Ömür ağacından bir bir dökülüyor günler. Günler döküldükçe yaşlanıyoruz. Yükümüz artıyor. Yüzümüz hazan…

Toprağa çıplak ayakla bastım. Ağaca elimi sürdüm, yaslandım. Dokundum. Dokundu içime. Gövde salındı. Düştü. Düştü en tepedeki meyve. Sabır düştü. Yaprak düştü. Umut düştü. Gün düştü. Yarın düştü.

Ömür… Ömür ellerimde, parmaklarımın arasından kayıp düştü. Bir duaya tutundum. Kalbimde dua kaldı. Adın kalbimde. Bir ışık hâlesine döndün. Döndüm etrafında. Döndükçe yandım. Yandıkça seni andım. Meğer mevsimler bize hep hazanmış. Kaderimiz levhimahfuzda yazanmış.

Ağacın kalbine dokundum. Ağladı. Gökler beni toprağa bağladı. Toprak rengini kaybetmekteydi. Yaprakların kapladığı toprakta sapsarıydı her şey. Nerede kaldı yemyeşil yüzler, dedim. Suyu ve canı çekilince böyle mi oluyordu her şey? Belki umut aşılanınca tekrar açılır sararan yüzler, tekrar doğar güneş, ısıtır üşüyen kalbimi. Bir bir sordum, her bir yaprağa. Adını ana ana düştüler ırmağa. Ve ırmak hazan rengine boyandı. Suret demek ki yalandı, anladım içimden çekilen kanı, anladım ağaçta kalmayan canı.

Şehrin en ücra, en tenha köşelerinde gezdim. Nedir ki mutluluk, nedir ki aradığımız sonsuzluk? Oysa kayıp gidiyordu her şey, dağlar bile durmuyordu yerinde. Gün kısalıyordu. Ömür saatinin tik takları içimde güm güm vuruyordu. İçimde büyük patlamaların sesi. İçime düşüyorum, bir sis denizine. Bir ses, bir çığlık, yaraları deşen bir yalnızlık. Meğer hazan böyle böyle düşüyormuş toprağa.

Kırıldı dallar. Kökler kopmaya başladı. Sert esti rüzgâr. Yüzüme çarpan yağmur, parçacıklara ayrıldı. Ben Ahmet Hâşim’i dinledim:

“Bir gamlı hazânın seherinde

Isrâra ne hâcet yine bülbül

Bil kalbimizin bahçelerinde

Can verdi senin söylediğin gül”

Sehere kavuşmak ne mümkün! Istırap oldu günler. Mengenede bekler kelimeler. İsyana değil ama itiraza belki hazırım. Dilimde kekremsi bir tat. Yutkunduğum suçlama. Tenime yayılan endişenin frekansı titretiyor ruhumu. Dehlizlere açılan binbir kapının eşiğindeyim. Eşikte yüzüme kapatılan kapı. Ölüm saati midir bu? Beklemek mi, acı üstüne acı eklemek mi? Vaktin geldiği, saatin sonsuz ve onsuz dakikasında durduğu eşik. Ruhuma biçilen libasın rengi neden hazan ki? Neden kemiklerimi çatırdatan küflü ağrılar buluyor beni? Neden savdığım her suç yine yakama yapışıyor? Neden döşümde kuruyor her çiçek? Eşiklere takılan ruhum sendeliyor, sarsılıyor, tökezliyor…

Dışı sükût ile zâhir derûnu mahşerdir, diyordu Abdülhak Hâmit. İşte öyleyim. Ve Yahya Kemal’in derunûmu izhar edercesine gök kubbeye astığı şu dörtlükle seslenerek hazan denizlerine sefere çıkıyorum:

“Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş 
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş 
Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden”

QOSHE - Hazan - Ali Bal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hazan

22 12
13.11.2023

Ömür ağacından bir bir dökülüyor günler. Günler döküldükçe yaşlanıyoruz. Yükümüz artıyor. Yüzümüz hazan…

Toprağa çıplak ayakla bastım. Ağaca elimi sürdüm, yaslandım. Dokundum. Dokundu içime. Gövde salındı. Düştü. Düştü en tepedeki meyve. Sabır düştü. Yaprak düştü. Umut düştü. Gün düştü. Yarın düştü.

Ömür… Ömür ellerimde, parmaklarımın arasından kayıp düştü. Bir duaya tutundum. Kalbimde dua kaldı. Adın kalbimde. Bir ışık hâlesine döndün. Döndüm etrafında. Döndükçe yandım. Yandıkça seni andım. Meğer mevsimler bize hep hazanmış. Kaderimiz levhimahfuzda yazanmış.

Ağacın kalbine dokundum. Ağladı. Gökler beni toprağa bağladı. Toprak rengini kaybetmekteydi. Yaprakların kapladığı toprakta sapsarıydı her şey. Nerede kaldı yemyeşil yüzler, dedim. Suyu ve canı çekilince böyle mi oluyordu her şey? Belki umut aşılanınca tekrar açılır sararan yüzler, tekrar doğar güneş, ısıtır üşüyen kalbimi. Bir bir........

© Milat


Get it on Google Play