Hece Yayınları, edebiyatın farklı türlerinde kıymetli eserleri okuyucularına sunmaya devam ediyor.

Mehmet Nuri Yardım

Merkezi Ankara’da bulunan Hece Yayınları, ülkemizin kültür, sanat ve edebiyat dünyasına armağanlar sunmaya devam ediyor. Yeni çıkan eserleri, edebiyatın farklı türlerinde önemli boşlukları doldurabilecek seviyede. Bugünlerde neşredilen eserler üzerinde duralım. İlk kitap merhum Recep Seyhan’ın Ebucehil Karpuzu romanı. Recep Seyhan daha önce yazılarımda bahsettiğim çok değerli bir hikâyecimizdi. Hastalığının ardından ebedî âleme göç edişi, edebiyat dünyasında ve dostları arasında büyük üzüntülere yol açtı. İsmini daha önce duyduğum ama yeni yayımlanan bu roman, İstanbul Bahçelievler Belediyesi’nin 2018 yılında düzenlediği ‘15 Temmuz Roman Yarışması’nda “Jüri Özel Ödülü”ne lâyık görülmüştü. Sağlam bir dil, mantıklı bir bakış ve akıcı bir üslûpla kaleme alınmış olan romanda, sekiz yıl önce Türkiye’de yaşanan ihanet hareketini ve darbe teşebbüsünü anlatıyor. Seyhan, yaşananları gerçekçi bir bakış açısıyla romanlaştırırken Türkiye’de son dönemde yaşananları çarpıcı bir şekilde dile getiriyor. Gerek edebiyat dünyasında gerekse düşünce hayatımızda derin izler/yankılar bırakacağına ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşacağına inandığım bu orijinal, mükemmel ve usta işi romanın arka kapak yazısında şu satırları okuyoruz:

FETÖ İhanetinin Romanı

“Romanın başkahramanı, Türkiye’ye benzer muhayyel bir ülkede FETÖ gibi bir örgütün uluslararası güçleri arkasına alarak orduya yerleştirdiği mensupları vasıtasıyla 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine benzer bir kalkışmada rol alan fakat yurt dışına kaçmaya çalışırken sevdiği kıza ihanet etme psikolojisinin baskısıyla ülkesine karşı içinde yer aldığı ihanet çetesinin yükünden kurtulmak amacıyla güvenlik güçlerine teslim olup cezaevinde kalem kâğıt isteyerek çocukluğundan son güne değin yaşadıklarını, duygularını, iç çatışmalarını, ‘adanmış bir ruh’ olmaktan sıyrılışını, tanıklıklarını ve savrulmalarını anlattığı bir FETÖ mensubu profili. Arka plânda örgütün karakteri, işleyiş mantığı, üslûbu, insan devşirme ve kullanma yöntemleri gözler önüne seriliyor. Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle FETÖ’ye dair sorduğumuz ve çoğunun cevabını bulamadığımız soruların cevabını ‘itiraf’ teması altında vermeye çalışan bir anlatı. Yazarın başarısı, böyle bir örgütü ve beslendiği kaynakları ve üst düzey kadrosunu yakından veya birinci el tanıklıklardan tanıyıp bilmiş olması. Romanda anlatılan, sağlam ve konunun ruhuna uygun bir kurguyla aşk, ihanet ve itiraf temaları etrafında FETÖ’cü bir subayın trajik ama gerçekçi hikâyesi ve örgütün iç yüzü.”

Romanı okurken düşünecek ve 15 Temmuz’da yaşadığımız o acılar, gözümüzün önünden bir film şeridi gibi yeniden geçecektir. Keşke bir sinema yönetmenimiz bu olağanüstü romanı beyazperdeye aktarsa veya bir dizi hâlinde çekse. Zira biz iyi bir millet olmakla birlikte yaşadığımız hadiseleri çabucak unutuyoruz. Yeni nesillerin hafızasına ve geleceğe bu hakikatleri aktarmak gerekiyor. Bu da kitaplarla, filmlerle, tiyatro oyunlarıyla ve müzikle mümkündür.

