Merhum Başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun katledilmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Bu yazıyı kaleme aldığımız 25 Mart 2024 tarihinden 15 yıl evvel, cinayet olduğundan şüphe etmediğimiz bir elim hadisede “kaybettik” Muhsin Başkan’ı.

Bazı insanların ölümü bir başka sarsıyor, değil mi?

Hep güzel insanlar; onlar ölünce boşluğa düşmüş gibi oluyorsunuz.

Beni yakan hep “güzel insanların” ölümü, onlardan biri gidince yeri asla dolmuyor.

Birçok vesileyle “Ah, şimdi hayatta olsaydı!” dedirtiyorlar.

Güzel hatıralar geliyor aklınıza, rüyalarınıza da güzel halleriyle giriyorlar.

Ah şimdi hayatta olsaydı, giderdim yanına…

Ne dertleşirdim.

X

Rahmetli Muhsin Başkan’ı, meslek gereği İstanbul’dan Ankara’ya taşındığımda tanımıştım.

Bilen bilir; ben Ülkücü ya da Milli Görüşçü gelenekten değilim.

Öyle yerlerde yetişmedim.

12 Eylül 80 öncesindeki çekişmelere, çatışmalara uzaktan bakmış, gençlerin hayatlarının kararmasını, karartılmasını üzüntüyle izlemiştim.

Politikayı, sağ sol çatılmalarını takip ediyordum ama Türkiye’nin hangi güçlerin kışkırtmalarıyla uçurumun kenara itildiğine dair sağlıklı yorumlar yapabilecek durumda değildim.

Yine de bazı şeylerin ters gittiğini, gençlerimizin birbirine kırdırıldığını görebiliyordum.

Annem, babam yurt dışında olduğu için benimle ilgilenen hısımlarımdan dini terbiye almamıştım, öyle bir eğitimim de yoktu.

Etraf biraz “terso” idi o yıllarda.

Bunalım, bunalım…

Geçti zaman…

Yıllar sonra, “solcuların” ağırlıkta olduğu bir gazeteye “stajyer muhabir” olarak girdim.

Mesleğe öyle başladım.

Epeyce hareketli bir gençtim, her yere girip çıkıyor, her konunun arka plânını merak ediyordum.

Benim acemi gazetecilik yıllarımda, başörtüsü (türban) yasaklamaları gittikçe artan hararetle gündeme geliyordu.

Tam o sıralarda, uzun yıllar sonra Almanya’dan gelip Türkiye’ye yerleşen Merhum Babam, kansere yakalandı.

Uzunca bir süre Okmeydanı Sigorta Hastanesi Onkoloji’de yattık.

Geç bulup çabuk kaybettiğim Babam’ı defnettikten sonra, ölüm-ahiret konuları üzerinde tefekküre daldım.

“Başörtüsü yasaklamaları” konusunu da takip ederken…

Başka vesileler de bir araya gelince, kendimce namaza başladım.

Sonrasında Cuma Dergisi, Akit Gazetesi…

Yani, ben başka bir dünyanın insanıydım.

Bazı şeyler sonradan oldu, ben böyle değildim sonradan oldum.

Rahmetli Erbakan, Rahmetli Muhsin Başkan, Rahmetli Hasan Celal Güzel, hep gazetecilik vesilesiyle tanıdığım insanlar…

Muhsin Başkan ile Ankara’ya taşındığımda tanışma, kendisini yakından tanıma imkânını bulmuştum.

Çilenin olgunlaştırdığı bir Güzel Adam.

Kalbini “maneviyat iklimi”nde iyice toparlamış, kibir denilen illetten zerre eser bırakmamış, eleştiriye açık bir mütefekkirdi.

Onu “politika dünyası”na hiç yakıştıramıyordum.

Çok farklıydı.

Kapısına hiç tanımadığı insanlar geldiğinde bile, vakit ayırıyor, dertlerini dinliyor, elinden geleni yapmaya çalışıyordu.

Bir gün…

Yolunu bir yaşlı amca kesmiş…

Kaş çatarak, “Muhsin Yazıcoğlu!” dedikten sonra, derdini anlatmıştı:

“Bütün dul kadınlara maaş veriliyor, bizim gibi dul adamlar evlenecek kimseyi bulamıyor. Başbakan olursan, dul kadınlara maaşı kes!”

