Memiş Okuyucu bey bazen haddim olmayarak benden bazı hususlarda yazı ısmarlıyor. Bazen manevi rüşvetle taltifte de bulunuyor. Kimi zaman bu ricaların altında ezilmiyor da değilim. Bana ‘adaletin bu mu dünya?’ şarkısına eşlik edebilecek bir konu başlığı tevdi etti. ‘Dünya adaletsizlik girdabında mı debeleniyor?’ mealinde bir konu ısmarladı. Dünya zulüm çarkı mı, adaletsizlik etrafında mı dönüyor, cevabı aranan sorular ve meseleler arasında. Konu aklımın bir köşesinde bulunuyordu. Zihinde olgunlaştırmadan yazıya dökmek istemedim. Anlattığına göre felsefeye merak salan bazıları dünyayı bu zaviyeden okuyorlarmış. Adalet arayışındaki adam dünyaya çok yönlü ve dengeli bakamazsa adaleti zor yakalar! Aradığını kendisi kaybeder, kaçırır! Bu zevat dünyaya tek düze bakıyorlar ve dünyanın karakterini de anlamış görünmüyorlar.

Esasında konu pek de harcım değil. Kamus sahibi Furutabadi aramızda olsaydı bunu yazmak ona düşerdi. Yine Ragıp İsfehani de bunun hakkını verirdi. Onlar peygamber hikmetine varis olmuş kimseler. Kur’an ile hikmeti buluşturmuşlar. İkisi arasında köprü kuruyor ve bu çapraz meselelere çok yetkin bir biçimde neşter vuruyor ve çözüme kavuşturuyorlardı. Ramazan akabinde Kur’an tilaveti vetiresini bozmayalım diye Nisa Suresine gelmiştim. Konumuzla alakalı olarak bana ufuk ve pencere açtı. Nisa Suresi ölçeğinde tafdil, taltif, önceleme veya lütfetme ve kayırma uygulamasının adalete ters düşüp düşmediğini tarttım. Allah ile kul arasında ilişki adalete dayalı olsa da bir yönüyle de aşkındır yani adaleti de aşar. Bazen Tafdile dayanır. Bu önceleme, tafdil düzeyinde kullar arasında imtihan sırrı gerçekleşir. Hiç bir boyut ucu açık ve muhasebesiz değildir. Nitekim Hazreti Peygamber de ‘amelimle değil ancak Allah’ın fazlı keremiyle cennete girebilirim’ buyurmuştur. Kimse tek başına ameliyle cennete giremez. Amel+lutuf terkibinden bahsetmeliyiz. Otomatik bir durum sözkonusu olmaz. Mevlana ve öncüleri bu meseleyi çok güzel izah etmişlerdir. Kimse menzili maksuduna çalışarak gitmedi ama menzile erişenler çalışanlar arasından çıktı. Burada tembellikle tevekkülün sınırları ayrışıyor.

