Değerli bir arkadaşım bir kitap hediye etti. İsmi “Palyatif Toplum-Günümüzde Acı…” Yazarı Byung-Chul Han…

Ernest Jünger’in “Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” alıntısıyla başlayan kitabın ilk bölümü Algofobi, yani ‘acı korkusu’ ismini taşıyor.

Han kitabın ilk kısmında Jünger’in ifadelerinden yola çıkarak acıları toplumun şifreleri olarak tanımlar. Bunu aşk acısı da dahil, toplumun her alanına uzatır. Tabii siyaset alanına da.

Kitabı henüz bitirmiş değilim ama bu ilk bölümde anlatılan şeyin KKTC’de çok uzun yıllardır süren hatta en başından beri yaşanan algofobik siyaset anlayışına uygun olduğunu düşünüyorum.

Han, bu durumu ‘uyum ve uyuşma baskısı’ diye niteleyerek, nihayetinde siyasetin palyatif bir alana yerleştiğini ve her türlü canlılığını yitirdiğini savlar, alternatifsizliği ise bir çeşit ‘siyasi ağrı kesici’ olarak niteler.

Bunun sonucunda Kıbrıs Türk siyasetinde bolca gördüğümüz, Han’ın ifadeleriyle ‘orta yolcular’ ve onların ‘orta yolları’ palyatif bir etki gösterir. Yazar bunun sonucunu ise ‘tartışmanın ve daha iyi savlar uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır’ diye özetler. Tam da bizim siyasi ortamı anlatan bu durum, aslında yazara göre son dönemde global ölçekte de kendini göstermektedir.

Han’a göre demokrasi sonrası bir dönem olan bu durum palyatif bir demokrasidir. Palyatif toplum “acısız, anlatısı olmayan, anlamsız bir hayat’ süren bir toplumu işaret eder. Nitekim palyatif bir demokraside, palyatif bir hayat süren bir toplumun palyatif siyaseti ve siyasetçileri olur. Tüm siyasetçilerimizi işin içine katmıyorum ama popülist söylemler ve güvenlik çemberinin dışına çıkmadan siyaset yapanların oranı bir hayli fazladır. Bu da aslında toplumun aynasıdır.

Peki nedir bu palyatif siyaset?

Han’a göre palyatif siyaset keskin reformlar ya da vizyonlar oluşturmayı beceremez. Bunun yerine sistemik bozukluk ve kırıklıkların üzerini örtmekle kalan kısa süre etkili ağrı kesicilere başvurur. Zamanında çok meşhur olan ‘evimizin önünü süpürelim’ söylemi aslında bu türden bir felsefenin ifadesidir.

Ama Han’ın en çarpıcı tespiti şudur: “Palyatif siyasetin acıya cesareti yoktur. Böylece her şey eskisi gibi devam eder.” Yani değişimi getirmez, sorunları çözmez çünkü korkak ve konformisttir!

Bu ifadeler bana göre tam olarak KKTC gerçeğini anlatmaktadır. Sığ, vizyonsuz, cesaretsiz, popülist, sadece kendi gemisini kurtarmaya çalışan zümresel, grupsal, partisel ve nihayetinde KKTC devletinin sıcak kucağında iyice belirginleşen düzenin tanımı…

Tam da bu yüzden KKTC için “çözülmeyen sorunlar bataklığı” ifadesini sık sık kullanırım. Yalan mı?

Yıllardır eğitimden, sağlığa, ulaşımdan, ticarete, kamusundan, özeline çözülmeyen sorunların sebebi acı çekmekten korkan, yani ‘Algofobik’ siyasetin eseridir. Burada acı çekmek, basitçe iktidara gelenlerin ağızlarına pelesenk olan ve seçim dönemlerinin en geçerli sloganlarından birisi olan ‘elimizi taşın altına koymak’ söyleminin, iktidar olduktan sonra değişim karşısında acı çekecek ya da çıkarına gelmeyecek çevrelerden korkulma halidir. Bu sermaye de olabilir, sendika da olabilir, kamu çalışanı da olabilir.

Böylece değişim şiarıyla meydanları inletenler seçimi kazanıp da koltuğa oturunca ‘aman koltuğumu kaybetmeyim’ şeklinde bir ruh haline bürünürler. Koltuğu kaybetmek muhakkak ki acı verici bir olaydır. Hatta o kaybedilen koltuk, o koltuğun hizmet ettiği, nepotizm dolu anlayışla hareket edenler için de acı vericidir.

Elbette bunun bir de iktidara talip olanlar kısmı vardır ve ne yazık ki ülkemizde buna talip olanların büyük çoğunluğu da acı çekmekten korkar bir anlayışla hareket etmektedir.

