“Artık büyümüyor, ur hâlini alıyoruz. Hızlı çoğalma toplumundayız; hiçbir belirgin hedefe göre kendini düzenlemeden büyümeyi sürdüren bir toplumdayız. Urlaşan bir toplum, kendi tanımına aldırmadan, kontrolsüz biçimde gelişen ve nedenlerin yitimiyle birlikte sonuçların yığıldığı bir toplumdur.” Baudrillard’ın yaptığı çözümleme ilk bakışta hayatımızla ilintili değilmiş gibi gelebilir. Başka bir toplumdan, onun hastalıklı işleyişinden, niteliğinden bahsediyor intibaı uyandırabilir. Ne de olsa insan, kendisini kayıran, kendi gerçekliğine karartma uygulayan, tatlı yalanlarla başka türlü göstermek için çabalayan bir konumlanışa rahatlıkla yerleşebilir. Bunun psikolojik zeminini anlamak güç değil. Savunma mekanizmalarının varlığı ve işleyişi ile gerçeklik ve gerçekliği inkâr veya gerçeklikten kaçış arasında doğrudan bir ilişki olduğunu zaten gösteriyor. Gerçeklik ne kadar bozuk olursa ona ilişkin savunma mekanizmalarına başvurma o oranda artar. Dolayısıyla insan biraz da tabiatı icabı (ki tabiatının varlığı ve ne olduğu da ayrı bir tartışma konusudur) böyle davranır. Ancak bunun böyle olduğunu anlamak önemli olmakla birlikte kendi başına bir anlam da taşımaz. Zira durumu, gerekçeleri tespit etmek, bilmek ancak anlamlı bir çözüm için, bir çözüm arayışı için işe koyuluyorsa anlamlıdır. Aksi taktirde olmakta olanın neden olduğuna ilişkin açıklayıcı, gerekçelendirici her okuma mevcudun muhafazasına ve meşrulaştırılmasına yarayan ahlaksız bir duruma da yol açabilir.

Gelelim Baudrillard’ın tespitine. Nedenlerin yitirildiği ve sonuçların yığıldığı bir toplum, urlaşan bir toplum. Bu platform eğitimin odağa alındığı, konuşmaların, tartışmaların onun üzerinden gerçekleştiği bir yer. Alıntıladığım tespiti de eğitim üzerinden değerlendirelim. Yaklaşık iki yüzyılı bulan bir süredir ülkemizde mevcut eğitim formuna ve işleyişine şahitlik ediyoruz. Formun neden tercih edildiği, işleyişin neden bu şekilde yapılandırıldığı artık yasaklı bölge. Daha doğrusu bilinmeyen, saklı bir alan. Yasaklı olsa en azından varlığını bilir, denklemin içinde bu varlığı da hesap eden bir analiz yapabilirdik. Gel gelelim bilinmeyen, gizli bir alanda kalmış ise oraya ilişkin bir şeyi konuşmanız, tartışmanız, eleştirmeniz, alternatif bir arayış içinde olmanız mümkün olmaz. Orası size kapatılmıştır. Kapatılarak, saklanarak, sırlanarak koruma altına alınmıştır. Böyle olunca da sonuçların yığılması dışında bir kamusal işleyişe şahitlik etmiyoruz. Okul sayımız artıyor, öğrenci sayımız artıyor, öğretmen sayımız artıyor. Eğitime ayırdığımız bütçe ve zaman artıyor. Alana ilişkin veriler artıyor, istatistikler yığılıyor. Hazırlanan raporlar, açıklanan planlar artıyor. Gerçekten de başlı başına bir urlaşma göstergesi sayılan bu durum karşısında pasif bir seyirci olmak dışında yaptığımız bir şey yok. Hatta çoğunlukla da bu işleyişe çanak tutan, alan açan bir performansın özneleri olarak sahne alıyoruz. Çünkü yukarıda da değindiğim gibi bize kapatılan, görünmez kılınan alanın varlığı orta yerde dururken sizin başka bir şey yapmanız, yapabilmeniz mümkün olmaz. Siz ancak size bırakılan daha doğrusu mahkûm edildiğiniz alanda icbar edildiğiniz şartların yönlendirdiği bir pratiğin gereklerinin yerine getirebilirsiniz. İdeolojik-politik aidiyeti, kültür ve değer dünyası bunca farklı insanın, toplumun yerküre ölçeğin aynı forma, aynı işleyişe aynı ilişkiyle hayat sürdürüyor olmasında bir tuhaflık görmesi başka türlü nasıl açıklanabilir.