Nisa Suresinde bahsedildiği gibi fazlın karşılığı cimriliktir. İyilikten sakınmaktır. Tefadulda yani öncelemede iyilik kefesi ağır basmaktadır. Allah cimrilikten münezzehtir. Lakin Yahudiler Allah’ın eli bağlıdır ve tutuktur mealinde Allah’ın cimriliğinden kinaye sözler sarf etmişlerdir. Abdulkadir Geylani’nin ifadesiyle dünya daru’l hikmet ve ibrettir. Burada her şey zıddıyla kaim ve sınırlıdır. İmkanların ucu kapalıdır. Bu dar dairede insanlar imtihan olurlar. Öbür dünyada ise ne darlık vardır ne de imtihan. Öte dünya daru’l kudret ve daru’l adalet olarak anılır. Eğer ahiret dengesi olmasaydı dünya daru’z zulüm olurdu. Ahiret bu dünyanın devamdır. Dünya ahiretin öncülüdür ve birlikte tartılırlar. Bu dünya ahiretin tarlasıdır ve burada ekilenler öte dünyada biçilir. Dünya yakın plan anlamında bir mukaddimedir. Burada zulüm olmasaydı öbür dünyada hesap ve hesaplaşma ve adalet de olmazdı. Dolayısıyla dünyada ahireti bekleyenler sabırsız davranıyorlar. Kimileri de (Adnan Oktar gibi) cenneti dünyaya indirmek ve amelsiz peşin yaşamak istiyorlar. Dolayısıyla karakterini bozuyorlar. Bu takdim tehir suretiyle dünyaları birbirine karıştırmaktır. Allah ile kullar arasında tafdil ilişkisi olduğu gibi elbette adalet ilişkisi de vardır. Allah kendi hukukundan kul lehine feragat edebilir lakin kulların kendi aralarındaki ilişkilerinde hesaplaşmayı birbirine bırakır. Hazreti Ömer döneminde adamın birisi vukuat üzerine vukuat işler en sonunda adaletin pençesine düşer. Af diler. Allah’ın rahmet, rahim ve rauf isimleriyle muamele edilmesini ister. Oysa adaletin kılıcı kıldan incedir. Hazreti Ömer şöyle dile gelir: Kim bilir şimdiye kadar Allah’ın settar ismi altında nice cürümler işledin! Sonunda yakanı adalete kaptırdın. Adalet dünyasında ‘dakka bir enseleme bir’ olmaz. Bu hikmete uygun değildir. Lakin kuyruğunu kıstırdıysan bu vukuatının tolerans miktarını, düzeyini aştığını gösterir.

Kullar arasında ve devletlerarasında tefadul düzeni vardır. Lakin bu mutlak değil döngüseldir. Kur’an, Allah’ın haluku’s semavati ve’l ard olduğunu ortaya koyar. Ayrıca birçok ayet Allah’ın yeryüzüne varis olduğu da vurgulanır. Milletlerin nöbetleşme ve yıkım dönemlerinden sonra Allah yeryüzünü başka toplulukların uhdesine verir ve bir kez de onları dener. Bu yeryüzüne varis olmaktır. Dolayısıyla tafdil hem ucu açık değildir hem de şartlara bağlıdır. Şartları kaldıran Yahudiler iki bin yıldır insanlığın maskarası olmuştur. İddia düzeyinde yerlerde sürünmüştür. Kendilerine göre siyasi evrende bir yeryüzü skalası veya kastı kurgulamışlar ve tepesine de kendilerini koymuşlardır.

Hindu toplumu kast sistemini tefadul veya tafdil boyutundan çıkararak mutlaklaştırmışlar ve sabitlemişlerdir. Böylece dönemsel önceliği zulüm sistemine çevirmişlerdir. Hindular bunu hem dini hem de sosyal düzeyde icra etmişlerdir. Yahudiler ise dini ve siyasi düzeyde değişmez bir üstünlük sistemi düşlemişlerdir. Bunun için de yaşadıklarını kabullenememişler ve melankolik bir topluluk haline gelmişlerdir. Gökyüzünde ‘Allah ile otururken’ yeryüzünde en diple tanışmışlardır.

Kur’an dönüşümlü olarak insanlar arasındaki ilişkileri tefadul mertebesinde adeta tahterevalli düzeyinde tasvir ederken insan ile hayvanlar ve kainat arasındaki çok yönlü ilişkiyi de varoluşsal/ontolojik hilafet gereği insana tabi kılmıştır. Vekili olarak bütün kainatı insana musahhar kılmıştır. Öncelemenin dönüşümlü ve sofistike bir sistemde adalete aykırı olduğu söylenemez. Tafdil boyutu tadile açıktır. Ve işbölümünün gereğidir. Ailede kavvamiyet kadına verilseydi erkekler de bunun adil olmadığını düşünebilirdi! Mesele devr ve teselsüle dönüşürdü. Kimileri hayvan insan ilişkileri konusunda da bunu düşünebilir. Hayvanlarda muhakeme olsaydı belki onlar da isyan edebilirlerdi. Yine de İbni Hazm tartışmalı düzeyde de olsa hayvanlar aleminin ‘peygamberlerinden’ bahsetmiştir. Bu durum muvacehesinde Allah’a tevekkül ederek Gazali gibi söylemeliyiz: Leyse bi’l imkan ahsene mimma kane. Daha iyisini ortaya koymak muhal olsa gerek. Ailede de kavvamiyet yani sorumluluk erkeğe verilmiştir. Bu kadını hor görme değildir. Tefadul skala biçimindedir ve bir alanda mercuh olan değer alanda racih olabilir. Miras sistemine benzer. Mısırlı merhum Muhammed İmare’nin dediği gibi erkeklere kadınlar karşısında mirasta iki pay verilir kuralı sadece bir formdadır. Diğer formlarda denklem ve durum değişkendir. Pekala birçok formda kadın lehine tercihler gözetilmiştir. Çok boyutlu insani ilişkiler ve dengeler nedeniyle bu kurallar esnek, dinamik ve sofistikedir. Bu kuralları bozan kullar zulmün kapısını aralarlar. Hinduların mesleklere göre kast sistemini mutlaklaştırmaları gibi. Kurallar bazen sınırlarını aştığında bazen de esnekliğini yitirdiğinde zulüm çarkına dönüşebilir.

