Muhit Kitap’tan çıkan edebî eserler, ihmal ettiğimiz kalplere, dimağlara ve ruhlara hitap ediyor.

Kitap dünyası canlılığını koruyor. Dünyada gördüğümüz acılar, yaşanan zulümler, yapılan baskılar ve işlenen cinayetler de hâliyle bu edebî kitaplara yansıyor. Muhit Kitap’tan edebiyat ve kültür dünyamıza kazandırılan eserler, iyilik dünyasını işaret ediyor, erdemli olmayı öğütlüyor ve bizi bir bakıma terbiye ediyor.

İbrahim Tenekeci’nin Hak Sahipleri’nde “isimler, eserler ve hatıralar” var. Şiirlerinden ve denemelerinden tanıdığımız Tenekeci, edebiyat hayatı boyunca gördüğü hadiseleri, tanıdığı şahsiyetleri, okuduğu eserleri anlatmayı seviyor. Bunları hatıralar eşliğinde okuyucularıyla paylaşıyor. Gazete ve dergilerde yayımlanan bu metinler tazeliğini koruyor. Esasen İbrahim Tenekeci gündemin kıskacından kendisini kurtarabilmiş talihli kalem erbabındandır. Bu bakımdan yıllar önce bir gazete köşesinde veya dergi sayfasında neşredilen yazısını bugün aynı tazelikle okuyabiliyoruz. Bu yazılara ‘deneme’ denilmiş. Bu türün tadını veriyor elbette ama zaman zaman hatıra neşvesini de görebiliyoruz. Yazı, bazen de portre kıvamında öne çıkabiliyor. Aslında edebî türler de hep değişkenlik göstermiyor mu?

Öncelikle İbrahim Tenekeci’nin diğer nesir kitaplarında olduğu gibi Hak Sahipleri’nde de geniş bir ilgi alanı fark ediliyor. Bu kıssalardan hisseler kapıyoruz. Anlatılanlardan dersler çıkarıyoruz. Aşina olduğumuz simalarla selamlaşıyor, anlatılan nüktelere tebessüm ediyoruz. Yazarımız, edebiyat yolculuğunda aynı sedirde oturduğu, aynı sohbet meclislerinde bulunduğu dostlarını unutmuyor. Onları bize de hatırlatıyor. Vefa hissi, temel kıstas! Yûnus Emre, Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Hüsrev Hatemi, Kemal Özer, Ülkü Tamer, İsmet Özel, Mustafa Kutlu, Ayşe Şasa gibi ustaların isimleri sıklıkla geçiyor kitapta. Sadece onlar değil daha yeni isimler de fikirleri, eserleri ve hatıralarıyla arz-ı endam ediyor. Ebedî âleme göç edip artlarından hüzün bırakanlardan Akif Emre, Nusret Özcan,. Ahmet Kekeç, Cemil Çiftçi, Asım Gültekin… Yaşayanlardan Hasan Aycın, İbrahim Kalın, Ahmet Murat, Tarık Tufan, Ali Emre, Kâmil Yeşil, Sibel Eraslan, Suavi Kemal Yazgıç. Daha başka isimlerde de var. Eserde azami bir dikkat, olağanüstü rikkat ve hissedilir bir şefkat var. Ben pek çok not aldım, inanıyorum ki siz de okuyunca seveceksiniz.

