Bin yılların ötesinden tevarüs ederek kuşaktan kuşağa aktardığımız doğruluk, dürüstlük, adalet, liyakat, saygı, sevgi, sabır, şükür, dayanışma ve vatanperverlik gibi kök değerlerimiz, şimdilerde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Ne değerlerimizi layıkıyla muhafaza edebildik ne onları yeni nesillere aktarabilecek yollar açabildik ne de yeni yöntemler seçebildik.

Öyle görünüyor ki radikal bazı tedbirler alınmadığı takdirde yakın gelecekte toplum olarak ne kök değer diye bir meselemiz kalacak ne de onu gelecek kuşaklara aktarma sorunumuz. Gözümüz aydın olsun!

18. Yüzyıldan sonra teknoloji sahasında yaşanan baş döndürücü gelişmeler dünyayı olabildiğince küçülterek her toplumun yaşam tarzı ve kültürünü birbiriyle tanış hale getirdi. Bu durum para ve teknolojiye yön veren çevrelerin iştahını kabartarak bütün coğrafyaları sömürülecek pazar olarak görmelerine sebebiyet verdi. Zaman içinde sinema, moda, müzik ve sosyal medya ortamları gibi insanın gözlerini kamaştıran dev sektörlerin etkisiyle dünya toplumlarının yapısında hızlı değişimler yaşandı. Bu kasırganın etkisi sadece bireyleri ve aile yapılarını dönüştürmekle sınırlı kalmadı aynı zamanda insanların hayata bakış tarzlarını da değiştirdi. Bu süreçte birey ve toplumlar kimliklerine ve kök değerlerine olabildiğince yabancılaştı.

Toplumları tek tipleştiren, tüketimin sadık kölesi haline getiren, kendi kültür ve öz değerlerinden koparan böylesine silip süpürücü bir tufandan en çok etkilenen milletlerin başında kuşkusuz biz geliyoruz.

Ne acıdır ki tarihi süreçte dini ve milli değerlere bağlılık, birlik-beraberlik, yardımlaşma-dayanışma, aklı kullanma, yaşadığı çağı okuyup anlama ve kök değerlerini çağın ruhuyla kaynaştırma gibi üstün özelliklerle asırların yüreğine nüfuz eden milletimizin, ulaştığı bu üst seviyeyle yetinip değer üretmemesi, hazırı tüketmeye başlaması ve nihayet bu yeni duruma alışma sürecinde bu muhteşem özelliğini kaybettiğini görüyoruz. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Suresi 39. Ayet), “O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır” (Bakara Suresi 117. Ayet), “Allah işini güzel yapanları sever” (Al-i İmrân Suresi 148. Ayet) gibi insanı sürekli çalışmaya, yeni şeyler icat etmeye ve yapabildiğinin en güzelini vücuda getirmeye teşvik eden oldukça dinamik bir medeniyet mensuplarının zihnine zerk edilen tüketim eksenli bu ayrık yaklaşıma dayalı nev zuhur dönüşüm, elde avuçta kalan yaralı değerlerin de kaybedilmesine sebebiyet vererek bireysel ve toplumsal yapımızda öz değer yoksunluğunun oluşmasını hızlandırdı.

Değerlerimizden yana yaşadığımız bu uzun süreli öksüzlük, zamanla toplumsal bünyede derin bir köksüzlüğe sebebiyet verdi.

Kendi kültür ve medeniyet birikimlerini değişen şartlara göre yenileyip güncelleyemeyen ve çağın ruhuyla harmanlayamayan milletlerin bunu başaran toplumların kültürel istilasına maruz kalması kaçınılmazdır. Nitekim kendi medeniyet köklerimizle bağımızın iyice zayıflaması bizi, bilgiyi güç olarak addeden hâkim küresel kültürün sadık bir taklitçisi haline getirdi. Bu da bireysel ve sosyal bünyemizde öz değer kırıcılık başta olmak üzere kimlik bunalımı, umutsuzluk, yalnızlık, kendine güvensizlik, endişe, korku, çevreye yabancılaşma, anlamsızlık ile inanılacak ve uğruna can feda edilecek şeylerin kaybolması gibi büyük ahlak erozyonlarına sebebiyet verdi. Böylece tarihte devasa devlet ve imparatorluklar kurmaya muvaffak olan köklü bir medeniyetin mensupları olarak bizler, üretimden ziyade tüketimden zevk alan, hayat felsefesini “daha çok tüketebilmek için üretmek” üzerine yeniden yapılandıran oldukça bencil bir haz toplumuna evrildik.

