Türkiye kamusal işleyişi itibariyle ilginç bir ülke. Kamusal işleyişinde karşısına çıkan sorunlara anlamlı bir mazeret ürettiğinde bunu sorunla baş etme, sorunun çözümü için yeterli bir cevap üretme olarak düşünüyor. Ekonomimiz neden bu kadar kötü durumda? Gelir adaletsizliği konusunda neden bu kadar kötüye gidiyoruz? Yargı sistemimiz neden adalet üretmiyor? Eğitim sistemimizde gidermediğimiz nitelik problemini nasıl aşacağız? Uzatılabilecek her alanda bu sorunların yanına iliştirilen ikna edici her gerekçenin memleketin seyri ve selameti açısından yeterli olduğu düşünülüyor. Bu basit bir eksiklik, aksaklık olarak hayatımızda yer almıyor. Varoluş tarzımız böyle maalesef. Hayatla kurduğumuz ilişkinin niteliği bu şekilde. Çözüm üretmekten ziyade çözüm baskısının oluşturduğu gerilimi dağıtmayı daha çok düşünüyoruz. Gerilimi taşıyabilir kıvama getirdikten sorunla yaşamayı zaten bir şekilde başarıyoruz. Açık konuşmak gerekirse en temel handikabımız da burası. Çünkü biz mevcut sorunlarımızla yaşamaktan başka bir şekilde yaşamayı bilmediğimiz hatta istemediğimiz için hayatımızı değiştirmekten, sorunlarımızı gerçekten çözmekten ziyade sorunlarımızla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmayı tercih ediyoruz.

“Sorun gerçekten nasıl çözülür, sorunun kök sebepleri nedir, doğrudan ve dolaylı bağlantıları hangileridir” gibi temel sorular üzerinden tespit ve eldeki imkan ve kısıtlar içinden en optimal çözümün ne olabileceği gibi makul-meşru bir yol-yöntem izlemek yerine sorunun neden hayatımızda yer aldığına ilişkin ikna edici gerekçeler oluşturmanın konforunda yaşamayı tercih ediyoruz. Şair’in ifadesiyle “ısmarlama bir hayat” yaşıyoruz esasında. Çok ısmarlama da sayılmaz gerçi. Devralınmış bir hayat yaşıyoruz dersek daha yerinde olur.

Sorunlarla yaşamayı öğrenmek önemli bir meziyet şüphesiz. Ancak bir noktadan sonrası hastalıklı bir halin belirtisi olarak görülmelidir. Bir noktaya kadar sorunlarla yaşamayı bilmek güçlülüğün, dayanıklılığın göstergesi iken çözüme ilişkin hedefi şaşırtan bir sorunla yaşama hali açık bir şekilde sağlıksız bir bünyenin varlığına işaret eder. Eğitim alanında hiçbir bileşenin (başta MEB olmak üzere öğrenci, öğretmen, veli, toplum…)memnun olmadığı bir yapı bütün varlığıyla herkes tarafından aynı şekilde yaşatılmaya devam ediliyor. Bu şekilde yaşatmak doğru seçenek ise o zaman memnuniyetsizliğimizin anlamı nedir? Yaşatmak için uğraşırken bizi yaşamdan mahrum bırakan bu yapıdan bu kadar memnuniyetsiz isek ısrarla yürütmeye çalışmamızın bir anlamı olması gerekmez mi? Başarısızlığımıza ilişkin bir takım teknik, tali gerekçeler uydurup bunların etrafında neredeyse iki yüzyıldır bir patinaj halinde yaşam sürdürmenin, yaşam sürdürmeye çalışmanın bu yaşamı sürdürmek ısrarından başka bir anlamı olabilir mi? Bu bir hastalık durumudur. Kendi tedavisini hastalığının devamı üzerine kuran hastalık hastası bir hastanın durumuna benziyor durumumuz.

Gerekçeler üretmek, mazeretler ileri sürmek bir sorunun aşılması yönünde alternatif arayışlara, çözümlere bizi yönlendiriyorsa şüphesiz anlamlıdır, önemlidir. Ancak belirtildiği üzere tüm mazeretlerimiz, ileri sürdüğümüz gerekçelerimiz bizi içinde bulunduğumuz duruma mahkum ediyorsa, bizi bulunduğumuz durumu yeniden üretmeye yönlendiriyorsa o zaman gerçekçi olmamızda, ciddiyetle davranmamız da yarar var. Çok sık tekrar ediyoruz maalesef ancak bir noktada takılıp kalmış bozulmuş plak gibiyiz. O yüzden aynı şekilde yaşamaya devam ettiğimiz için eleştiriler de bir noktadan sonra aynılaşmaya ve bu yüzden de sıradanlaşmaya başlıyor. Yine de dile getirmekten başka çaremiz yok. Afrika atasözü “uyuyanları uyandırabilirsiniz. Ancak uyuma numarası yapanları asla!” diyor. Bizim durumumuz da açıkçası artık uyumaktan ziyade uyuma numarası çekmekle ilgili. Hastalıklı yani.

Abdulbaki Değer

QOSHE - Uyuma numarası yapanları nasıl uyandıracağız? - Abdülbaki Değer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Uyuma numarası yapanları nasıl uyandıracağız?

4 1
02.02.2024

Türkiye kamusal işleyişi itibariyle ilginç bir ülke. Kamusal işleyişinde karşısına çıkan sorunlara anlamlı bir mazeret ürettiğinde bunu sorunla baş etme, sorunun çözümü için yeterli bir cevap üretme olarak düşünüyor. Ekonomimiz neden bu kadar kötü durumda? Gelir adaletsizliği konusunda neden bu kadar kötüye gidiyoruz? Yargı sistemimiz neden adalet üretmiyor? Eğitim sistemimizde gidermediğimiz nitelik problemini nasıl aşacağız? Uzatılabilecek her alanda bu sorunların yanına iliştirilen ikna edici her gerekçenin memleketin seyri ve selameti açısından yeterli olduğu düşünülüyor. Bu basit bir eksiklik, aksaklık olarak hayatımızda yer almıyor. Varoluş tarzımız böyle maalesef. Hayatla kurduğumuz ilişkinin niteliği bu şekilde. Çözüm üretmekten ziyade çözüm baskısının oluşturduğu gerilimi dağıtmayı daha çok düşünüyoruz. Gerilimi taşıyabilir kıvama getirdikten sorunla yaşamayı zaten bir şekilde başarıyoruz. Açık konuşmak gerekirse en temel handikabımız da burası. Çünkü biz mevcut sorunlarımızla yaşamaktan başka bir şekilde yaşamayı bilmediğimiz hatta istemediğimiz için hayatımızı değiştirmekten, sorunlarımızı gerçekten çözmekten ziyade sorunlarımızla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmayı tercih ediyoruz.

“Sorun gerçekten nasıl çözülür, sorunun kök........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play