X

Adamcağız eşini kaybetmiş.

Beş altı yıl sonra “Böyle yalnız olmayacak, evlenmek lâzım” demiş ama kimseyi bulamamış!..

“Hep bu maaşlar yüzünden oluyor” diyerek açıklıyor bu durumun sebebini.

Rahmetli Başkan, Adamcağıza “Öyle şey mi olur?” demedi o gün.

Gülümseyerek “Hayırlısı olsun Amca.” dedi.

Biraz sonra da parti yönetiminden birine “Bu amcayla ilgilenin. Kendisini araştırın. Bir Hanımefendi’ye iyi davranabilecek bir insansa ve münasip bir hanımefendi varsa, evlenmesine yardımcı olun!” talimatını verdi.

Böyle bir adamdı.

“Mantığa uygun olmayan” bir şey de söylense, bozmaz…

Anlamaya ve yardımcı olmaya çalışırdı.

Yine bir gün…

Birlikte seyahat ediyorduk…

Bir çocuk aradı.

Bağıra bağıra konuştuğundan, Rahmetli Başkan’ın hemen yanında oturan bendenize ulaşıyordu ince sesi.

Çocuk “Muhsin Amca, bizim oradan birinden aldım numaranızı” dedikten sonra derdini dile getirdi:

Muhsin Amca, apartman yöneticisi, bahçede top oynatmıyor bize. Bizim orada başka oyun alanı yok. Toplarımızı kesiyor, bizi kovalıyor Muhsin Amca!”

Rahmetli Başkan, çocuğu dinlerken gülmeye başladı.

Gülmesini frenledikten sonra…

“Tamam evlât!” dedi:

“İlgileneceğim, sen şimdi oranın adresini ver.”

Adresi aldıktan sonra birini arayıp talimâtını verdi Başkan:

“Şu adresteki şu apartmana bak, oralarda oyun alanı var mı yok mu, apartman bahçesinden başka. Yoksa, yönetici ile tanış. Çocukları engellemesinin sebebini öğren. Sadece takıntı ise, kendisinden biraz daha hoşgörülü olmasını rica et. Bir çözüm bulun, çocuklar üzülmesin, yaşlılar da rahatsız olmasın!”

Böyle bir Adam Muhsin Başkan.

Günlerden bir gün…

Rahmetli Başkan, seçimden yine kötü bir neticeyle çıkmış…

Vatandaş, Rahmetli Başkan’ı çok severdi ama oyunu bir türlü vermezdi, yüzde 1 civarında tutardı hep.

Ben de kendisinin başarılı olmasını çok istiyorum.

Hatta, bunun için özel çaba da harcıyor, yazı üstüne yazı yazıyordum o yıllarda.

Olmayınca, oy gelmeyince, geriliyorum.

Bir gün, “Olmuyor böyle, seçim kazanmanın bir yolunu bulmanız lâzım. Vatandaş oy vermiyorsa, alabilmenin yollarını bulmak lâzım!” dedim.

Merhum da biraz kızarak şöyle karşılık verdi:

“Ne yapayım Serdar Bey, birileri gibi döner mi dağıtayım, konser mi verdirteyim! Döner dağıtarak, konser verdirterek yüzde 7’yi bulanlar oldu. Biz, yan yollara sapmadık, atıp tutmadık. Siyasetin seviyesini düşürmedik, ortamı germedik. Doğruya doğru, eğriye eğri dedik. Olmuyorsa olmuyor!”

Rahmetli Başkan’ın “katledilmesinden” kısa bir süre önce kullandığı şu cümleler, o gün bana söylediklerinin billurlaştırılmış halleriydi aslında:

“Şimdi, bakın yoldan geliyoruz. Şimdi yine yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da oturanın da garantisi yok. Ruh bir saniyeliktir, ‘küff’ dedim mi, bir solukluktur, gitti! Bunun de nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil.Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız,hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur! Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim, bundan sonra da böyle gideceğiz!”

X

Rahmetli Başkan böyle bir Adam’dı.

Böyle adamlar özlenir, böyle adamlar aranır.

X

Yazının başında, “15 yıl evvel, cinayet olduğundan hiçbir vakit şüphe etmediğimiz bir elim hadisede ‘kaybettik’ Muhsin Başkan’ı” demiştik.