MAHUR ŞARKILAR

Arif Ay şiiriyle tanıdığımız, sevdiğimiz ve okuduğumuz bir şairimiz. Mahur Şarkılar, 40 bölümden meydana geliyor. Her şiir, bizi farklı iklimlerde dolaştırıyor, değişik tatlar veriyor. Düşündürmeyi seven sanatkâr, okurlarını sağlam yolculuklara çıkarıyor. Zulmün yapıldığı ve yaşandığı bütün coğrafyalar ilgi alanındadır. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanır ve bizi Uygur kardeşlerimizle buluşturur: “için için harlanır/dili közdür sevginin/tutup ateşten elini/gitsek diyorum en yoksulluğuna insanın/bir Uygur bayrağı diksek/çekik gözüne zulmün” Şu mısralar ise, bizi önce kanatlandırıyor, ardından kara toprağa bırakıyor: “dirilmek istiyorum/bütün baharlar gibi/gözü aydın ölülerin/çiçeğe duracak mezarlar da/dualarını ört üstüme” Şair, bazen çocukluğunun masal çağına sığınır: “annemden alnımda kalan öpücük izi/saadet mührüdür çocukluğumun/bir tren penceresinden gelincik tarlası görmek/terhis olup memlekete dönmek gibi/sen aşkı nerden bilecektin” Bazen de Asım Gültekin’i rahmetle anarken ağıt yakar: “sevgilerimi emanet bıraktım/acılarımı alıp gidiyorum/bu ruhsuz ve cinayetler çağından/senin çağına” Önce soru sorar ağaca: “güzel ağacım/saadetin adını duydun mu hiç” Sonra da ona öğüt vermeyi ihmal etmez: “sen yine de dökedur yaprağını/saadeti bulmak için/her bahar sabahı açan/ülkem kadar güzel çiçeklerinle”

“Allah’a ısmarladık ey güz/Kocaman bir dağdır kalbimiz” diyen şairin pervasızlığı ve cesareti göz kamaştırıyor. Ama o, her zaman yine de temkinlidir. “Havf” ve “reca” arasında itidal demindedir: “ellerimi tut/yaktığın ateş sönecek/dönedursun mevsimler/gidenler hiç dönmeyecek/ellerimi tut/yaktığın ateş sönecek”

KANAYAN YARA

Mustafa Özçelik, Mevlâna, Yûnus Emre ve Nasreddin Hoca gibi değerlerimizi bize tanıtan, sevdiren bir usta kalem. Ruhundaki meziyetleri ve güzellikleri şiire de taşıyor. Bu şifalı mısralar Kanayan Yara’da buluşuyor. “Tükenmek” şiirindeki şu mısralar kalbimize iyi gelecek: “Öldük ama işte böyle öldük/Ne kimse duydu sesimizi/Ne yıldızlar baktı bize/Çatlamış kâse dökülmüş su/Tükenen ömrümüzdür kalan hüznümüz” Özçelik’in “Sen Gelince” şiirindeki mısralar insanoğlunun serencamına tanık oluruz: “Sağımda ölüm sol yanımda aşkla/Ben bu yolculuğun dilini/Ta ezelden bilirim/Hay’dan gelip Hû’ya giderim/Buğday aynı hikâyeyi anlatır bana/Kuşlar ötüşür içimde/Yücelerde bir dağ görürüm/Bilirim ki dağ ardır dağın içinde” Bir edip, ömrü boyunca Mevlâna deryasının kıyılarında dolaşır da o sularda yüzmez mi? İşte “Aşk ve Semâ”nın ilk kıtası: “Mesnevî bahçesinde her an/Renk renk açılır bütün güller/Her biri bir sır kapısıdır/Eğilip içeri giren her derviş/’Hûûû’nın sırrına erer” Şiir hakikat yoludur. “Çerağ” önünde durduğumuz esrar kapısını aralar: “Ateşler yanar her yanda/Başlar sevinci gecenin/Dağından çıkar canın/Bütün varlık dile gelir/Böylece sır aşikâr olur” İyi şairlerin zarif mısraları, bize hayatın inceliklerini ve ömrün manasını anlatır: “Biliriz ki dünya gurbettir/Korku ile sevinç arasında/Geçer melâl üzre ömrümüz/Böyle bilinir insan hâlleri”