Yaşamanın Kucağında

İbrahim Demirci çok iyi bir şair. Sanatkârımızın 1975-2015 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri ‘Toplu Şiirleri’ alt başlığıyla ve Yaşamanın Kucağında adıyla yayımlandı. Liselerde edebiyat öğretmenliği, üniversitelerde hocalık yapan Demirci, edebiyatın farklı türlerinde mühim eserleri kültürümüze kazandırmış bir kalem erbabı. Karşımıza çıkan iki mısralık “Tanık”, Edebiyat dergisinde Mart 1975’te yayımlanmış: “Bacalardan yükselen/Emeğin buğusuydu”. Şairimizin düşündürmeyi seven bir yönü olduğunu daha ilk şiirlerinden öğreniyoruz. Ama bunu şiir sanatından asla taviz vermeden yapıyor. “Konuklara Şiir”de insanoğlunun fani dünya serüvenini şu mısralarla öne çıkarıyor: “Irmaklarla koşudadır yüreğim/Bataklıklar uzaklara kaçışır/Dünya konukluğu bilenler yaşamayı/Sofrasında ne var ne yok paylaşır/Bir müzik sürüsüdür nasıl uçuşur” Şairin 1977’de yayımladığı “Hüzün Gezegeni”nde, hepimizin günümüzde Gazze merkezli olarak yaşadığımız hüzne işaret eder gibidir: “Az büyür hüzün büyür/Yalın bir kıştır sarmalamış dağları/Ha kum fırtınası çölde/Filistin/Ha burda bir fırtına/Estirir yüreğim/Bulmaya eş titreşimlerini/Gezinir her yanını evrenin geceleri/Burda gözyaşı orda kan/-Kan ağır gözyaşından-”

İyi şairler çoğunlukla hislerimize tercüman olur. Demirci de şu mısralarında günümüz Müslümanlarının Filistin’e yardım elini uzatamayışının derin, mahcup ve acı suskunluğunu mu anlatıyor, kim bilir: “Bir gün başaracağız/Sesleri söz yapmayı/Söze anlam katmayı/Bir gün başaracağız/Susuşu anlatmayı”

Her Çocuk Gazzelidir

Bilmiyorum siz de aynı duyguya kapılıyor musunuz? Ben gerek yakınlarımdan, gerekse tanımadıklarımdan gördüğüm her çocukta “Gazzeli masum” işaretleri buluyorum. Aynı yücelik, aynı olgunluk… Yeryüzünün bütün çocukları Gazzeli kardeşlerini sever ve onları unutmaz. Ben çocuklardan sonra şiirlerde de Gazza izi aramaya başladım. Şayet bugünkü hislerimize yaklaşmıyorsa, derdimize deva olmuyorsa, şiirin ne anlamı var? İbrahim Demirci, yıllar öncesinden bu hicranımızı görmüş ve şiir kozasını bu hakikat üzre örmüş bir gönül ehlidir: “Denizin uçsuzluğunda/Koyu ölümler saklı/Elleri çenesinde çocuk/Kayıklar korku yüklü” Bizi kahraman nesillerin dünyasına taşıyan şiir de geniş ufukları ve gelecek iyilik dünyasını bize işaret ediyor, tamamlayalım: “Öyle sesiz ki herkes/Ağlayan bebek susuyor/Kırılmış aydınlıklar içre/Yanıtsız sorular büyüyür”

“Usta” şiiri Nuri Pakdil’e adanmış. “Hey Can”da yine keder bulutları dolaşıyor üstümüzde: “Ardında can saklı ses/Oylum oylum oyulur/Kendine çağrılır herkes/Çokları kaçar olur/Can gövdeye konuktur/Yûnus da söylemişti/Ev donatmak uğruna/Konuk uşak oluptur/Bir özge vadideyiz/Çakıllar dağ sanılır/Tufan uğultusunda/Nereye sığınılır” Kitabın sayfalarını karıştırıyorum: “Oruç Gazeli”, “Seher ve “Nisan” şiirleri de sizi alıp farklı âlemlere taşıyor. “Konuşan Türkiye” ve “Rejim Marşı” farklı çağrışımlar uyandıran sosyal şiirlerden ikisi. 99 Depremi’nin anlatıldığı “Hikmet”, bize çok daha farklı bir pencere açıyor, bakalım: “Depremde göçürdü nice canları/Malları mülkleri ve isyanları/Hâlık’ın sesine kulak verdi arz/Dehşetle silkeledi insanları” Kitabın son sayfalarındaki şu mısralar, beni yine vahşi Batı’nın alçakça desteğini arkasına alan soysuz ve yok olasıca İsrail terör örgütünün her gün katlettiği masumlar diyarına alıp götürüyor. Hüzünle okuyorum: “Annelerin ağıtları sarsıyor Arş’ı/Acının dili gözyaşlarında saklı”