Bu durum bir hastalık durumudur. Urlaşan bir toplumun müşahhas göstergesi bu durumdur. Sonuçların yığılmasını hastalığın, ölümcül bir vaziyetin dışavurumu değil de kendi varlıklarının başarısı olan gören yanılsamayı, yabancılaşmayı tarif etmek için zaten dil kifayetsiz kalır. Başına gelen felaketi saadet zanneden bir varlığın bırakın niteliğinden varlığından bile şüphe etmek kaçınılmazdır. Bugün anlamsız pratiklerin cenderesinde hayat sürdüren, hayat sürdürmeye çalışan günümüz toplumu hakikaten urlaşan bir toplumdur ve çaresi de düşündüğümüzden çok daha ciddi bir düşünsel, ahlaki performans gerektiriyor. Evlere şenlik bir retoriğin oluşturduğu hayal dünyası hastalıklı bir bünyenin teskin bulmak için sığındığı savunma mekanizmasıdır ve savunma mekanizmasının varlığı ve işlerliği de hayra alamet bir durum değildir. Hele hele temel bir varoluş stratejisine dönüşmüşse iş büsbütün vahamet boyutlarında demektir artık.

Abdulbaki Değer

QOSHE - Urlaşan bir hâl almak - Abdülbaki Değer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Urlaşan bir hâl almak

5 0
17.02.2024

“Artık büyümüyor, ur hâlini alıyoruz. Hızlı çoğalma toplumundayız; hiçbir belirgin hedefe göre kendini düzenlemeden büyümeyi sürdüren bir toplumdayız. Urlaşan bir toplum, kendi tanımına aldırmadan, kontrolsüz biçimde gelişen ve nedenlerin yitimiyle birlikte sonuçların yığıldığı bir toplumdur.” Baudrillard’ın yaptığı çözümleme ilk bakışta hayatımızla ilintili değilmiş gibi gelebilir. Başka bir toplumdan, onun hastalıklı işleyişinden, niteliğinden bahsediyor intibaı uyandırabilir. Ne de olsa insan, kendisini kayıran, kendi gerçekliğine karartma uygulayan, tatlı yalanlarla başka türlü göstermek için çabalayan bir konumlanışa rahatlıkla yerleşebilir. Bunun psikolojik zeminini anlamak güç değil. Savunma mekanizmalarının varlığı ve işleyişi ile gerçeklik ve gerçekliği inkâr veya gerçeklikten kaçış arasında doğrudan bir ilişki olduğunu zaten gösteriyor. Gerçeklik ne kadar bozuk olursa ona ilişkin savunma mekanizmalarına başvurma o oranda artar. Dolayısıyla insan biraz da tabiatı icabı (ki tabiatının varlığı ve ne olduğu da ayrı bir tartışma konusudur) böyle davranır. Ancak bunun böyle olduğunu anlamak önemli olmakla birlikte kendi başına bir anlam da taşımaz. Zira durumu, gerekçeleri tespit etmek, bilmek ancak anlamlı bir çözüm için, bir çözüm arayışı için işe koyuluyorsa anlamlıdır. Aksi taktirde olmakta olanın neden olduğuna ilişkin açıklayıcı, gerekçelendirici her okuma mevcudun muhafazasına ve meşrulaştırılmasına yarayan ahlaksız bir duruma da yol........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play