Sabah uyanıp, haberlere baktığımda gördüm. Ölmüş. Sadece Kıbrıs için değil, Güney Amerika’dan Orta Doğu’ya, Vietnam’dan Çin’e hemen her yerde unutulmaz etkiler bırakan dünya tarihin belki de en ünlü diplomatı Henry Kissenger’den bahsediyorum.

Eskiler ‘fenalar erken ölmez’ der, o da nihayetinde Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün mimarı olduğu için bir fena aslında. Ve tam 100 yıl yaşamış. Neredeyse ölümsüz!

Ne ilginçtir, Kissinger’in ölümü, 7 Ekim günü Hamas’ın saldırısıyla başlayan Orta Doğu’daki yeni ve kanlı süreç, aslında onun tam 50 yıl önce, dünya diplomasi tarihine kazandırdığı ‘mekik diplomasisi’ sonucu oluşan sistemin çatırdamaya başladığı günlerde oldu.

Aslına bakarsanız ben onun hiç öleceğini düşünmemiştim. Bu yılın başında Times’a tam 8 saat, 20 sayfa süren bir röportaj verdiğinde ‘bu adam ölmez abi’ demiştim.

Sonra yaz başı tıpkı 1973’te zamanın dünyası ve konjonktüründe çok büyük bir olay olarak anılan Çin ziyaretini tekrardan gerçekleştirip bir daha Pekin’e indiğinde, onun ölümsüz olduğuna dair duygularım daha da pekişti.

Fakat nihayetinde ölüm onun da kapısını çaldı. Meğer o da ölümlüymüş!

Bir yandan Nobel Barış ödülü alacak kadar ‘barışçıl’, öte yandan Kamboçya’da milyonları öldüren gizli bombardımanın mimarı olarak bir savaş suçlusu olarak anılan bu 1923 Almanya-Fürth doğumlu Yahudinin dünya tarihin sonsuza kadar değiştiren birçok olaya imza attığını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Ama biz onu Kamboçya’da napalm bombalarının ateşinde kavrulan çocukların yanmış yüzleriyle hatırlıyoruz.

Onu, 11 Eylül 1973 günü Şili’de Santiago’da başkanlık sarayının önünde darbeci faşist Pinochet’ye karşı elinde silah direnerek ölen Salvatore Allande’nin ruhuyla hiç iyi hatırlamıyoruz.

Ve tabii ki şu dramatik ifadelerle anıyoruz: “Hayır, ABD, Türkiye’nin Kıbrıs adasının bir bölümünü kontrol altına almasından hiç rahatsızlık duymaz.”

Dünya siyasetine kattığı bir diğer kavram olan ‘reel politik’ aslında onun kurulmasında ön ayak olduğu düzenin mihenk taşı oldu.

Haliyle yüksek Amerikan çıkarlarının özellikle Doğu Akdeniz ve Ege’de kurdurduğu denge, Orta Doğu halklarının yaşadığı acılar, bir diplomat olarak onun gözünde tabii ki ‘mübahtı.’

Amerikan tarihinin emsali görülmemiş bir şekilde aynı anda hem Dışişleri Bakanı hem de Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Kissinger’in 1970’lerde dünyanın en güçlü adamı olduğunu söylemek lazım. Hele de Ford gibi çok zayıf, Nixon gibi skandallarla anılan başkanları düşünürsek, fazlasıyla güçlü bir adam.

Nazi zulmünden kurtulmak için Almanya’dan kaçan, dünyanın en prestijli üniversitesi Harvard’tan mezun olan Kissinger, uzun süre orada çalışmaya devam etti. Sonraları yine görülmemiş bir şekilde (Watergate skandalı) istifa edecek olan Eski ABD Başkanı Richard Nixon tarafından Beyaz Saray’a getirilen Nixon’un (1968), 1980’lere kadar sürecek hakimiyeti, soğuk savaşın en dramatik günlerinin yaşandığı o zamanlarda oldukça dominant oldu.

Her ne kadar adı acı, kan ve zulümle anılsa da 1973’te Vietnam savaşının bitmesini sağlayan Paris antlaşmalarının mimarı olduğunu da söylemek zorundayız. Hatta bu başarısı ona çokları tarafından lanetlenen Nobel Barış ödülünü de getirdi. Ona verilen bu ödül, bugün hala daha Nobel üzerinde kara bulutların dolaşmasına yol açmaktadır. Ölümü de kuşku yok ki bu tartışmayı yeniden alevlendirecektir.

Yine tam 32 gün boyunca uğraştığı kah Kahire’de, kah Şam’da, kah Kudüs’te bulunduğu ve onun adıyla anılan ‘mekik diplomasisi’ sayesinde bilinen İsrail-Suriye mutabakatı da onun eseridir.

Bu noktada Kissinger’in çok zeki ve nasıl öngörülü bir adam olduğunu anlatmam gerekir.

6 Ekim 1973’te, Yom Kippur savaşı olarak bilinen savaş başladığında, Kissinger’in savaş sonu planları hazırdır. Onun niyeti 1967’de 6 gün savaşında büyük bir hezimete uğrayan ve gururu kırılan Arapları da memnun edecek bir sonucun ortaya çıkmasıdır.