Gül Mayıs Gülü

Yedi İklim dergimizin emektar, gayretli ve sabırlı Yönetmeni Ali Haydar Haksal’ın iyi hikâyeciliği maruftur ama şairliği az bilinir. Gül Mayıs Gülü, edebiyatçımızın bu yönüne ışık düşürüyor. “Aziz İstanbul” şiirindeki şu mısralar ne kadar bizden ve ne kadar sıcaktır: “İstanbul bu, sonsuz güzellikler yurdu/Sular renkten renge hâlden hâle girer/Zaman neresi, mekân neresi?/Bakış nasıl ve niçin hangi zamana ve güne/Bir yanda Sultanahmet bir yanda Süleymaniye/Dalgaların çarpıntısındaki yürekte/Beklenen gelmez gelen beklenmez”

Şiir Duası

Aslında bütün zaman dilimleri, dua vaktidir. Dünden yarına bütün isteklerimiz, taleplerimiz, hislerimiz ve hayallerimiz duaya dönüktür. Zaten insanoğlunun önemi, dua etme ihtiyacından da anlaşılmıyor mu? Dua etmeyen, kaybedenler zümresindendir ve kibir putu olmaya aday demektir. Haksal, iyi bir mihmandar oluyor ve “Şiir Duası”nda bizi o yakarış bahçesinde dolaştırıyor: “Yarım bakışlı gülümseyiş gönle/Düşen yağmur inceliği/Rahmet yeşerir şiirle/Sihir kalbin tütsüsü/Sesin kâğıda kâğıdın göze büyüsü” Mademki bu dua kapısına kararlı biçimde asıldık, öyleyse şiirin sonunda yine sığınağımıza yönelelim: “Rahmet kapıları kapanmaz şair dileyince/Şiir gökten yağar kalpte biter/Ruh çorak değilse bereket budur işte”

Bütün Mümkünler

Edebiyatçı Nadir Aşçı, şiirlerinde ve denemelerinde olduğu gibi hikâyelerinden meydana gelen Bütün Mümkünler kitabında da insan hakikatinin peşinden gidiyor. Hikâyeleri insanoğlunun etrafında dolaşıyor. Hakikatli bir dünyaya sahip olan yazarımızın kitabında şu hikâyeler de yer alıyor: “Ecza Dolabı”, “Kale Arkası”, “Beşi Bir Yerde”, “Tipik Bir Ege Kasabası”, “Bugün de Akşam Oldu”, “Belediye Otobüsü” ve “Yolcu”.

Yarım Kalan Her Şeyle, M. Talha Özmen’in öykülerinden oluşuyor. Sevgisiz insanların dramı anlatılıyor burada. Toplumda inceliklerin kayboluşu dile getiriliyor. Nesneden yola çıkarak insanın geniş ve muazzam dünyasını anlamaya çalışan yazar, bizi de peşinden sürüklüyor. Sözü iyi kullanan, hayali geniş, ufku büyük ve ne istediğini bilen bir genç yazarla karşı karşıyayız. Bu yolculuğa sizler de katılmalısınız aziz okuyucular. Hece Yayınları arasında çıkan ve bugünlerde okuyucularına ulaşan kitapların üçünü de şimdilik sadece isimleriyle belirtmek istiyorum. Küresel Sermaye ve Eğitimin Dönüşümü (Prof. Dr. İsmail Aydoğan-Mutlu Sadık Fidan), Ayrımcılık ve Eşitsizikler (Thomas Sowell, Türkçesi. Ruhiye Erulaş), 1984 (George Orwell, Türkçesi: Şebnem Nantu).

