Eğitim bahçemizde neden Batı hayranı nesiller yetişti, yetişmeye devam ediyor? Gençlerimiz kendi kültür ve medeniyet değerlerine karşı oldukça ilgisiz davranırken Batı kültürüne neden daha fazla alaka gösteriyor? Zekât, sadaka ve salih amel adını duyunca burun kıvıran gençler, sosyal sorumluluk adı altında aynı içerikli projelere neden ilgi duyuyor? Onca eğitime rağmen doğruluk, dürüstlük, temizlik, fedakârlık, yardımseverlik, diğergamlık, merhamet ve vefa gibi temel değerlerimiz neden huya evrilmiyor, kalıcı olmuyor ve ruhlarına yapışıp yavrularımız için başat davranış biçimleri haline gelmiyor? Sistemin tutkalı mı zayıf?

Bu sualler daha da çoğaltılabilir ama bunlar bile eğitim sistemimizde doğru gitmeyen çok şeyler olduğunu açıklıkla ortaya sermeye yetiyor.

Hani desem ki insanımız maarif meselelerine ilgi duymuyor. Hiç gam yemeyeceğim. Lakin bu yaklaşım zinhar doğru değil zira maarif konusunda dünyanın en duyarlı toplumlarından birisiyiz.

Sözgelimi; çocuğunun eğitimi söz konusu olduğunda dünyanın hiçbir toplumunda “ceketimi satıp onu okutacağım” diyen bir babaya rastlama şansınız olmaz. Tıpkı çocuğunu okula teslim ederken onu hayata hazırlayacak öğretmenine “eti senin kemiği benim” demeyi ihmal etmeyen bir ebeveyne rastlayamayacağınız gibi.

Desem ki maarif konusunda bilgi birikimimiz ve yaşanmışlığımız yok. Bu da asla doğru değildir zira maarif alanında dünyanın en zengin bilgi birikimine ve tecrübe donanımına sahip milletlerinden birisiyiz.

Sözgelimi; farklı din ve kültürden toplumları asırlarca birbirine kırdırmadan, modern eğitim tabiriyle kimseyi akran zorbalığına maruz bırakmadan barış içinde bir arada yaşatacak kadar insani bir iklim oluşturmayı başarabilen bir milletin eğitimdeki muazzam tecrübe ve donanımından bahsediyorum ki bugün bile dünya, böyle bir eğitim yaklaşımının fersah fersah uzağındadır. Dünya dünya olalı, bünyesindeki farklı kültürden çocukları aynı çadırın evlatları olarak gören, aynı ideal altında birleyip bütünleştiren ve asırlar boyu onların ufuklarını dünyayı yönetebilecek seviyelere yükseltecek kadar güçlü bir idealle donatan kaç ülkeyle müşerref olabilmiştir acaba?

Gelin görün ki bunca zengin birikimine rağmen maarif konusunda dünyada kafası en karışık, tekerleri en çok patinaj yapan ve ufku en bulanık olan milletlerden birisi de maalesef yine biziz.

18. Yüzyıldan beri toplum olarak bu konuda kafamız allak bullak. Belki daha öncesi de var. O günden bu yana eğitim konusunda adeta teker sıyırıyoruz. Maarif meselesinde, eski bir şarkıda dile geldiği gibi; “yola çıktım arıyorum, kaybettim aşkımı ben” türünden bir arayışta mıyız? Yoksa, “kara sevda, kara sevda, seni benden kim ayırabilir ki?” türünden kahrolası bir teslim oluşta mı? Nasıl anlatsam bilemiyorum ancak bu durumun arayış olmadığı apaçık ortada. Yön belli, yöntem belli zira. Burada arayışı aşan bir durumla karşı karşıyayız. Belki “arayış” adı altında en stratejik asırları elimizden çalan ve bizi sonu gelmez hülyalara salan idrak kırıcı, şuur silici ve özgüven yıkıcı bir süreçle karşı karşıyayız. Bu da asırlardır mayalanarak geldiğimiz kültürel iklimin dilini, rengini ve ruhunu kaybetmek, at gözlüğü takarak bakışları tek bir yöne sabitlemek ve bunun neticesinde iflah olmaz bir boyun tutulması yaşamaktan başkası değil.

