Sosyal psikolog Erol Güngör, Türkiye için âdeta ölüm-kalım meselesi olarak gördüğü hususların başında eğitim, kültür, öğretmen ve Türkçe’nin geldiğini önemseyerek dile getirir.

Prof. Dr. Erol Güngör, eğitimle ilgili şu tespitte bulunuyor: “Eğitim problemi, Türk hükümetleri hem şehirlerdeki artan nüfusun, hem de köylerden gelerek buna eklenen nüfusun çocuklarını okutmak mecburiyetindedir. Birincisi, kalkınan bir memleket her sahada git gide daha fazla insan yetiştirmek zorundadır. İkincisi, köylü çocuğu artık babasına tarlada yardım eden çocuk değildir.”

“Türkiye Cumhuriyeti 1946’dan beri demokrasi ile idare edilmektedir; cumhuriyet rejimi ve bu rejimin kurucusu Atatürk dışında hemen her şey ve herkes münakaşa konusu olabilir. Şu halde bizdeki eğitim politikasının arkasında bir diktatörlük hesabı aramak doğru olmaz. Tehlike nereden geliyor? Bizim için tehlike, tahsil müesseselerimizin birer okuma-yazma mektebi seviyesine düşme temayülüdür.” (Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul-1980, s.215-219)

Gerek “kim milyoner olmak ister” gerekse diğer yarışma programlarında, sokak röportajlarında ve yazılı imtihanlarda adayların cevap kâğıtlarında, yukarıda dile getirilen husus müşahede edilebilir.

Erol Hoca’nın eğitimi de içine alan iş dünyasıyla ilgili bir başka tespiti de şöyledir ki, yerden göğe kadar haklıdır: “Türkiye’de mektep dışındaki hayat insanları yetişmeseydi, iktisadî kalkınmanın yetişmiş insan unsuruna bağlı olduğu hakkındaki fikri neredeyse yanlış sayabilirdik. Fakat memleketimizde her şeye rağmen süratli bir iktisadî kalkınma iyi yetişmiş teşebbüs sahipleri ve iş idarecileri sayesinde gerçekleşmektedir.”

Konya sanayisi, ilkokul mezunu sanayici ve iç adamlarının teşebbüsleri sayesinde bu seviyeye gelmiştir. Onların okuyan çocukları da bayrağı, aldıkları yerden çıtayı daha da yükselterek günümüze taşımışlardır.

Bir toplumun, “istediği insan tipini yetiştirme faaliyetine” biz eğitim diyoruz. Peki, Türkiye istediği insan tipini yetiştirmede başarı elde etmiş midir? Erol Güngör’e göre Türkiye, istenilen insan tipini yetiştirememiştir. Bu sebepten eğitim meselesi açısından bir çıkmaz içindedir. Türkiye’de eğitim sistemi, her milli eğitim bakanı değiştiğinde ‘yap-boz tahtası’na dönüştürülmüştür. Eğitimin gayesi; zekâları işlemek, onları bilgi ile donatmaktır, bu da sadece okuma-yazma öğretmekle olmaz. İnsanlara belli kıymetleri ve bu kıymetlere bağlı bilgi ve tecrübeleri benimsetmektir. Bu nedenle eğitim görenlerle görmeyenler arasında fark olacaktır. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı gibi. Bu gayet normaldir. Fakat memleketimizde bizim aydınımızla halk arasındaki fark ise, bu normalin dışında bir şeydir. Aydın-halk arasındaki kopukluk halen devam etmektedir. Bizim eğitim sistemi tekelcidir. Yani tek tip insan yetiştirilmektedir. Bir müddet sonra da onların temsil ettikleri zihniyet, bütün memleketi kaplayan bir sosyal realite halini alır. Yani herkesin inandığı ortak şeyler hakikat zannedilir. Bu sebepten Türk aydınları, yıllardan beri, hep rüya âleminde yaşayan uyurgezerler gibidir. Hâlbuki memleketin kalkınması için yediden yetmişe herkesin aynı şekilde düşünmesi gerekmiyor. Her şeyden önce Türk eğitim sistemi, halka ters aydın (münevver) tipi yetiştirmekten artık vazgeçmelidir.