QOSHE - Hece hece edebî eserler - Mehmet Nuri Yardım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hece hece edebî eserler

23 1
18.02.2024

Hece Yayınları, edebiyatın farklı türlerinde kıymetli eserleri okuyucularına sunmaya devam ediyor.

Mehmet Nuri Yardım

Merkezi Ankara’da bulunan Hece Yayınları, ülkemizin kültür, sanat ve edebiyat dünyasına armağanlar sunmaya devam ediyor. Yeni çıkan eserleri, edebiyatın farklı türlerinde önemli boşlukları doldurabilecek seviyede. Bugünlerde neşredilen eserler üzerinde duralım. İlk kitap merhum Recep Seyhan’ın Ebucehil Karpuzu romanı. Recep Seyhan daha önce yazılarımda bahsettiğim çok değerli bir hikâyecimizdi. Hastalığının ardından ebedî âleme göç edişi, edebiyat dünyasında ve dostları arasında büyük üzüntülere yol açtı. İsmini daha önce duyduğum ama yeni yayımlanan bu roman, İstanbul Bahçelievler Belediyesi’nin 2018 yılında düzenlediği ‘15 Temmuz Roman Yarışması’nda “Jüri Özel Ödülü”ne lâyık görülmüştü. Sağlam bir dil, mantıklı bir bakış ve akıcı bir üslûpla kaleme alınmış olan romanda, sekiz yıl önce Türkiye’de yaşanan ihanet hareketini ve darbe teşebbüsünü anlatıyor. Seyhan, yaşananları gerçekçi bir bakış açısıyla romanlaştırırken Türkiye’de son dönemde yaşananları çarpıcı bir şekilde dile getiriyor. Gerek edebiyat dünyasında gerekse düşünce hayatımızda derin izler/yankılar bırakacağına ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşacağına inandığım bu orijinal, mükemmel ve usta işi romanın arka kapak yazısında şu satırları okuyoruz:

FETÖ İhanetinin Romanı

“Romanın başkahramanı, Türkiye’ye benzer muhayyel bir ülkede FETÖ gibi bir örgütün uluslararası güçleri arkasına alarak orduya yerleştirdiği mensupları vasıtasıyla 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine benzer bir kalkışmada rol alan fakat yurt dışına kaçmaya çalışırken sevdiği kıza ihanet etme psikolojisinin baskısıyla ülkesine karşı içinde yer aldığı ihanet çetesinin yükünden kurtulmak amacıyla güvenlik güçlerine teslim olup cezaevinde kalem kâğıt isteyerek çocukluğundan son güne değin yaşadıklarını, duygularını, iç çatışmalarını, ‘adanmış bir ruh’ olmaktan sıyrılışını, tanıklıklarını ve savrulmalarını anlattığı bir FETÖ mensubu profili. Arka plânda örgütün karakteri, işleyiş mantığı, üslûbu, insan devşirme ve kullanma yöntemleri gözler önüne seriliyor. Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle FETÖ’ye dair sorduğumuz ve çoğunun cevabını bulamadığımız soruların cevabını ‘itiraf’ teması altında vermeye çalışan bir anlatı. Yazarın başarısı, böyle bir örgütü ve beslendiği kaynakları ve üst düzey kadrosunu yakından veya birinci el tanıklıklardan tanıyıp bilmiş olması. Romanda anlatılan, sağlam ve konunun ruhuna uygun bir kurguyla aşk, ihanet ve itiraf temaları etrafında FETÖ’cü bir subayın trajik ama gerçekçi hikâyesi ve örgütün iç yüzü.”

Romanı okurken düşünecek ve 15 Temmuz’da yaşadığımız o acılar, gözümüzün önünden bir film şeridi gibi yeniden geçecektir. Keşke bir sinema yönetmenimiz bu olağanüstü romanı beyazperdeye aktarsa veya bir dizi hâlinde çekse. Zira biz iyi bir millet olmakla birlikte yaşadığımız hadiseleri çabucak unutuyoruz. Yeni nesillerin hafızasına ve geleceğe bu hakikatleri aktarmak gerekiyor. Bu da........

© Milat


Get it on Google Play