşalı… Kendisi Fatma Sezer Azgın’ın amcası olurdu, Allah rahmet eylesin. Baykan hoca da sosyoloji profesörü idi! Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı… Rast gele kitaplarımı okumuş, bana bir mektup gönderdi, yazışmaya başladıydık. Erken yaşta onu da kaybettik…
Yüksek lisans dersleri notlarını bana da gönderirdi, Allah rahmet eylesin… Okurdum… Kitaplarım arasında durur… Halâ zaman zaman açar, bakar feyz alırım…
“Bugün yeryüzünde uygarlık çizgisi tek değil birden çoktur. Uygarlık çizgisini tek saymak, uygarlığı bir Tanrı vergisi ve uygarlığı insanların kendi cevherlerinde sakladığı bir üstünlük olarak algılamak anlamına gelir. Bu durumda bugün görülmekte olan uygarlık farklarını da Tanrı’nın sevgili kullarından olup olmamakla ya da insanlık cevherinden nasibini alıp almamakla açıklayabiliriz. .. Bu (yanılgı) çeşitli tarihi etkenlerle uygarlıklardan birinin siyasi egemenliği ele geçirmesinin bir sonucudur.” diyen Prof. Baykan Sezer, (İst. Üniv. Sosyoloji Yıllığı Kitap 7. Seminer Notları s. 93 İstanbul: 2000) bu sanrının, Batı Avrupa’da görülen ırkçılığın temelini oluşturduğunu söylerdi. (age s.198) “Batı Avrupa Irkçılığı!”
Prof. Sezer Avrupalı olmayan ülkelerdeki sömürge aydını şaşkınlığını, “ Batılı olamayıp batıcı olmak” diye tanımlıyor. “ Bizde gayret, Batıya benzemek için değil, bizi batı taraftarı yapmak, için harcanıyor” (age s.80) diye tarif ediyor.
Söz konusu seminerde ele alıp incelediği G Childe ise farklılığın ta başından var olduğunu izah ederken, (ki o da Cambridge’de hocalık eden bir Avustralyalıdır…)“ Tek bir neolitik kültür yoktur, fakat sayısız, sınırsız, birçok neolitik kültürler vardır. Her biri… Büyük farklılıklarla birbirlerinden ayrılabilirler.” (Childe Tarihte Neler Oldu? Kırmızı Yay. 2006:78) der. Yani Taş Çağı’nda bile toplumsal farklılıklar vardı. Kimse ötekinin kopyası değildi. Yani kültür ve uygarlık farkı, başından beri vardır. Neden?
Buyrun, bu da Malinovski:
“Her kültürde bireyin ve türün organik ya da temel ihtiyaçlarının karşılanması asgari bir koşullar cümlesini dayatır”! Her topluma göre bunun kendi özgünlüğü olmasının ötesinde, her şeyden önce bir “maddi pratik” olduğunu ileri sürer. (Malinowski, Bilimsel Bir Kültür Teorisi. Kabalcı Yay. 1992:66-67)” Kültürler özgündürler ama hiçbir kültür, deyim yerinde ise “sıfır noktasından” ele alınıp da yeniden üretilmemiştir. Her kültür, geçmişten gelen kültürün düzeyine, çevreye ve topluluğun “yeteneği” ne göre, yeniden üretilir. Bunun spontane bir süreç olduğu, kendiliğinden geliştiği düşünülmektedir. Ve her birini doğuran maddi ihtiyaçlar, her birinin yaşadığı çevreden kaynaklandığı için, farklı olduğundan dolayı; onlar da birbirlerinden farklıdırlar! Fernand Braudel’in o güzel tespiti ile dağda yaşayan ile ovada yaşayan; kıyıda yaşayanla bozkırın göbeğinde yaşayan, farklıdır. Hele bu sergüzeşt, yüzlerce, binlerce yıl devam ederse!
Son cümleye, Durkheim’den esinlenen Ziya Gökalp de katılır! Ona göre uygarlık, “yöntemle yapılan, öykünme yoluyla bir ulustan ötekine geçebilen kavram ve uygulayımların bütünüdür.” Kültür ise “esin yoluyla” (kendiliğinden) ortaya çıkan, bir yönteme ve bilinçli bir çabaya bağlı olmayan, “öykünme yoluyla bir ulustan ötekine geçmeyen kavram ve uygulayımları” ifade eder. (Gökalp. Türkçülüğün Esasları. Bordo Siyah Yay. İst. 2004: 63)
Değilsiniz ve istemekle olamazsınız çünkü“Binlerce yıllık sergüzeştler ve deneyimler farklı olduğunda uygarlıklar da farklıdırlar.” (Sezer. Age.93) “her bir uygarlık binlerce yıllık ortak deneyimin ürünüdür ( age s.93) ve siz o birikimin değil, farklı deneyimlerin paydaşısınız. Kaldı ki “binlerce yıl ayni sergüzeşt ve deneyimleri” yaşayan topluluk da ayni toplum olurdu. Ve üstelik de bu yapı “kendiliğinden”, “spontane” gelişiyor; isteyip istememekle de ilgisi yok!
Baykan Sezer hoca: “ Bunlardan siyasi egemenliği ele geçirmiş olanın etrafında birleşiliyor ama bu olay, hiç de mutlak değildir.” (94) derdi.
Branislav Malinowski’den aktardığımız aşağıdaki pasaj, kültür bakımından yaşamsal öneme sahiptir.
“Kültürün özüne, fenomenlerine, süreçlerine ve yardımcı araçlarına daha derin bir bakışın bizi nasıl gelişme problemlerini topluca yeniden formüle etmeye götürdüğünü görüyoruz. Hem de bu yüzden aşama, gelişme, köken gibi kavramları ve gelişme ilkesini reddetmek zorunda kalmadan. Böyle kavramların nasıl tanımlanabileceğini kavramaya başlıyoruz…
Köken deyince, kültürce güvenceye alınmış tepkilerin ortaya çıkmasını gerektiren çok eski, çok ezeli koşulları anlıyoruz. Tam bilimsel, nedensel bir sınır çizerek bir edimin, bir buluşun, bir töre veya kurumun özünü belirleyen kurumları, yâni… Giderek, kültürün eğitim, ekonomi, yasa ve yönetim gibi yanlarına girdiğimizde de ortak iş yapmak için vazgeçilmez olmaları nedeniyle (önem kazanıyorlar NB).
Böylece kökenlerin aranması aslında kültür fenomeninin, bir yandan insanın biyolojik gerçeklikleriyle ilişkisi, diğer yanda da çevreyle bağlantısı içinde yapılan bir analizi haline gelecektir.” (Malinowski 1992: 164)
Yazara göre “kültürel köken”, insanın hem bir hayvan türü olarak, hem de uygarlık sahibi bir varlık olarak, çevreyle de ilişkisini “belirlediğinden” dolayı, hayatiyetini devam ettirebilme veya ettirememe sorunsalına cevaptır. Maddidir ve yaşamsaldır!
Her kültür kendine göredir ve aralarında da hiyerarşik bir düzen yoktur.
İstemekle, Hinli, Çinli, Maya, Aborijin veya Orta Doğulu olunmayacağı gibi, hükmetmekle Avrupalı da olunamıyor…