Bunun en büyük sebebiyse, KKTC düzeninin esasen Türkiye tarafından idare edilmesi gerçeğidir ve bugünün muhalefeti, yarının iktidarı olabilmek için acı çekmek istemez. Acı çekmekten kastım elbette Türkiye’nin adaya dayattığı siyasetlere karşı konuşmak yerine, onun buradaki temsilcilerine eleştiri getirmek, diğerini tümden yok saymaktan geçer. İstemediği için de kendini bir yerde orta yola, yani muğlaklığa hapseder ve cesaretsiz bir söylem tutturarak sırasını bekler.

Nihayetinde, dediğim gibi, kitabı tamamen bitirmiş değilim ancak bu ilk bölümde anlatılanlar KKTC’de denilen düzende olan bitene sıkı bir tanımlama getirecek cinstendir diye değerlendiriyorum.

Ama sakın unutmayalım, palyatif bir demokrasinin, palyatif bir siyasetle, hiçbir şeyi toplum lehine çevirmeden, kendi çıkar grupları üzerinden sürüp gitmesinin en büyük sebebi yine palyatif toplumdur.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu düzene verilecek en büyük cevap onu boykot etmekten geçer.

Son olarak, geçen akşam Netflix’te izlediğim Einstein belgeselinden bir alıntı yapmak istiyorum.

Nazi baskısı sonucu Almanya’dan kaçmak zorunda kalan bilge bilim adamı, Hitler’in otokratik, ordu düzenindeki düzenine eleştiriler getirerek, yine dönüp Alman toplumunu suçlar. Ona göre Alman toplumunun sadece yüzde ikilik bir kısmının Hitler’in bu düzeninde askerlik yapmayı reddetmesinin bile oluşturulmaya çalışılan düzeni daha ileriye götürmek yerine bilakis onu dağıtacak nitelikte olacaktır.

Aynen kendi kuramından yola çıkılarak yapılan atom bombasında olduğu gibi küçük bir kütleden çok büyük bir enerji çıkabileceği yönündeki teorisi gibi…

Alman felsefeci Jünger gerçekten de çok güzel ifade etmiş…

“Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…”

QOSHE - Algofobik toplumun algofobik siyaseti… - Ulaş Barış
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Algofobik toplumun algofobik siyaseti…

6 1
21.02.2024

Değerli bir arkadaşım bir kitap hediye etti. İsmi “Palyatif Toplum-Günümüzde Acı…” Yazarı Byung-Chul Han…

Ernest Jünger’in “Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” alıntısıyla başlayan kitabın ilk bölümü Algofobi, yani ‘acı korkusu’ ismini taşıyor.

Han kitabın ilk kısmında Jünger’in ifadelerinden yola çıkarak acıları toplumun şifreleri olarak tanımlar. Bunu aşk acısı da dahil, toplumun her alanına uzatır. Tabii siyaset alanına da.

Kitabı henüz bitirmiş değilim ama bu ilk bölümde anlatılan şeyin KKTC’de çok uzun yıllardır süren hatta en başından beri yaşanan algofobik siyaset anlayışına uygun olduğunu düşünüyorum.

Han, bu durumu ‘uyum ve uyuşma baskısı’ diye niteleyerek, nihayetinde siyasetin palyatif bir alana yerleştiğini ve her türlü canlılığını yitirdiğini savlar, alternatifsizliği ise bir çeşit ‘siyasi ağrı kesici’ olarak niteler.

Bunun sonucunda Kıbrıs Türk siyasetinde bolca gördüğümüz, Han’ın ifadeleriyle ‘orta yolcular’ ve onların ‘orta yolları’ palyatif bir etki gösterir. Yazar bunun sonucunu ise ‘tartışmanın ve daha iyi savlar uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır’ diye özetler. Tam da bizim siyasi ortamı anlatan bu durum, aslında yazara göre son dönemde global ölçekte de kendini göstermektedir.

Han’a göre demokrasi sonrası bir dönem olan bu durum palyatif bir demokrasidir. Palyatif toplum “acısız, anlatısı olmayan, anlamsız bir hayat’ süren bir toplumu işaret eder. Nitekim palyatif bir demokraside, palyatif bir hayat süren bir toplumun palyatif siyaseti ve siyasetçileri olur. Tüm siyasetçilerimizi işin içine katmıyorum ama popülist söylemler ve güvenlik çemberinin dışına çıkmadan siyaset yapanların oranı bir hayli fazladır. Bu da aslında toplumun aynasıdır.

Peki nedir bu palyatif........

© Kıbrıs Postası


Get it on Google Play