QOSHE - Tafdil, Teshir ve Adalet - Mustafa Özcan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tafdil, Teshir ve Adalet

14 20
20.04.2024

Memiş Okuyucu bey bazen haddim olmayarak benden bazı hususlarda yazı ısmarlıyor. Bazen manevi rüşvetle taltifte de bulunuyor. Kimi zaman bu ricaların altında ezilmiyor da değilim. Bana ‘adaletin bu mu dünya?’ şarkısına eşlik edebilecek bir konu başlığı tevdi etti. ‘Dünya adaletsizlik girdabında mı debeleniyor?’ mealinde bir konu ısmarladı. Dünya zulüm çarkı mı, adaletsizlik etrafında mı dönüyor, cevabı aranan sorular ve meseleler arasında. Konu aklımın bir köşesinde bulunuyordu. Zihinde olgunlaştırmadan yazıya dökmek istemedim. Anlattığına göre felsefeye merak salan bazıları dünyayı bu zaviyeden okuyorlarmış. Adalet arayışındaki adam dünyaya çok yönlü ve dengeli bakamazsa adaleti zor yakalar! Aradığını kendisi kaybeder, kaçırır! Bu zevat dünyaya tek düze bakıyorlar ve dünyanın karakterini de anlamış görünmüyorlar.

Esasında konu pek de harcım değil. Kamus sahibi Furutabadi aramızda olsaydı bunu yazmak ona düşerdi. Yine Ragıp İsfehani de bunun hakkını verirdi. Onlar peygamber hikmetine varis olmuş kimseler. Kur’an ile hikmeti buluşturmuşlar. İkisi arasında köprü kuruyor ve bu çapraz meselelere çok yetkin bir biçimde neşter vuruyor ve çözüme kavuşturuyorlardı. Ramazan akabinde Kur’an tilaveti vetiresini bozmayalım diye Nisa Suresine gelmiştim. Konumuzla alakalı olarak bana ufuk ve pencere açtı. Nisa Suresi ölçeğinde tafdil, taltif, önceleme veya lütfetme ve kayırma uygulamasının adalete ters düşüp düşmediğini tarttım. Allah ile kul arasında ilişki adalete dayalı olsa da bir yönüyle de aşkındır yani adaleti de aşar. Bazen Tafdile dayanır. Bu önceleme, tafdil düzeyinde kullar arasında imtihan sırrı gerçekleşir. Hiç bir boyut ucu açık ve muhasebesiz değildir. Nitekim Hazreti Peygamber de ‘amelimle değil ancak Allah’ın fazlı keremiyle cennete girebilirim’ buyurmuştur. Kimse tek başına ameliyle cennete giremez. Amel lutuf terkibinden bahsetmeliyiz. Otomatik bir durum sözkonusu olmaz. Mevlana ve öncüleri bu meseleyi çok güzel izah etmişlerdir. Kimse menzili maksuduna çalışarak gitmedi ama menzile erişenler çalışanlar arasından çıktı. Burada tembellikle tevekkülün sınırları ayrışıyor.

Nisa Suresinde bahsedildiği gibi fazlın karşılığı cimriliktir. İyilikten sakınmaktır. Tefadulda yani öncelemede iyilik kefesi ağır basmaktadır. Allah cimrilikten münezzehtir.........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play