Bilgiyi en büyük güç olarak görüp insanı, toplumu, tabiatı ve evreni kontrol altına almaya yeltenen hâkim zihniyet, sadece insanın değil toplum ve tabiatın da dengesini bozarak farklı coğrafyaları sömürge haline getirmekten geri durmazken bizim kök medeniyetimiz, insan ve toplumun madde-mana/ ruh-beden dengesi çerçevesinde ihya ve inşa edilmesi ile tabiatın imarını önceleyen bir hakikat ve hikmet ekseninde örüyordu değer kozasını. Ne var ki kendi ihmalimiz neticesinde can çekişen gönül nehirlerimizin yataklarına musallat olan bu zehirli sızıntılar neticesinde değer havzalarımızın tamamına yakınını kuruttuk ve kaybettik.

Aslında kaybettiğimiz kendimizden başkası değildi.

Bu süreçteki en büyük yanılgılarımızdan biri, ilimleri dini olan ve olmayan ilimler şeklinde ikiye ayırmak oldu. Biz bu sapmayla farkında olmadan Yüce Allah’ın tabiata yönelik ayetleriyle bireysel ve sosyal hayata yönelik ayetlerini birbirinden ayırarak dinimizin Tevhid ilkesini ihlal etmiş olduk. Neticede bu yanlış ayrım bizi tabiat ayetleri hususunda duyarsızlığa ve vurdumduymazlığa itti. Böylece Yüce Allah’ın yaratıp eşsiz hikmetleriyle donattığı ve bize emanet ettiği bu alanı sömürgeci, talancı ve tahrip edici zihniyetlerin insafına terk etmek durumunda kaldık. Bu ise bizi çağa yürüme iradesi göstermede geç kalmaya icbar etti.

Bu süreçteki diğer bir yanılgımız ise dini olanla ahlaki olanı birbirinden koparmak oldu. Biz bu yolla inanç ve ibadetleri ahlaki amaçlarından ve ulvi gayelerinden soyutlayarak şekil ve gösteriş aracı haline getirmiş olduk. Dinin özünden hızla uzaklaşarak eşyanın kalabalığında kaybolmaya başlama serüvenimizin altında yatan en önemli sebeplerden birisi budur. Bu durum toplumumuza çok ağır faturalar ödetti ve hala ödetmeye devam ediyor.

Sözgelimi, uzun zamandır toplumumuza sirayet ettiği görülen hiçbir geçerli sebep yokken Ramazan ayı geldiğinde gıda fiyatlarının yükseltilmesi, pazar tezgahlarında iyi malın öne dizilerek müşterilerin aldatılması, insan sağlığını hiçe saymak adına merdiven altı ürünlerin pervasızca piyasaya sürülmesi, stokçuluğun ve sahtekarlığın her geçen gün artması, şahsi çıkarlar söz konusu olunca yalanın, hilenin, iftiranın, gıybetin esamisinin okunmaması, insanlar arasında saygı-sevgi ve iletişimin hızla tükenerek hiddet ve şiddetin kol gezmesi, yakın akraba, dost ve arkadaşlar arasında bile kişisel menfaat söz konusu olduğunda güven kaybı yaşanması, sınıflarda not tutmayıp tembellikte direnen talebelerin özenle kopya kağıdı hazırlamaları ve fırsatını bulur bulmaz kopya çekmeye yeltenmeleri gibi hususlar dini olanla ahlaki olanı ayırmanın birey ve topluma neler kaybettirdiğine dair kanıtlarından sadece birkaçıdır.

Bu durum kişisel ve toplumsal ilişkilerde sözü senet kabul eden bir kültürün, şimdilerde senedi dahi hiçe sayan bir yere d/evrilişinin hazin öyküsünden başkası değil aslında.

Değer zengini bir millet olmamıza ve bugün hala dünyanın farklı coğrafyalarında bu özelliğimizden sitayişle bahsedilmesine rağmen gün geçtikçe bozulmakta olan aile yapımız ve çatırdamakta olan sosyal bünyemizle yeni nesillere kök değerlerimizi layıkıyla taşıyamadık, taşıyamıyoruz. Buna bir de eğitim sistemimizin yapısından kaynaklanan sorunlar eklenince gençlerimiz kendi toplumunun kök değerlerinden ziyade popüler kültürün, sosyal medya ortamları ve arkadaşlık ilişkileri içerisindeki dinamiklerin dayattığı sözüm ona modern değerleri davranışlarının yeni belirleyicileri haline getiriyorlar. Sözgelimi çerçevesi belli olmayan özgürlük ve bağımsızlık söylemleri bunlardan birisi. Değişik ve heyecan verici bir hayat, arkadaşlar arasında itibar görmek ve kendini güçlü hissetmek, sınırsız bir refah içinde yaşamak gibi arzular şimdilerde bütün gençlerin ulaşmak istediği ortak değeri haline geldi. Aynı şekilde iyi bir dış görünüş yani imaj için gençlerin göze almayacağı hiçbir şey yok gibi.