Ancak savaş ilk başlarda Arapların lehine de olsa, sonraları İsrail’in üstünlüğüne geçer.

Savaşın en kritik yerinde dev Mısır ordusu Sina çölünde, Kahire ile bağlantısı kopmuş, korumasız hedef durumundadır. İsrail ise son darbeyi vurmaya hazırlanmaktadır. Devreye Kissinger girer ve bu saldırıyı yaptırmaz. Amacı savaşı berabere bitirtmek ve bir çeşit mutabakatla kalıcı bir ‘ateş-kes’ ateş-kes durumu yaratmaktır. Nitekim başarılı olur ve yukarda anlattığım yeni model diplomasi sonucu 50 yıldır süren düzen kurulur.

Kıbrıs adasında yaşananlara da bakınca ne kadar tanıdık değil mi? Biz de tam olarak onun yarattığı bir ateş-kes içinde 50 yıldır çözümsüz yaşıyoruz.

Ama yine de kalıcı çözümler bulduğu da oldu. Mesela 1979’de İsrail’in Arap dünyasıyla (Mısır) imza ettiği ilk resmi antlaşma olan Camp David’in mimarı da yine Kissinger’dir.

1971’de patlak veren Hindistan-Pakistan savaşında açıkça Pakistan’a destek veren, Hintlileri de ‘piçler’ diye azarlayan yine odur.

1976’da Arjantin’de cunta muhalifleri uçaklardan denize atarken, kan oluk gibi akarken, yaşananları Amerikan çıkarlarına uygun olarak görüp susan yine odur.

Nereden bakarsanız bakınız, dünya tarihinin adından en çok söz ettiren diplomatı Kissinger’dir.

Uzun yıllar onun hegemonyasında kalan Amerikan dış politikası ancak Ronald Regan’ın seçilmesiyle bitmiş, o da hayatının geri kalanını kendi özel şirketinde danışmanlık yaparak geçirmiştir.

Arşivime baktım, onunla ilgili başka makaleler de yazmışım.

Bu makaleyi de meraklıları için linklerini buraya bırakarak bitiriyorum. Ve hayır, hiç de rahmet dilemiyorum…

https://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j227/a35592-kissingerin-mektubu

https://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j227/a35930-kissingerden-postkorona-donemi-uyarilari

QOSHE - Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün mimarı öldü… - Ulaş Barış
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün mimarı öldü…

10 0
01.12.2023

Sabah uyanıp, haberlere baktığımda gördüm. Ölmüş. Sadece Kıbrıs için değil, Güney Amerika’dan Orta Doğu’ya, Vietnam’dan Çin’e hemen her yerde unutulmaz etkiler bırakan dünya tarihin belki de en ünlü diplomatı Henry Kissenger’den bahsediyorum.

Eskiler ‘fenalar erken ölmez’ der, o da nihayetinde Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün mimarı olduğu için bir fena aslında. Ve tam 100 yıl yaşamış. Neredeyse ölümsüz!

Ne ilginçtir, Kissinger’in ölümü, 7 Ekim günü Hamas’ın saldırısıyla başlayan Orta Doğu’daki yeni ve kanlı süreç, aslında onun tam 50 yıl önce, dünya diplomasi tarihine kazandırdığı ‘mekik diplomasisi’ sonucu oluşan sistemin çatırdamaya başladığı günlerde oldu.

Aslına bakarsanız ben onun hiç öleceğini düşünmemiştim. Bu yılın başında Times’a tam 8 saat, 20 sayfa süren bir röportaj verdiğinde ‘bu adam ölmez abi’ demiştim.

Sonra yaz başı tıpkı 1973’te zamanın dünyası ve konjonktüründe çok büyük bir olay olarak anılan Çin ziyaretini tekrardan gerçekleştirip bir daha Pekin’e indiğinde, onun ölümsüz olduğuna dair duygularım daha da pekişti.

Fakat nihayetinde ölüm onun da kapısını çaldı. Meğer o da ölümlüymüş!

Bir yandan Nobel Barış ödülü alacak kadar ‘barışçıl’, öte yandan Kamboçya’da milyonları öldüren gizli bombardımanın mimarı olarak bir savaş suçlusu olarak anılan bu 1923 Almanya-Fürth doğumlu Yahudinin dünya tarihin sonsuza kadar değiştiren birçok olaya imza attığını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Ama biz onu Kamboçya’da napalm bombalarının ateşinde kavrulan çocukların yanmış yüzleriyle hatırlıyoruz.

Onu, 11 Eylül 1973 günü Şili’de Santiago’da başkanlık sarayının önünde darbeci faşist Pinochet’ye karşı elinde silah direnerek ölen Salvatore Allande’nin ruhuyla hiç iyi hatırlamıyoruz.

Ve tabii ki şu dramatik ifadelerle anıyoruz: “Hayır, ABD, Türkiye’nin Kıbrıs adasının bir bölümünü kontrol altına almasından hiç........

© Kıbrıs Postası


Get it on Google Play