İlk çağ aşılıp da Orta çağ’a girildiğinde, bilim ve düşüncenin merkezi, Orta Doğu dediğimiz topraklardaydı. Hıristiyanlık orta çağı, deyim yerinde ise bir tür “Cahiliye” dönemi olup, o dönemde bilimin de düşüncenin de merkezi, Medrese’dir.
İslam 8.yy başlarında çok geniş topraklara yayılıp İslam halifeleri çok çeşitli bir nüfusu, makul bir şekilde yönetmenin yöntemlerini araştırmaya başlarlar. 8.yy’da, Halife Abdül Melik imparatorluğu tek bir dil ile yönetmenin daha iyi olacağını düşünür ve der ki: Kuran Arapçadır; öyle ise Allahın dili de Arapçadır. İmparatorluğun dilini da Arapça yapar. Bu âlimlere bilimlerini ve buluşlarını tek bir lisan üstünden tartışma fırsatı yaratır.
Halife El -Mansur tarafından 762 yılında Bağdat kurulunca büyük bir proje gerçekleştirilir. “Tercüme Hareketi” dedikleri bir proje ile çeviri yapacakları kitapları getirenlere kitapların ağırlıkları kadar altın ödendi… Usta tercümanlara, ayda 500 altın dinar maaş veriyorlardı… Bugünkü parayla 24.000 dolara geliyor! Bu 200 yıl sürdü.
Medrese, Bağdat’ta Halife Ma’mun tarafından, 9 yy’da kurulmuş olan Beyt-ül Hikme’ye (Bilgeliğin Evi) dayanır.
M.S. 7. yy’ dan 9. yy’ a kadar “Tercüme Devri” olarak kabul edilen devirde; Eski Yunan ve Hint eserleri ayrıca Farsça ve Süryanice yazılmış tıp eserleri Arapçaya tercüme edildi. Antik çağın bilim ve felsefesi yeniden keşfedilmişti. Bu devirde Hipokrat’ın, Galen’in, Dioskorides’in, Oribasius’un , Efesli Rufus, Soranus, Aydınlı İskender ve Folus’un eserleri Arapçaya çevrildi. Bu tercümeleri yapanlardan en önemlileri; Ebu Yusuf El Kindi(Al-Kindy), Huneyn bin İshak, Ciorcis ve Cibrail Bahtişu’lardır.
Daha Halife Mansur döneminde ortaya çıkan Bayt-ül Hikme’nin, İslâm’daki hukuk tartışmalarının dört büyük imamı; İmam Hanife, İmam Malik, İmam Hambel ve İmam Şafii’yi doğurduğunu da ekleyelim…
Daha Ma’mun döneminde, o tarihe kadar var olan bütün bilimsel ve felsefik eserler, Arapça’ya çevrilir. Düşüncenin boyutu hakkında bir fikir vermek üzere, bilinen en ünlü çevirmen, Humayn ibn-i İshak’ın hristiyan doğup, yaşamının sonuna kadar İslâmiyet’e dönmediğini de ekleyelim. Bundan sonra nerede ise 500 yıl, dünyada bilim ve felsefenin merkezi, medresedir. Torunu Harun ül Reşit döneminde düzenli bir akademiye dönüşür ve medresenin temelini oluşturur.
İslamiyet 9. yy’dan sonra “Telif” devrini yaşamıştır. Bu parlak devirde İslam hekimleri insanlığa mal olmuş daha önceki bilgileri okumuş öğrenmiş, bu bilgileri tartışarak kendi tecrübe ve bilgilerini de katarak çok önemli eserler meydana getirmişlerdi. Bu bilim adamları tıbba kendi tecrübe ve bilgilerini katmışlardı. Bugün “gelişim tarihi” ni inceleyen bilim adamlarının hemfikir oldukları sonuç şudur: Buluş tarihinin incelenmesinin bize öğrettiği ilke, hiçbir buluşun tek bir kişinin kafasından çıkmadığıdır. Bunun tek bir istisnası bile yoktur. Çünkü insan zekası daha önce yapılmış buluşların çağrıştırdığı düşüncelerle zincirlere yeni bir halka eklemekten öteye bir varlık gösteremiyor, gösterememiştir. Ünlü İslam hekimleri de tıp bilimine ve özellikle, tedavi alanına çok önemli katkılar yapmışlardır.
Muhammet Ben-i Musa, astronomi ve modern fizik’in temellerini atar. Örneğin, flüt çalan bir robot yapar! Tarih, MS 850’dir… El Kindi, Aristo felsefesini İslâm’a uyarlar ve kabul ettirir. Harizmi, (780-850) ki Beyt-ül Hikme’de çalışan bir Özbek’tir, bugünkü ondalık sistemi, matematiğe kazandıran ve Cebir’i yazan adamdır. 6.yy Hintli matematikçilerin geliştirdiği 10’lu sayı sistemini tanımlar. Bir başka matematikçi olan Al-Uklidisi de ondalık noktayı yaratır.
Daha 9.yy’da bu ekip, Bağdat Rasathanesi’ni kurarak, uzayı anlamaya çalışırlar. 10. Yy’da bir başka ünlü Türk bilim adamı Farabi, El Kindi’den adeta el alır ve Aristo konusundaki çalışmaları sürdürür. Modern tıbbın öncülü de batıda Avicenna denilen İbn-i Sinâ’dır… Hastalıkları bazı küçük canlıların yarattığı fikri, (cünnülcuma) İbn-i Sina’ya aittir…
Küçük kan dolaşımını bulan da İbn-ül Nefis’dir. İbn-i Rüşt’ü saymazsak, tıp tarihi eksik kalır… Orta çağ tıbbını Doğuda ve Batıda etkileyen ünlü tıp bilginleri Ali bin Abbas, İbni Sina, Ebubekir Razi, Zahravi, Biruni idi. Bu âlimler yazdıkları tıp eserleri ile zamanlarında ve daha sonraki yüzlerce yıl tıp dünyasında aranmış, okunmuş ve uygulanmıştı. Felsefe ve tarih yorumunda İbn-i Haldun, Marx’ın öncülü sayılır.
Günümüzde, modern bilim dilinin, cebir, algoritma ve alkali gibi terimleri Arapçadır. Cebir olmadan modern matematik olmaz. Algoritma olmadan bilgisayar. Alkali olmadan ise kimya olamaz.
Harizm’i, Harzemli, İbn-i Haldun Fas’lı, İbn-i Sinâ ve Farabi Buharalı, İbn-ül Nefis ise Şamlı’dırlar… Bu, endemik bir parlama değildir.
Bütün bunların doruğa çıktığı çağda Halife olan Ma’mun bir Müttezili idi… Akılcı bir mezhep olan Mu’tezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet’ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Nitekim Mu’tezile mezhebi, gerek akla fazla değer vermesi ve felsefe ile girdiği yakın ilişkiler dolayısıyla barındırdığı felsefi metod ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir. Özellikle de nass (ayet veya hadis) ile akılın çeliştiği noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek şekilde yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır.
Gazalî, (1058-1111) aklın ve felsefenin yararsız olduğunu, gerçeğin Kur’an-ı Kerim’de yazılı olduğunu, yorumunun da sünnet ehlince yapılmasının yeterli olduğunu ileri sürdü ve galip geldi… Bizim düşünmeye ve felsefeye ihtiyacımız yoktu ve zinhar günahtı… Özgür düşünce yasaklandı!
Bu sırada Batıdaki manastır mektepleri de çökmüştü, biz medreseyi öldürürken, orada üniversite doğdu… 16.yy’dan sonra öncülük de onlara geçti…
Devam edeyim mi? Yoksa müntesiplik daha mı zevkli?