Eğitim sistemimiz uzun yıllar boyunca kazanım ve başarıyı esas alan bir yaklaşımın esareti altında nefes alıp vermekte zorlandı.

Oysa eğitimde kazanım ve başarının öne çıkarılması hırslı, rekabetçi ve bireysel başarı için birbirini ezip geçmeye hazır gençlerle onları bu yönde motive eden aynı karakterde ailelerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu durum gençlerimize neden kök değerlerimizi aktarmada zorlandığımızın ve layıkıyla aşılayamadığımızın en net cevabı. Zira böyle bir sistem ancak bencil, kendi çıkarı için göz kırpmadan değerlerini feda edebilecek, kendine ve toplumuna yabancılaşmış kayıp kimlikler ortaya çıkarabilirdi ve nitekim öyle de oldu. Bu sebeple eğitim yuvalarımızı sadece “gençlere şu veya bu fakülteyi veya mesleği kazandıran kurumlar” olma vasfından bir an önce azat edip “gençlere kök değerlerimizi taşıyan ve kazandıran kurumlar” olma kimliğiyle dengeye almalıyız vesselam.

Kalın sağlıcakla efendim.

Mürsel Gündoğdu

murselgundogdu@gmail.com

QOSHE - Kök Değerlerimizin İzinde - Mürsel Gündoğdu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kök Değerlerimizin İzinde

7 13
09.04.2024

Bin yılların ötesinden tevarüs ederek kuşaktan kuşağa aktardığımız doğruluk, dürüstlük, adalet, liyakat, saygı, sevgi, sabır, şükür, dayanışma ve vatanperverlik gibi kök değerlerimiz, şimdilerde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Ne değerlerimizi layıkıyla muhafaza edebildik ne onları yeni nesillere aktarabilecek yollar açabildik ne de yeni yöntemler seçebildik.

Öyle görünüyor ki radikal bazı tedbirler alınmadığı takdirde yakın gelecekte toplum olarak ne kök değer diye bir meselemiz kalacak ne de onu gelecek kuşaklara aktarma sorunumuz. Gözümüz aydın olsun!

18. Yüzyıldan sonra teknoloji sahasında yaşanan baş döndürücü gelişmeler dünyayı olabildiğince küçülterek her toplumun yaşam tarzı ve kültürünü birbiriyle tanış hale getirdi. Bu durum para ve teknolojiye yön veren çevrelerin iştahını kabartarak bütün coğrafyaları sömürülecek pazar olarak görmelerine sebebiyet verdi. Zaman içinde sinema, moda, müzik ve sosyal medya ortamları gibi insanın gözlerini kamaştıran dev sektörlerin etkisiyle dünya toplumlarının yapısında hızlı değişimler yaşandı. Bu kasırganın etkisi sadece bireyleri ve aile yapılarını dönüştürmekle sınırlı kalmadı aynı zamanda insanların hayata bakış tarzlarını da değiştirdi. Bu süreçte birey ve toplumlar kimliklerine ve kök değerlerine olabildiğince yabancılaştı.

Toplumları tek tipleştiren, tüketimin sadık kölesi haline getiren, kendi kültür ve öz değerlerinden koparan böylesine silip süpürücü bir tufandan en çok etkilenen milletlerin başında kuşkusuz biz geliyoruz.

Ne acıdır ki tarihi süreçte dini ve milli değerlere bağlılık, birlik-beraberlik, yardımlaşma-dayanışma, aklı kullanma, yaşadığı çağı okuyup anlama ve kök değerlerini çağın ruhuyla kaynaştırma gibi üstün özelliklerle asırların yüreğine nüfuz eden milletimizin, ulaştığı bu üst seviyeyle yetinip değer üretmemesi, hazırı tüketmeye başlaması ve nihayet bu yeni duruma alışma sürecinde bu muhteşem özelliğini kaybettiğini görüyoruz. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Suresi 39. Ayet), “O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır” (Bakara Suresi 117. Ayet), “Allah işini güzel yapanları sever” (Al-i İmrân Suresi 148. Ayet) gibi insanı sürekli çalışmaya, yeni şeyler icat etmeye ve yapabildiğinin en güzelini vücuda getirmeye teşvik eden oldukça dinamik bir medeniyet mensuplarının zihnine zerk edilen tüketim eksenli bu ayrık yaklaşıma dayalı nev zuhur dönüşüm, elde avuçta kalan yaralı değerlerin de kaybedilmesine sebebiyet vererek bireysel ve toplumsal yapımızda öz değer yoksunluğunun oluşmasını hızlandırdı.

Değerlerimizden yana yaşadığımız bu uzun süreli öksüzlük, zamanla toplumsal bünyede derin bir köksüzlüğe sebebiyet verdi.

Kendi kültür ve medeniyet birikimlerini değişen şartlara göre yenileyip güncelleyemeyen ve çağın ruhuyla harmanlayamayan........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play