Tanıdığım en önemli insan: Annem

Tanıdığım en önemli insan, kuşkusuz, annemdi. Hani şu emeklilikten sonra benimle üniversite sınavına giren, bölümü birinci bitiren, sonra 12 Eylül üstüne tez yazan, en son da tarih doktorası yaparken hayata gözlerini yuman kadın. Tek başına 2 çocuk bakan emektar kadın. Hep içinde kalmış okuma isteği, hep okumuş, sonunda üniversitelerle buluşmuş yolu. Okuduğu kitapları bana da okuturdu, tartışırdık. Sayesinde tarih yöntembilimine ilişkin tartışmalar içinde buldum kendimi. Aileden kalma kitaplık zaten yeterince büyüktü. Onunkilerle iyice büyüdü. İçindeki sevgiyi çevresine taşıdı, o da büyüdü. Biz de böyle büyüdük. Ana okulu öğretmeniydi. Onunla 6 yıl ana sınıfında okudum. Beni her gün getirip götürürdü. En son oyuncakları alırdı, zekam gelişsin diye. Bir gün parası rüzgarda uçmuş da çok üzülmüştü. Sonra piyangodan ona denk bir para çıkmıştı. Onun da yarısıyla bana oyuncak almıştı. Sonuna kadar devrimciydi. Dünya görüşünde hep bir istikrar vardı. Bugün o istikrar bize ışık tutuyor, bizi düşündürüyor, bize yol gösteriyor. Tanıdığım en önemli insan oydu. Üstüne başkasını tanımam. Bugün “yıldızlar yoldaşı olsun” diyorsam, yıldızlara denk olmasındandır.

Yağmur ormanında bir gün

Vietnam’da o gün zaman geçirmenin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Gezi ekibi beni yağmur ormanlarının tam da ortasında unutuvermişti. Korkuyla karışık bir kaygı… Hangisi daha baskındı, şimdi emin olamıyorum. Yırtıcı hayvanların olduğunu söylemişlerdi bu ormanda. Gerçi görmemiştik onları ama bu olasılık bile beni korkutmaya yetiyordu. Çokça makak maymunu olduğu ise kesindi. Bunların toplu saldırısında ne yapacağımı şaşıracaktım kuşkusuz. Yine şanslıydım, daha hava kararmamıştı. Gündüz gözüyle daha yönetilebilir bir sorundu bu. Yılanlar da bir başka korkumdu. Bunlardan kimisi zararsızdı; bizim bahçede bunlardan gördüğüm olmuştu. Ama vahşi doğada elbette tehlikeli tür yılanların bulunma olasılığı daha fazlaydı. Yeşiller zararsız, sarılı alacalı bulacalı olanlar zehirli idi. Önce bağırdım, belki sesimi duyarlardı. Ne yazık ki duyan olmadı. Ani bir refleksle bir ağaca tırmandım. Burada kendimi daha güvende hissediyordum ama aslında öyle değildi. Sonra bir muson yağmuru bastırdı. Üstüme kovalarca su dökülmüş gibi oldum, sırılsıklam ne kelime… Ama neyse ki, muson yağmuru sıcak olur. Oradan kurtardım. İşte korku ve kaygının birbirine girdiği böyle birkaç saat yaşadım, ömrümden ömür gitti. Hava kararınca iyice umudumu yitirdim. Vahşi doğada tümüyle savunmasız durumda ne yapabilecektim… En kötü dönem başlıyordu. Hava karardıktan bir saat sonra uzaktan bir ışık gördüm. Sonra bir ışık daha ve bir ışık daha. İyi ki, yağmur ormanında kendi başıma buyruk dolaşmamışım, olduğum yerde kalmışım. Beni kolaylıkla buldular. İşte böylece aranıza katıldım yeniden, ama bu deneyimi unutabileceğim söylenemez. Kişisel farklar da böyle deneyimlerden kaynaklanmaz mı…

Dünya sosyalist basını neler hakkında konuşuyor?

