“İngiltere’de hangi konsere gitseniz, klasik müziği gerçekten sevdikleri için değil, sevmeleri gerektiğini düşündükleri için orada bulunan bezgin insanlara rastlarsınız.” Bernard Shaw’ın dile getirdiği bu tespit sadece İngilizlere ait tuhaf bir durumu dile getirmiyor. Bugün yerküre ölçeğinde neredeyse sınır tanımaz şekilde insanlık, benzeri bir performansın sürdürücüsü. Herkes barıştan, adaletten, ahlaktan, özgürlükten yana olduğunu söylüyor. Buna kendisi inanıyor, bizim de inanmamızı istiyor. Gelgelelim insanlığın gözleri önünde sadece şu birkaç ay içerisinde Filistin’de yaşananlar bile durumun nasıl içler acısı bir vaziyette olduğunu göstermeye yetiyor. Güçsüz olmak, çaresiz olmak, baş edememek başka bir şey ve ondan bahsetmiyorum. Kendini kandırmaktan, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmayla ilgili daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bunu söylediğimde küresel ekonomi-politikle ilgili veya sınırlı bir şeyden bahsettiğim anlaşılmasın. Gündelik hayatımızın normal seyrinden tutun küresel mevzulara kadar her alanda aynı şekilde işleyen bir ‘sorumsuzluk’ durumuyla yüz yüzeyiz maalesef.

Eğitim alanı bu durumun çarpıcı şekilde yaşandığı başlıklardan birisi. Herkes eğitimi gerçekten sevdiğini, ona çok değer verdiğini belirtiyor. Ülkenin en yetkili isminden hükümete, MEB’den taşra bürokratlarına, aydınlardan sıradan insanlara kadar herkes bize eğitimin öneminden, anlamından bahsediyor. Konuyla ne kadar ilgili olduklarını göstermek istiyorlar. Ancak eğitimin bu öneme, bu dikkate rağmen neden durumunun içler acısı olduğuna ilişkin kimseden bir şey duymuyoruz. Genel memnuniyetsizliği kök sebepleriyle tartışmak yerine eğitimin çok önemli olduğunu tekrarlayıp durmak bir acziyetin, alana ilişkin bir yaklaşımdan, kavrayıştan yoksun olunduğunun ifadesi olabilir ancak.

Herkes için eğitim çok önemli. İyi de gerçekten çok önemli olduğunu nasıl anlayacağız? Yapılıp edilen hangi eyleme, söylenen hangi sözlere bakıp bunun gerçekten de böyle olduğuna karar vereceğiz? Eğitim-öğretim adı altında tevarüs ede gelen uygulamayı sürdürmek, alana atfedilen önemin bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkün mü? Milyonlarca öğrenci yaşamdan yoksun bırakılıyor adeta. Bir toplumun anlamlı varoluş imkânı sistematik bir şekilde mevcut pratik üzerinden yok ediliyor. Bütün bu inanılması güç yaşanılanlar önümüzde dururken bir takım tekerlemeleri, klişeleri tekrarlamak eğitime verilen önem ve anlam için yeterli görülerek ne tür bir varlık, varoluş gösterisinde olduğumuzu düşünüyoruz?

Türkiye’de kamusal konuşma bir yalan icrasına dönüşmüş durumda. Hakikatle yüzleşmemek, hakikat hakkında konuşmamak için biteviye yalan söylemeye benziyor durumumuz. Bir takım teknik ve yüzeysel hususları, ki bunların kahir ekserisi alan ihdas edildiği günden bu yana tekrarlanıp duran hususlardır, eksen alan bir konuşmayı sürdürmek alanla ilgilenmek, alana anlam ve önem atfetmek olarak görülüyor. “Biz neredeyiz, hangi dönemdeyiz, bu dönemin hususiyetleri nedir, mevcut koşullar içerisinde dünün formlarını, çözüm mekanizmalarını sürdürmek ne derece sağlıklıdır?” gibi neredeyse sorulması icap eden hiçbir soruyu sormadan ezberleri terennüm etmeyi yeterli görüyoruz.

Eğitim dediğimiz hadisenin felsefi ve sosyolojik anlamının yerli yerine oturtulup ele alındığını gösteren bir emareden yoksunuz. İktidar mücadelesindeki yeri, kaptırılmaması gereken bir mevzi olarak görülmesi dışında alanın gerçekten de bir kıymet taşıdığını gösteren bir belirti söz konusu değil. Kamusal sahnede yalanın hükmü geçerli olduğundan önem veriyormuş gibi davranmaktan da kimse imtina etmiyor. Herkes eğitimi çok seviyor, herkes eğitime çok büyük önem atfediyor ve şüphesiz herkes eğitim için canla başla mücadele ediyor! Klasik müziği sevmeleri gerektiğini ve dolayısıyla böyle görülüp değerlendirilmeleri gerektiğini düşünen bezgin İngilizler gibi. Eğitimin krizi her gün biraz daha derinleşiyor. Çözüm odağı olmaktan çıkıp bizatihi sorunun kendisine dönüşmüş durumda. Bu halini de kendisini çok önemli gördüğünü söyleyen, kendisi için büyük fedakârlıklar yaptığını düşünen insanların varlığına, varoluş biçimine borçlu. Gerçekten de hakikati konuşmadığımız, konuşmaktan özenle imtina ettiğimiz yerde yalandan başka ne yaşayabiliriz ki?

Abdulbaki Değer

QOSHE - Yalana mahkûm olmak - Abdülbaki Değer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yalana mahkûm olmak

5 0
17.03.2024

“İngiltere’de hangi konsere gitseniz, klasik müziği gerçekten sevdikleri için değil, sevmeleri gerektiğini düşündükleri için orada bulunan bezgin insanlara rastlarsınız.” Bernard Shaw’ın dile getirdiği bu tespit sadece İngilizlere ait tuhaf bir durumu dile getirmiyor. Bugün yerküre ölçeğinde neredeyse sınır tanımaz şekilde insanlık, benzeri bir performansın sürdürücüsü. Herkes barıştan, adaletten, ahlaktan, özgürlükten yana olduğunu söylüyor. Buna kendisi inanıyor, bizim de inanmamızı istiyor. Gelgelelim insanlığın gözleri önünde sadece şu birkaç ay içerisinde Filistin’de yaşananlar bile durumun nasıl içler acısı bir vaziyette olduğunu göstermeye yetiyor. Güçsüz olmak, çaresiz olmak, baş edememek başka bir şey ve ondan bahsetmiyorum. Kendini kandırmaktan, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmayla ilgili daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bunu söylediğimde küresel ekonomi-politikle ilgili veya sınırlı bir şeyden bahsettiğim anlaşılmasın. Gündelik hayatımızın normal seyrinden tutun küresel mevzulara kadar her alanda aynı şekilde işleyen bir ‘sorumsuzluk’ durumuyla yüz yüzeyiz maalesef.

Eğitim alanı bu durumun çarpıcı şekilde yaşandığı başlıklardan birisi. Herkes eğitimi gerçekten sevdiğini, ona çok değer verdiğini belirtiyor. Ülkenin en yetkili isminden hükümete, MEB’den taşra bürokratlarına, aydınlardan sıradan insanlara kadar herkes bize eğitimin öneminden, anlamından bahsediyor.........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play