QOSHE - Kültürel hiyerarşi - Nazım Beratlı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kültürel hiyerarşi

4 1
09.12.2023

Prof. Baykan Sezer’i tanır mıydınız? Prof. Necdet Sezer’in oğluydu… O kim mi? Bilinen tek Türkçe isimli virüsü, Sezer Virüsü’nü bulan göz doktoru. Lefkoşalı… Kendisi Fatma Sezer Azgın’ın amcası olurdu, Allah rahmet eylesin. Baykan hoca da sosyoloji profesörü idi! Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı… Rast gele kitaplarımı okumuş, bana bir mektup gönderdi, yazışmaya başladıydık. Erken yaşta onu da kaybettik…
Yüksek lisans dersleri notlarını bana da gönderirdi, Allah rahmet eylesin… Okurdum… Kitaplarım arasında durur… Halâ zaman zaman açar, bakar feyz alırım…
“Bugün yeryüzünde uygarlık çizgisi tek değil birden çoktur. Uygarlık çizgisini tek saymak, uygarlığı bir Tanrı vergisi ve uygarlığı insanların kendi cevherlerinde sakladığı bir üstünlük olarak algılamak anlamına gelir. Bu durumda bugün görülmekte olan uygarlık farklarını da Tanrı’nın sevgili kullarından olup olmamakla ya da insanlık cevherinden nasibini alıp almamakla açıklayabiliriz. .. Bu (yanılgı) çeşitli tarihi etkenlerle uygarlıklardan birinin siyasi egemenliği ele geçirmesinin bir sonucudur.” diyen Prof. Baykan Sezer, (İst. Üniv. Sosyoloji Yıllığı Kitap 7. Seminer Notları s. 93 İstanbul: 2000) bu sanrının, Batı Avrupa’da görülen ırkçılığın temelini oluşturduğunu söylerdi. (age s.198) “Batı Avrupa Irkçılığı!”
Prof. Sezer Avrupalı olmayan ülkelerdeki sömürge aydını şaşkınlığını, “ Batılı olamayıp batıcı olmak” diye tanımlıyor. “ Bizde gayret, Batıya benzemek için değil, bizi batı taraftarı yapmak, için harcanıyor” (age s.80) diye tarif ediyor.
Söz konusu seminerde ele alıp incelediği G Childe ise farklılığın ta başından var olduğunu izah ederken, (ki o da Cambridge’de hocalık eden bir Avustralyalıdır…)“ Tek bir neolitik kültür yoktur, fakat sayısız, sınırsız, birçok neolitik kültürler vardır. Her biri… Büyük farklılıklarla birbirlerinden ayrılabilirler.”........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play