En başta Gazze ve soykırım konusu var. Bu konuda çok sayıda yazı kaleme alınmış. Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin kararı konuşuluyor. Bir diğer konu, Ekvador’da mafyanın iktidarı ele geçirmesi. Bu durum, Kolombiya ve Meksika’ya benzetiliyor. Bir diğer konu, Çin modelinin ‘Batı’ kapitalizmini ne derece yerinden edeceği… Bunun dışında, Sudan’da devrim ve karşı devrim merceğe alınıyor. Bir başka makalede, “Yemen’de Husiler ne istiyor?” diye soruluyor. Bunların dışında, Amerika’daki bir Hyundai fabrikasındaki örgütlenme mücadelesi konu ediliyor. Martin Luther King Jr.’nin devrimci mirası anılmış. Filistin konusunda ateşkes sağlanması için ne yapabileceğimiz üzerine düşünce üretilmiş. “Trump yeniden seçilirse bunun emekçiler için ne gibi bir anlamı olacak?” diye sorulmuş. “Kriz halindeki bir dünyaya neden devrim gerekli?” diye başlık atılmış. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na Amerika’nın desteğini çekmesi konu alınmış. Bir başka yazıda, Ukrayna’daki savaşta 2 yıl geçmesine karşın Avrupa’nın tutarlı bir politikası olmadığı ileri sürülmüş. Bir yazı da LGBTİ konusuna ayrılmış. “Lenin’in ölüm yıl dönümünde büyük lider insanlığa neler bıraktı?” diye sorulmuş, bu soru çerçevesinde başka yazılar da yazılmış. El Salvador’da basın özgürlüğünün olmaması eleştirilmiş.

Bir diğer yazıda ise, yapay zekanın topluma etkileri üstüne birtakım tahminlerde bulunulmuş. Yeni yıl öngörülerinde yapay zeka ve ekonomik durgunluk anılmış. Ukrayna ve Filistin karşılaştırması bir diğer yazı konusu. Bunların dışında, ABD-Kuzey Kore ilişkileri incelenmiş. Finlandiya’da genel grev olasılığı konuşulmuş. İran’daki protestolar değerlendirilmiş. Hindistan’daki özel üniversiteler yasası protestoları ele alınmış. Geçen yılın, en sıcak yıl olduğu ve bunun suçlusunun kapitalizm olduğu ileri sürülmüş. Arjantin’in yeni sağcı liderine karşı bir genel grev olasılığı tartışmaya açılmış. “Sağ kanat komploculukla nasıl mücadele etmeli?” diye sorulmuş.

ABD-Meksika sınırındaki dikenli teller konu edilmiş. Uçuş endüstrisindeki skandallar sıralanmış. “Bir İşçi Partisi hükümeti İskoçya’yı değiştirebilir mi?” diye sorulmuş. Quebec’teki işçi protestoları ele alınmış. Bir yazı da sosyalist feminizm üstüne. Tayvan’daki seçim sonuçları da bir diğer konu – ki bu, Çin’i rahatsız etmişti. Amerika’nın nükleer üstünlüğünün etik boyutu tartışılıyor. Sosyalist veganlık ile ilgili bir yazı yayınlanmış. Amerikan işgaline yönelik Irak direnişi incelenmiş. Bir diğer yazı, Rosa Luxemburg’a ayrılmış. Sınıflı toplumun yükselişi ve kadınların ezilmesi konu alınmış. Görüldüğü gibi, dünya sosyalist basını çok canlı. Kendi içinde çelişki sayılabilecek öğeler öne çıksa da, bu, tartışmaların zenginliği olarak değerlendirilmeli.