SAKLI ÖYKÜLER

Zeki Bulduk, kısa metinlerden oluşan kalp çarpıntılarına ‘öykü’ diyor ve biz bunları bir çırpıda okuyoruz. Saklı Öyküler adını taşıyan kitabın satırlarında yazar, bize hayatı anlatıyor. Duygu dünyamızın dalgalanışlarından haberdar ediyor. Selim bir kalbin ve aklın nasıl olması gerektiğini tarif ediyor. Eseri bir solukta ve istifade ederek okudum. Bildiklerimin teyidini aldım, bilmediklerimi öğrendim. Çelebi bir kişiliğe sahip olan Zeki Bulduk, aslında duygu ve düşüncelerini ‘saklı’ tutmuyor. Bütün cömertliğini ortaya dökerek okuyucularıyla paylaşıyor. Bu kısa fakat çarpıcı ‘öykü’lerden biri “Kurbanın Eti” başlığını taşıyor: “Adı Yasin’di. 16 yaşındaydı. Kurban eti dağıtılırken Kobani için kurban edildi. Ölümü ne kesici ne de ateşli bir silahla oldu. Taşla öldürüldü. Katilleri mantıklı insanlardı, imanlı bir delikanlıyı öldürdüklerinde haber yapılmayacağını bilecek kadar hissiz. Yasin’in elindeki kurbanın eti acı çekiyor ama onu öldürenlerin eti seğirmiyordu bile.” Her bir metin böyle sarsıcı, insanı sendeleten bir hakikat tebliği. Haydi “Suriyeli”yi de okuyalım: “Bir kadın, çocuklarıyla birlikte sınıra dayandı. Sınırsız mutluluk peşindeydi insanlar. Oysa kadın, sınıra dayanmıştı. Maskelerimizi çıkardığımızda beş para etmediğimiz sınıra.”

MEKÂNIN ÖTESİ

Dursun Çiçek, “Turgut Cansever’in aziz hatırasına” adadığı Mekânın Ötesi’nde bizi yine bir fikir, anlam ve tefekkür yolculuğuna çıkarıyor. Daha önce kaleme aldığı Dağın Ötesi, Türkünün Ötesi, Fotoğrafın Ötesi’nden sonra Mekânın Ötesi de Dursun Çiçek’in ilgi alanına giren mekân, tabiat ve şehirle ilgili seçkin yazılarından meydana geliyor. Mimari dünyamızın ihmal ettiğimiz alanlarına dikkatimizi çeken yazar, “Eşiksiz ve hayatsız evlerde bir öte fikri olamaz.” diyor ve ekliyor: “Çünkü evler ve mekân bir geçişi temsil etmiyor. Mekânın Ötesi’nde içinde yaşadığımız ve bize dayatılan mekânlara gözümüzü, gönlümüzü, kulağımızı ve adımlarımızı kapatmamız gerekiyor. Ancak o zaman yitirdiğimiz evi, yıktığımız şehirleri hatırlayabiliriz. Mekânın Ötesi’ni ancak öyle görebiliriz.”

Bugün sosyal hayatımızın en çok konuşulan meselelerinden biri de evlerimiz, sivil mimarimiz ve şehir hayatımızdır. Dursun Çiçek bu konuda şöyle düşünüyor: “İnsanın öte ile bağının koparılma çabası, onun aynı zamanda hem kendisinden koparılma çabası hem de içinde bulunduğu tanımlanmış, indirgenmiş dünyaya mecbur bırakılma çabasıdır. Yeniden yaratılan dünya, yeniden tanımlanan temel kavramlar, yeniden kurulan hafıza ve dil ve yeniden temellendirilen değer yargıları, insanı yapay bir dünyaya mahkûm ederken, yeni bir insanın ortaya çıkmasına da zemin hazırlıyor. Bugün evrensellik adı altında insana dayatılan her şey, son birkaç yüz yılda icat edilen şeyler. Bir insanın ve toplumun şuurunu ve hafızasını bertaraf ettiğinizde ona istediğiniz dili öğretebilir ve istediğiniz hayatı yaşatabilirsiniz. Rönesans-Aydınlanma-Modernite sürecinin temelde yaptığı şey de budur.”