Eğitim konusunda uzun süreden beri bir akıl ve gönül tutulması yaşadığımız apaçık meydanda.

Üç yüz yılı aşkın süredir Batı’da üretilen eğitim teorilerinin bizim için de genel geçer olduğu, bunların eksiksiz tatbik edilmesi halinde çocuklarımız ve yarınlarımız için aynı Batı toplumlarındaki gibi başarılı sonuçlar doğuracağına yürekten inandık. Bu yüzden ülkemizde eğitime dair okutulan kitap ve makalelerin, yazılan tezlerin, yapılan araştırmaların ve hazırlanan raporların tamamına yakını Batı orijinli olmak ve Batı terminolojisini esas almak durumunda kaldı. İşte akıl ve boyun tutulması bu noktada başlıyor.

Eğitim Bilimi alanında yazılan eserlerin genelinde sanki bu bahçe bizim değilmiş gibi öz kültürümüzün esamesi okunmadığı gibi asırlarca ideallerimize yön verip ruh aşılayan kavramlar da bu alanda kendisine yer bulamıyor.

Pazarlamadan üretime, girdiden çıktıya, sosyal sorumluluktan örgütsel vatandaşlığa, toplam kalite yönetiminden yapılandırmacı eğitime, öğretmen yeterliliklerinden gelişimsel rehberliğe kadar kültür ve medeniyet köklerimize yabancı kavramlarla maarifimizi kendi safiyetinden sıyırıp kapitalist piyasanın emrine veren, dahası onu bir işletme alanına çevirip veliyi müşteriye, öğrenciyi de ürüne indirgeyen bir anlayış, Batı’nın içinde doğduğu toplumsal gerçekliğe uygun olsa bile bizim kültür ve medeniyet yaklaşımımızla taban tabana zıttır.

Eğitim bilimleri alanında Batı’da üretilen bilgi, içinde doğduğu kültür ve medeniyet iklimiyle etle tırnak gibi bütünleşmiş, bu iklimin gerektirdiği iyi insan modelini ortaya çıkarmak adına özgün modeller geliştirmiş, buna dair sorunlara çözüm önerileri sunmuş ve hala sunmaya devam eden dinamik bir süreci ifade eder.

Kuşkusuz bu, büyük çaba ve emekler neticesinde ulaşılan ileri bir noktadır ve bu ilmi seviyeden azami surette istifade edilmelidir. Birebir kopyalanması veya intihal edilmesi meselesine gelince işte o, bizim gibi toplumlar için tarihten silinip yok olma riski oluşturmaktadır. Çünkü Batı’nın öngördüğü ideal insan modeliyle bizimki asla aynı değildir. O yüzden böyle bir maarif iklimini hiçbir filtreye tabi tutmadan olduğu gibi alıp ülkemizde uygulamaya koymak, yazının başında sorduğum suallerin cevaplarını kendiliğinden ortaya çıkarır. Siz o zaman büyük bir gaflete düşer ve kendi geleceğinize nesiller değil bu küresel kültür pazarlamacılarının tezgahına ömür boyu hizmet edecek bireyler yetiştirmiş olursunuz.

Çözüm; bize özgü maarif iklimini kendi dili, elbisesi ve ruhuyla yeniden inşa etmektir.

Nesillerinin eğitimini kendi kültür ve medeniyet iklimine yaslamayı başaramayan hangi toplum yarınlara özgüvenli, başı dik, tam bağımsız ve güçlü bir şekilde yürüyebilir ki?

Her fidan, yeteneklerini özgürce ve kaygısızca sergileyebileceği aşina bir gönül iklimine yazgılıdır zira.

Bir fidan bilir ki özgüven sahibi olabilmesi de göğsünü gererek varlığını sürdürmesi de ancak öz yapısıyla uyumlu bir iklimde yaşamasına bağlıdır. Talihli bir fidan işte böyle ferahfeza bir ortama kavuştuğu zaman aşkla kök salar toprağa. Onun hikmet yüklü öğütleriyle arayıp bulur yönünü. Bu özge iklimin terennümleriyle donatır ruhunu. İç ve dış tehditlerden onun tembihleriyle korur kendisini. Bu iklimin işaret diliyle muhafaza eder istikametini. Onun füsunkar meltemleriyle uyandırır hayallerini ve aynı rüzgarla tutuşturur salkım saçak umutlarını. Gece- gündüz demeden aşkla sarılır ideallerine ve en müstesna vakitlerini tabiat ananın kucağında dallanıp budaklanmaya, serilip serpilmeye adar hiç usanmadan.