Erol Güngör, “Türk Millî Eğitimin gayesi ise, Türk tarihini ve kültürünü iyi ve doğru tanıtmaktır” der. Bir başka yazısında, Millî Eğitimimizde Eğitici ve Öğretici Olarak İnsan’ı ele alırken öğretmenlik mesleği üzerinde durarak “Öğretmenin vazifesi öğrencideki kabiliyeti ortaya çıkarmak ve onun işlenmesine yardımcı olmaktır. Bunu yapabilmek için öğretmenin kabiliyetli ve yaratıcı olması şarttır” der. O makalesinde “millî eğitim” kavramı üzerinde de duran Erol Hoca, noktayı, şu sözlerle koyar: “Bir ülkede millî eğitimin esasları bir devlet politikası halinde tesbit edilmedikçe, öğretmen karanlık orman içinde yol bulmaya çalışan bir insan olmaktan kurtulamayacaktır.” (Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, sayı 17, Eylül 1982- Ankara, sayfa 17-18)

Eğitim, “millî eğitim”, eğitim sistemi ve öğretmen (hoca), aydın (münevver) üzerine yazılacak ve söylenecek o kadar şey var ki.. Bu duygularla eğitim camiasının ve öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlarım. İnternet hayatımıza girdiğinden bu tarafa dünyada küresel anlamda “tek tip insan” yetiştirmede televizyon, telefon, tablet üçlüsü ile bilgisayar; “öğretmen” sıfatıyla insanları ve kitleleri eğitir ve yönlendirir oldu. Öğretmen, bu “3T1B”nin tahtına ne zaman oturur, orasını bilemem. Bildiğim ve tanıdığım bir şey var; o da Rabb.

Allah’ın 99 güzel isimlerinden birisi de “Er-Rabb”dir. Bizi eğiten, bizi terbiye eden, bize tasarrufta bulunan, bizi büyütüp yetiştiren, bize gökten yağmur indirerek rızkımızı veren, peygamberine, en büyük melek vasıtasıyla vahyettiği TEVHİD ilkesiyle akîde binamızı inşa eden Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

QOSHE - Türkiye'nin Ölüm-Kalım Meselesi - Mustafa Balkan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye'nin Ölüm-Kalım Meselesi

3 0
24.11.2023

Sosyal psikolog Erol Güngör, Türkiye için âdeta ölüm-kalım meselesi olarak gördüğü hususların başında eğitim, kültür, öğretmen ve Türkçe’nin geldiğini önemseyerek dile getirir.

Prof. Dr. Erol Güngör, eğitimle ilgili şu tespitte bulunuyor: “Eğitim problemi, Türk hükümetleri hem şehirlerdeki artan nüfusun, hem de köylerden gelerek buna eklenen nüfusun çocuklarını okutmak mecburiyetindedir. Birincisi, kalkınan bir memleket her sahada git gide daha fazla insan yetiştirmek zorundadır. İkincisi, köylü çocuğu artık babasına tarlada yardım eden çocuk değildir.”

“Türkiye Cumhuriyeti 1946’dan beri demokrasi ile idare edilmektedir; cumhuriyet rejimi ve bu rejimin kurucusu Atatürk dışında hemen her şey ve herkes münakaşa konusu olabilir. Şu halde bizdeki eğitim politikasının arkasında bir diktatörlük hesabı aramak doğru olmaz. Tehlike nereden geliyor? Bizim için tehlike, tahsil müesseselerimizin birer okuma-yazma mektebi seviyesine düşme temayülüdür.” (Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul-1980, s.215-219)

Gerek “kim milyoner olmak ister” gerekse diğer yarışma programlarında, sokak röportajlarında ve yazılı imtihanlarda adayların cevap kâğıtlarında, yukarıda dile getirilen husus müşahede edilebilir.

Erol Hoca’nın eğitimi de içine alan iş dünyasıyla ilgili bir başka tespiti de şöyledir ki, yerden göğe kadar haklıdır: “Türkiye’de mektep dışındaki hayat insanları yetişmeseydi, iktisadî kalkınmanın yetişmiş insan unsuruna bağlı olduğu hakkındaki fikri neredeyse yanlış sayabilirdik. Fakat memleketimizde her şeye rağmen süratli bir iktisadî kalkınma iyi yetişmiş teşebbüs sahipleri ve iş idarecileri........

© Merhaba Haber


Get it on Google Play