NİYAZİ-İ MISRİ

Büyük kâşifler, âlimler ve sanatkârlar gibi güçlü bir soluğa sahip olan mutasavvıf şairlerimizden biri de Niyazi-i Mısri’dir. Dr. Bekir Belenkuyu’nun Dermanı Derdinde Bulan Niyazi-i Mısri eseri, Yûnus Emre’den sonraki bir gönül çağlayanını yakından tanımamızı sağlıyor. Yaşadığı dönem içinde hayatıyla efsaneleşen, fikirleriyle kitleleri etkileyen, şiirleriyle meraklıları ötelere taşıyan Niyazi-i Mısri bizim irfanımızda mümtaz bir mevkie sahip olan bir ulu kişidir. İlgi çekici yönleriyle, hayatı bir ibret vesikasıdır. Tartışmalı fikirleriyle toplumda dalgalandırmalar meydana getirmiş bir aksiyon adamıdır. Bütün bunların yanı sıra ruhlara, dimağlara ve gönüllere hitap edebilmiş bir kutlu şairdir. Yûnus gibi asırları delip geçen ve mısralarıyla günümüze ulaşan bu özge sanatkârımızdan şimdilik birkaç mısra ile yetinelim; “Ey derde dermân isteyen yetmez mi derd dermân sana/Ey râhat-ı cân isteyen kurbân olandır cân sana/Yağma edersen varlığın gider gönülden darlığın/Mahv eylesen ağyârlığın yâr olusar mihmân sana/Sermâye bu yolda hemân teslim olur buna inan/Sıdk ile Allah’a dayan etmez mi gör ihsân sana”

Sevim Zehra Can Kaya’nın Yeni Türk Edebiyatında Toplumsal Kaygı isimli eseri, yazarın doktora tezidir. Uzun çabaların, büyük emeklerin sonucunda vücut bulan kitap, “Abdullah Cevdet, Mehmed Âkif ve Ziya Gökalp’in Edebî Eserleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma”dan meydana geliyor. “Ön Söz” ve “Giriş”ten sonra kitabın kısımları şu başlıkları taşıyor: “Teorik Zemin”, “Yeni Edebiyata Yeni Stratejiler-1-2-3”, Yazarların Söylemlerindeki Ortak Toplumsal Kaygılar”. Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarının bu üç önemli, etkileyici, meşhur ve belirleyici temsilcisinin fikir ve inanç hayatlarına temas ediliyor. Ayrıca toplumun kaygıları konusundaki görüş ve intibalarını yansıtan yazı ve eserleri, okurun dönemi bütün cepheleriyle daha esaslı biçimde kavramasını sağlıyor. Mehmet Dinç’in Psikolojik Dayanıklılık, Ruh Sağlığımızı Korumak ile yazarın İdris Topçuoğlu ile birlikte kaleme aldığı Sıkıntılarla Mücadele Rehberi, ‘Psikoloji’ serisinden okura ulaştı. Bahsettiğimiz bütün bu eserler, Muhit Kitap Yayınları arasında kültürümüze kazandırıldı.

QOSHE - ​Kalbe dokunan edebî eserler - Mehmet Nuri Yardım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

​Kalbe dokunan edebî eserler

22 1
21.01.2024

Muhit Kitap’tan çıkan edebî eserler, ihmal ettiğimiz kalplere, dimağlara ve ruhlara hitap ediyor.

Kitap dünyası canlılığını koruyor. Dünyada gördüğümüz acılar, yaşanan zulümler, yapılan baskılar ve işlenen cinayetler de hâliyle bu edebî kitaplara yansıyor. Muhit Kitap’tan edebiyat ve kültür dünyamıza kazandırılan eserler, iyilik dünyasını işaret ediyor, erdemli olmayı öğütlüyor ve bizi bir bakıma terbiye ediyor.