Bir fidanın umutlarına çiçek açtıran ve biricik ruhunu mayalayan gizemli el, bu fidanın öz yapısıyla gönül iklimi arasında yakaladığı muazzam ahenkten başkası değildir aslında.

Ve nihayet an gelir, bu körpe fidan meyveye durur.

Bir ağacın rastgele her iklimde yetişip meyveye durma gibi bir yeteneği yoktur. Her fidan her iklimde meyve vermez zira. Bu şüphe götürmez bir hakikattir. Belki yad iklimlerde bir fidanın suni yöntemlerle çiçeğe durmasını temin edebilirsiniz ama çiçeğine don vurmasına mâni olamazsınız. Kim bilir belki de biteviye sulayarak gövdesini büyütür ama meyveye durmasını sağlayamazsınız. O yüzden meyve fidanlarının öz yapısına uygun iklimlerde yetiştirilmesi hayati önem arz eder. Elbette bu durum böyle bir hayali gönül terkisinde taşıyanlar için geçerlidir.

Her çocuğun kemali, kendi kültür ve medeniyet ikliminde gerçekleşir.

Her milletin çağların ötelerinde bin bir emekle mayalayıp sabır ve özenle geleceğe aktardığı bilgi, birikim ve değerler iklimi vardır. Bu iklim, o milletin fidanları mesabesinde olan öz evlatlarını doğal yapısı içinde yeşertir, şekillendirir ve yüreğinden tuttuğu gibi daha aydınlık yarınların kapılarına yöneltir. Bu yüzden kendi kültür ve medeniyet iklimini oluşturamayan, muhafaza edemeyen ve bu iklimi başka iklimlerin istilalarına açık hale getiren milletlerin bahçelerinde özgürce çiçek açan ve meyveye duran fidanların yetişme şansı bir hayli zayıftır.

Millet olarak el ele verip en önce maarif meselelerimiz için bize ait bir dil geliştirmeliyiz. Bunun yanında maarifimize özgün bakış açıları kazandırmalı ve ona öz tekniklerle bezeli güçlü bir hayat iklimi oluşturmalıyız. Yani maarife dair yerli ve milli bir model inşa etmeliyiz. Bunu başaramadıkça eğitim-öğretim adı altında; bireysellik, tüketim, rekabet, girdi, çıktı, örgüt, ürün, şirket ve rasyonellik gibi kapitalist piyasanın mutlak değerlerine eleman yetiştirmeye devam edecek ve bu odakların idealite değirmenine su taşımayı sürdüreceğiz.

Böyle bir iklim oluşturmak kolay iş midir?

Çok zordur. Çok çok zordur ama imkânsız da değildir. Bu tek başına ne Millî Eğitim Bakanlığının ne üniversitelerin ne de sivil toplum örgütlerinin yiyeceği bir ekmektir üstelik. Bu sebeple kurumlarımızın bu hususta birbirini eleştirmeleri abesle iştigal etmekten öte bir anlam ifade etmez. Bunun için milli bir seferberlik ilan edilmeli. Bu işi dert edinen eğitimcilerden, tarihçilerden, kültür ve medeniyet uzmanlarından, dil ve edebiyatçılardan, ilahiyatçılardan, sahadaki uç beylerinden onlarca komisyon kurup bir an önce bu modeli ve iklimi inşa etmek için kolları sıvamalı. Bu konuda mümkün olduğunca acele edilmeli zira geçen her süre zarfında kendi medeniyet dünyamızın inşa edicileri olmak yerine başka kültürlerin ihya edicileri olmaya devam edeceğiz vesselam.

Kalın sağlıcakla efendim.