ulasbasar@gmail.com

Ulaş Başar Gezgin

1978 İstanbul doğumlu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 23 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazar. Eğitimini Darüşşafaka (1989-1996), Boğaziçi Üniversitesi (Eğitim Bilimleri (Psikolojik Danışmanlık), lisans, 2000; Sosyal Psikoloji, yüksek lisans 2002), ODTÜ (Bilişsel Bilimler, doktora, 2006) ve yurt dışında (2009, üniversite düzeyinde ders verme yetkisi, Avustralya; Darmstadt Teknik Üniversitesi, Şehir Plancılığı, yüksek lisans, 2011) tamamlayan Gezgin’in toplam 116 kitabı bulunmaktadır. 2014’te Türkiye’de doçent, 2017’de yurt dışında profesör olmuştur. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü, şarkı, deneme, yazınsal inceleme, öykü, film öyküsü, film çözümlemesi, tiyatro oyunu, masal ve roman türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri ve şarkıcıları Türkçeye kazandırmaktadır. Çeşitli çalışmaları 13 dile (Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rusça, Japonca, Vietnamca, Tayca, Gürcüce ve Azerbaycan Türkçesi) çevrilmiştir.

QOSHE - Annem ve yağmur ormanı - Ulaş Başar Gezgin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Annem ve yağmur ormanı

7 0
08.02.2024

Tanıdığım en önemli insan: Annem

Tanıdığım en önemli insan, kuşkusuz, annemdi. Hani şu emeklilikten sonra benimle üniversite sınavına giren, bölümü birinci bitiren, sonra 12 Eylül üstüne tez yazan, en son da tarih doktorası yaparken hayata gözlerini yuman kadın. Tek başına 2 çocuk bakan emektar kadın. Hep içinde kalmış okuma isteği, hep okumuş, sonunda üniversitelerle buluşmuş yolu. Okuduğu kitapları bana da okuturdu, tartışırdık. Sayesinde tarih yöntembilimine ilişkin tartışmalar içinde buldum kendimi. Aileden kalma kitaplık zaten yeterince büyüktü. Onunkilerle iyice büyüdü. İçindeki sevgiyi çevresine taşıdı, o da büyüdü. Biz de böyle büyüdük. Ana okulu öğretmeniydi. Onunla 6 yıl ana sınıfında okudum. Beni her gün getirip götürürdü. En son oyuncakları alırdı, zekam gelişsin diye. Bir gün parası rüzgarda uçmuş da çok üzülmüştü. Sonra piyangodan ona denk bir para çıkmıştı. Onun da yarısıyla bana oyuncak almıştı. Sonuna kadar devrimciydi. Dünya görüşünde hep bir istikrar vardı. Bugün o istikrar bize ışık tutuyor, bizi düşündürüyor, bize yol gösteriyor. Tanıdığım en önemli insan oydu. Üstüne başkasını tanımam. Bugün “yıldızlar yoldaşı olsun” diyorsam, yıldızlara denk olmasındandır.

Yağmur ormanında bir gün

Vietnam’da o gün zaman geçirmenin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Gezi ekibi beni yağmur ormanlarının tam da ortasında unutuvermişti. Korkuyla karışık bir kaygı… Hangisi daha baskındı, şimdi emin olamıyorum. Yırtıcı hayvanların olduğunu söylemişlerdi bu ormanda. Gerçi görmemiştik onları ama bu olasılık bile beni korkutmaya yetiyordu. Çokça makak maymunu olduğu ise kesindi. Bunların toplu saldırısında ne yapacağımı şaşıracaktım kuşkusuz. Yine şanslıydım, daha hava kararmamıştı. Gündüz gözüyle daha yönetilebilir bir sorundu bu. Yılanlar da bir başka korkumdu. Bunlardan kimisi zararsızdı; bizim bahçede bunlardan gördüğüm olmuştu. Ama vahşi doğada elbette tehlikeli tür yılanların bulunma olasılığı daha fazlaydı. Yeşiller zararsız, sarılı alacalı bulacalı olanlar zehirli idi. Önce bağırdım, belki sesimi duyarlardı. Ne yazık ki duyan olmadı. Ani bir refleksle bir ağaca tırmandım. Burada kendimi daha güvende hissediyordum ama aslında öyle değildi. Sonra bir muson yağmuru bastırdı. Üstüme kovalarca su dökülmüş gibi oldum, sırılsıklam ne kelime… Ama neyse ki, muson yağmuru........

© Medya Günlüğü


Get it on Google Play