QOSHE - Medrese - Nazım Beratlı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Medrese

19 1
02.03.2024

İlk çağ aşılıp da Orta çağ’a girildiğinde, bilim ve düşüncenin merkezi, Orta Doğu dediğimiz topraklardaydı. Hıristiyanlık orta çağı, deyim yerinde ise bir tür “Cahiliye” dönemi olup, o dönemde bilimin de düşüncenin de merkezi, Medrese’dir.
İslam 8.yy başlarında çok geniş topraklara yayılıp İslam halifeleri çok çeşitli bir nüfusu, makul bir şekilde yönetmenin yöntemlerini araştırmaya başlarlar. 8.yy’da, Halife Abdül Melik imparatorluğu tek bir dil ile yönetmenin daha iyi olacağını düşünür ve der ki: Kuran Arapçadır; öyle ise Allahın dili de Arapçadır. İmparatorluğun dilini da Arapça yapar. Bu âlimlere bilimlerini ve buluşlarını tek bir lisan üstünden tartışma fırsatı yaratır.
Halife El -Mansur tarafından 762 yılında Bağdat kurulunca büyük bir proje gerçekleştirilir. “Tercüme Hareketi” dedikleri bir proje ile çeviri yapacakları kitapları getirenlere kitapların ağırlıkları kadar altın ödendi… Usta tercümanlara, ayda 500 altın dinar maaş veriyorlardı… Bugünkü parayla 24.000 dolara geliyor! Bu 200 yıl sürdü.
Medrese, Bağdat’ta Halife Ma’mun tarafından, 9 yy’da kurulmuş olan Beyt-ül Hikme’ye (Bilgeliğin Evi) dayanır.
M.S. 7. yy’ dan 9. yy’ a kadar “Tercüme Devri” olarak kabul edilen devirde; Eski Yunan ve Hint eserleri ayrıca Farsça ve Süryanice yazılmış tıp eserleri Arapçaya tercüme edildi. Antik çağın bilim ve felsefesi yeniden keşfedilmişti. Bu devirde Hipokrat’ın, Galen’in, Dioskorides’in, Oribasius’un , Efesli Rufus, Soranus, Aydınlı İskender ve Folus’un eserleri Arapçaya çevrildi. Bu tercümeleri yapanlardan en önemlileri; Ebu Yusuf El Kindi(Al-Kindy), Huneyn bin İshak, Ciorcis ve Cibrail Bahtişu’lardır.
Daha Halife Mansur döneminde ortaya çıkan Bayt-ül Hikme’nin, İslâm’daki hukuk tartışmalarının dört büyük imamı; İmam Hanife, İmam Malik, İmam Hambel ve İmam Şafii’yi doğurduğunu da ekleyelim…
Daha Ma’mun döneminde, o tarihe kadar var olan bütün bilimsel ve felsefik eserler,........

© Kıbrıs Gazetesi


Get it on Google Play