Mürsel Gündoğdu

murselgundogdu@gmail.com

QOSHE - Maarifte Fırtınaya Tutulmak ya da Yad İklimlerde Fidan Yetiştirmeye Koyulmak - Mürsel Gündoğdu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Maarifte Fırtınaya Tutulmak ya da Yad İklimlerde Fidan Yetiştirmeye Koyulmak

5 1
29.02.2024

Eğitim bahçemizde neden Batı hayranı nesiller yetişti, yetişmeye devam ediyor? Gençlerimiz kendi kültür ve medeniyet değerlerine karşı oldukça ilgisiz davranırken Batı kültürüne neden daha fazla alaka gösteriyor? Zekât, sadaka ve salih amel adını duyunca burun kıvıran gençler, sosyal sorumluluk adı altında aynı içerikli projelere neden ilgi duyuyor? Onca eğitime rağmen doğruluk, dürüstlük, temizlik, fedakârlık, yardımseverlik, diğergamlık, merhamet ve vefa gibi temel değerlerimiz neden huya evrilmiyor, kalıcı olmuyor ve ruhlarına yapışıp yavrularımız için başat davranış biçimleri haline gelmiyor? Sistemin tutkalı mı zayıf?

Bu sualler daha da çoğaltılabilir ama bunlar bile eğitim sistemimizde doğru gitmeyen çok şeyler olduğunu açıklıkla ortaya sermeye yetiyor.

Hani desem ki insanımız maarif meselelerine ilgi duymuyor. Hiç gam yemeyeceğim. Lakin bu yaklaşım zinhar doğru değil zira maarif konusunda dünyanın en duyarlı toplumlarından birisiyiz.

Sözgelimi; çocuğunun eğitimi söz konusu olduğunda dünyanın hiçbir toplumunda “ceketimi satıp onu okutacağım” diyen bir babaya rastlama şansınız olmaz. Tıpkı çocuğunu okula teslim ederken onu hayata hazırlayacak öğretmenine “eti senin kemiği benim” demeyi ihmal etmeyen bir ebeveyne rastlayamayacağınız gibi.

Desem ki maarif konusunda bilgi birikimimiz ve yaşanmışlığımız yok. Bu da asla doğru değildir zira maarif alanında dünyanın en zengin bilgi birikimine ve tecrübe donanımına sahip milletlerinden birisiyiz.

Sözgelimi; farklı din ve kültürden toplumları asırlarca birbirine kırdırmadan, modern eğitim tabiriyle kimseyi akran zorbalığına maruz bırakmadan barış içinde bir arada yaşatacak kadar insani bir iklim oluşturmayı başarabilen bir milletin eğitimdeki muazzam tecrübe ve donanımından bahsediyorum ki bugün bile dünya, böyle bir eğitim yaklaşımının fersah fersah uzağındadır. Dünya dünya olalı, bünyesindeki farklı kültürden çocukları aynı çadırın evlatları olarak gören, aynı ideal altında birleyip bütünleştiren ve asırlar boyu onların ufuklarını dünyayı yönetebilecek seviyelere yükseltecek kadar güçlü bir idealle donatan kaç ülkeyle müşerref olabilmiştir acaba?

Gelin görün ki bunca zengin birikimine rağmen maarif konusunda dünyada kafası en karışık, tekerleri en çok patinaj yapan ve ufku en bulanık olan milletlerden birisi de maalesef yine biziz.

18. Yüzyıldan beri toplum olarak bu konuda kafamız allak bullak. Belki daha öncesi de var. O günden bu yana eğitim konusunda adeta teker sıyırıyoruz. Maarif meselesinde, eski bir şarkıda dile geldiği gibi; “yola çıktım arıyorum, kaybettim aşkımı ben” türünden bir arayışta mıyız? Yoksa, “kara sevda, kara sevda, seni benden kim ayırabilir ki?” türünden kahrolası bir teslim oluşta mı? Nasıl anlatsam bilemiyorum ancak bu durumun arayış olmadığı apaçık ortada. Yön belli, yöntem belli zira. Burada arayışı aşan bir durumla karşı karşıyayız. Belki “arayış” adı altında en stratejik asırları elimizden çalan ve bizi sonu gelmez hülyalara salan idrak kırıcı, şuur silici ve özgüven yıkıcı bir süreçle karşı karşıyayız. Bu da asırlardır mayalanarak geldiğimiz kültürel iklimin dilini, rengini ve ruhunu kaybetmek, at gözlüğü takarak bakışları tek bir yöne sabitlemek ve bunun........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play