“Cinayet” ve sonrası hakkında da söylenecek çok şey var.

Bir sonraki yazımızda kısmetse.

x

Bugün, tefekkür halindeyim.

“Bu dünya için fırıldak olmanın anlamı yoktur!”

Evet;

Yaşadıklarımızın, bildiklerimizin, gördüklerimizin ne kadarını anlatmalı, ne kadarını anlatmamalıyız.

“Her doğru, her yerde ve her vakit söylenmez!” deniyor.

Söyleneceklerin kimlere, hangi çevrelere yarayacağı meselesi de önemli değil mi?

Attığın taşın, ürküttüğün kurbağaya değmesi meselesi de var.

Ve tabii:

“Virân olası hânede evlâd u iyâl var!”

QOSHE - Muhsin Başkan - Serdar Arseven
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Muhsin Başkan

42 1
26.03.2024

Merhum Başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun katledilmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Bu yazıyı kaleme aldığımız 25 Mart 2024 tarihinden 15 yıl evvel, cinayet olduğundan şüphe etmediğimiz bir elim hadisede “kaybettik” Muhsin Başkan’ı.

Bazı insanların ölümü bir başka sarsıyor, değil mi?

Hep güzel insanlar; onlar ölünce boşluğa düşmüş gibi oluyorsunuz.

Beni yakan hep “güzel insanların” ölümü, onlardan biri gidince yeri asla dolmuyor.

Birçok vesileyle “Ah, şimdi hayatta olsaydı!” dedirtiyorlar.

Güzel hatıralar geliyor aklınıza, rüyalarınıza da güzel halleriyle giriyorlar.

Ah şimdi hayatta olsaydı, giderdim yanına…

Ne dertleşirdim.

Rahmetli Muhsin Başkan’ı, meslek gereği İstanbul’dan Ankara’ya taşındığımda tanımıştım.

Bilen bilir; ben Ülkücü ya da Milli Görüşçü gelenekten değilim.

Öyle yerlerde yetişmedim.

12 Eylül 80 öncesindeki çekişmelere, çatışmalara uzaktan bakmış, gençlerin hayatlarının kararmasını, karartılmasını üzüntüyle izlemiştim.

Politikayı, sağ sol çatılmalarını takip ediyordum ama Türkiye’nin hangi güçlerin kışkırtmalarıyla uçurumun kenara itildiğine dair sağlıklı yorumlar yapabilecek durumda değildim.

Yine de bazı şeylerin ters gittiğini, gençlerimizin birbirine kırdırıldığını görebiliyordum.

Annem, babam yurt dışında olduğu için benimle ilgilenen hısımlarımdan dini terbiye almamıştım, öyle bir eğitimim de yoktu.

Etraf biraz “terso” idi o yıllarda.

Bunalım, bunalım…

Geçti zaman…

Yıllar sonra, “solcuların” ağırlıkta olduğu bir gazeteye “stajyer muhabir” olarak girdim.

Mesleğe öyle başladım.

Epeyce hareketli bir gençtim, her yere girip çıkıyor, her konunun arka plânını merak ediyordum.

Benim acemi gazetecilik yıllarımda, başörtüsü (türban) yasaklamaları gittikçe artan hararetle gündeme geliyordu.

Tam o sıralarda, uzun yıllar sonra Almanya’dan gelip Türkiye’ye yerleşen Merhum Babam, kansere yakalandı.

Uzunca bir süre Okmeydanı Sigorta Hastanesi Onkoloji’de yattık.

Geç bulup çabuk kaybettiğim Babam’ı defnettikten sonra, ölüm-ahiret konuları üzerinde tefekküre daldım.

“Başörtüsü yasaklamaları” konusunu da takip ederken…

Başka vesileler de bir araya gelince, kendimce namaza başladım.

Sonrasında Cuma Dergisi, Akit Gazetesi…

Yani, ben başka bir dünyanın insanıydım.

Bazı şeyler sonradan oldu, ben böyle değildim sonradan oldum.

Rahmetli Erbakan, Rahmetli Muhsin Başkan, Rahmetli Hasan Celal Güzel, hep........

© Milat


Get it on Google Play