İbrahim Tenekeci’nin Hak Sahipleri’nde “isimler, eserler ve hatıralar” var. Şiirlerinden ve denemelerinden tanıdığımız Tenekeci, edebiyat hayatı boyunca gördüğü hadiseleri, tanıdığı şahsiyetleri, okuduğu eserleri anlatmayı seviyor. Bunları hatıralar eşliğinde okuyucularıyla paylaşıyor. Gazete ve dergilerde yayımlanan bu metinler tazeliğini koruyor. Esasen İbrahim Tenekeci gündemin kıskacından kendisini kurtarabilmiş talihli kalem erbabındandır. Bu bakımdan yıllar önce bir gazete köşesinde veya dergi sayfasında neşredilen yazısını bugün aynı tazelikle okuyabiliyoruz. Bu yazılara ‘deneme’ denilmiş. Bu türün tadını veriyor elbette ama zaman zaman hatıra neşvesini de görebiliyoruz. Yazı, bazen de portre kıvamında öne çıkabiliyor. Aslında edebî türler de hep değişkenlik göstermiyor mu?

Öncelikle İbrahim Tenekeci’nin diğer nesir kitaplarında olduğu gibi Hak Sahipleri’nde de geniş bir ilgi alanı fark ediliyor. Bu kıssalardan hisseler kapıyoruz. Anlatılanlardan dersler çıkarıyoruz. Aşina olduğumuz simalarla selamlaşıyor, anlatılan nüktelere tebessüm ediyoruz. Yazarımız, edebiyat yolculuğunda aynı sedirde oturduğu, aynı sohbet meclislerinde bulunduğu dostlarını unutmuyor. Onları bize de hatırlatıyor. Vefa hissi, temel kıstas! Yûnus Emre, Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Hüsrev Hatemi, Kemal Özer, Ülkü Tamer, İsmet Özel, Mustafa Kutlu, Ayşe Şasa gibi ustaların isimleri sıklıkla geçiyor kitapta. Sadece onlar değil daha yeni isimler de fikirleri, eserleri ve hatıralarıyla arz-ı endam ediyor. Ebedî âleme göç edip artlarından hüzün bırakanlardan Akif Emre, Nusret Özcan,. Ahmet Kekeç, Cemil Çiftçi, Asım Gültekin… Yaşayanlardan Hasan Aycın, İbrahim Kalın, Ahmet Murat, Tarık Tufan, Ali Emre, Kâmil Yeşil, Sibel Eraslan, Suavi Kemal Yazgıç. Daha başka isimlerde de var. Eserde azami bir dikkat, olağanüstü rikkat ve hissedilir bir şefkat var. Ben pek çok not aldım, inanıyorum ki siz de okuyunca seveceksiniz.

MAHUR ŞARKILAR

Arif Ay şiiriyle tanıdığımız, sevdiğimiz ve okuduğumuz bir şairimiz. Mahur Şarkılar, 40 bölümden meydana geliyor. Her şiir, bizi farklı iklimlerde dolaştırıyor, değişik tatlar veriyor. Düşündürmeyi seven sanatkâr, okurlarını sağlam yolculuklara çıkarıyor. Zulmün yapıldığı ve yaşandığı bütün coğrafyalar ilgi alanındadır. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanır ve bizi Uygur kardeşlerimizle buluşturur: “için için harlanır/dili közdür sevginin/tutup ateşten elini/gitsek diyorum en yoksulluğuna insanın/bir Uygur bayrağı diksek/çekik gözüne zulmün” Şu mısralar ise, bizi önce kanatlandırıyor, ardından kara toprağa bırakıyor: “dirilmek istiyorum/bütün baharlar gibi/gözü aydın ölülerin/çiçeğe duracak mezarlar da/dualarını ört üstüme” Şair, bazen çocukluğunun masal çağına sığınır: “annemden alnımda kalan öpücük izi/saadet mührüdür çocukluğumun/bir tren penceresinden gelincik tarlası görmek/terhis olup memlekete dönmek gibi/sen aşkı nerden bilecektin” Bazen de Asım Gültekin’i rahmetle anarken ağıt yakar: “sevgilerimi emanet bıraktım/acılarımı alıp gidiyorum/bu ruhsuz ve cinayetler çağından/senin çağına” Önce soru sorar ağaca: “güzel ağacım/saadetin adını duydun mu hiç” Sonra da........

© Milat


Get it on Google Play