Çok değil, 50-60 sene önce insanların siyasi ve ideolojik mensubiyetini o düşünceye inanmışlık belirlerdi. Zaman içinde bu durum giderek farklılaşmaya, kapitalist anlayışın tüm değerlerin önüne geçmesine sebep oldu. Böyle olunca da samimiyetin yerini maddi güç almaya başladı. Bu değişimin sonucu ortaya çıkan görüntü, “Parayı veren düdüğü çalar” anlayışı oldu. Hâlbuki, kapitalist anlayışa böylesine esir olunmadığı dönemlerde insanlar daha çok kazanmanın peşinde değillerdi. Bunun ötesinde buna ihtiyaç da duymuyorlardı. Sahip oldukları imkânlarla kimseye muhtaç olmadan hayatlarını sürdürebiliyorlardı.

Çünkü insanlar önlerine her çıkana din, iman nutukları atmazlar, inançlarının gereğini söylerlerdi. Daha doğrusu bir şeyler söylemek yerine düşündüklerini ve inandıklarını yaşamaya çalışırlardı. Böyle olunca da insanlar önce komşularından başlayarak çevrelerinde ihtiyaç sahibi olanları uzaktan kollar, ihtiyaçları olduğunda yardımlarına koşarlardı. O dönemlerde yaşadığım ilçede zenginin evinde kaynayan tencere ile fakirin evinde sofraya gelenler arasında büyük bir fark olmazdı. Hatta, bir mahallede yan yana yaşayan iki komşunun çocukları çoğu zaman benzer elbiseyi giyer, hatta aynı terzinin diktiği elbiselerle okullarına giderlerdi. Bu durum öylesine doğal hale gelmişti ki, fakir ailenin çocuğu okula giderken önünden geçtiği terzi tarafından provaya çağrılırdı. Çünkü o terziye, ilçenin zenginlerinden birisi falan falan çocukların kıyafetlerini dikmeyi unutma diye talimat verilmiş olurdu. Böyle olunca zengin ile fakirin hayatında büyük farklar meydana gelmezdi.

Bu arada terzi tarafından çağrılan öğrenci, söz konusu elbiseyi kimin ona diktirdiğini de bilmezdi. Çünkü talimatı veren, işin reklamı peşinde olmaz, görevini yaptığına inanırdı. Çünkü o yıllarda zenginlerin fakirlere karşı sorumlulukları vardı ve bu, bir görevdi. Yerine getirmeleri gerekirdi. Ne oldu ise ülkemizde Batı taklitçiliğinin başlaması ile olmaya başladı. Çünkü kendi değer yargılarımızdan ağır ağır uzaklaşmaya başladık, sonunda öyle bir noktaya geldik ki, ne kendimiz olarak kalabildik ne de taklit ettiğimiz Batı’ya uyabildik. Kısacası iki arada bir derede tabir edilen konum ortaya çıktı.

Sonuçta ister istemez kendi değer yargılarımızdan uzaklaştığımız ölçüde kimliksiz, bunun da ötesinde taklitçi bir yapı ortaya çıkmaya başladı. Kısacası paranın giderek put haline geldiği bir noktada insanlar için değerli olmak zengin olmak ile ölçülür oldu. Sonuçta insanlar oldukları gibi olmaya değil, görünmek istedikleri gibi olmaya başladılar. Samimiyetin yerini ikiyüzlülük, hatta çok yüzlülük aldı. Kısacası, insanlar için samimiyetten çok ulaşmak istedikleri hedef ön plana çıktı ve sonuçta idealizm yok oldu. Artık insanlar kılıktan kılığa girmeye, şartlara göre tavır belirlemeye başladılar. Samimiyetin olmadığı bir yerde insanlar arsındaki ilişkilerde sevgi ve saygının değil, kılıktan kılığa girmek ön plana çıktı. Sonuç insanlar birbirine karşı davranışlarında samimiyetten koptular. Bunun yanında kendisi gibi düşünmeyenleri ve inanmayanları düşmanlaştırmak ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başladı. Buna isterseniz ayrışma, kamplaşma da diyebiliriz.

İnsanlar mensubiyetlerini çıkarlarına göre değil, duydukları sevgi ve saygıya göre belirlemek yerine çıkarları ön plana çıktı. Bir şeyler sahibi olmak için artık kabiliyet ve çalışmak değil, riyakârlık önemli oldu. Böyle olunca da ister istemez insanlar en çok ihtiyaçları olan sevgi ve saygının yerine karşısındakini kandırmaya çalışır oldular. Sonuç olarak aynı cephede vuruşurlarken bile birbirlerine karşı tedbir alma ihtiyacı duymaya başladılar. Kısacası sahte bir dünyada yaşamaya mecbur olundu. Böyle bir sahte dünyada ise mutluluk, aramakla bulunur olmaktan çıktı.

QOSHE - Samimiyetin Yerini Madde Aldı - Abdülkadir Özkan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Samimiyetin Yerini Madde Aldı

5 8
08.12.2023

Çok değil, 50-60 sene önce insanların siyasi ve ideolojik mensubiyetini o düşünceye inanmışlık belirlerdi. Zaman içinde bu durum giderek farklılaşmaya, kapitalist anlayışın tüm değerlerin önüne geçmesine sebep oldu. Böyle olunca da samimiyetin yerini maddi güç almaya başladı. Bu değişimin sonucu ortaya çıkan görüntü, “Parayı veren düdüğü çalar” anlayışı oldu. Hâlbuki, kapitalist anlayışa böylesine esir olunmadığı dönemlerde insanlar daha çok kazanmanın peşinde değillerdi. Bunun ötesinde buna ihtiyaç da duymuyorlardı. Sahip oldukları imkânlarla kimseye muhtaç olmadan hayatlarını sürdürebiliyorlardı.

Çünkü insanlar önlerine her çıkana din, iman nutukları atmazlar, inançlarının gereğini söylerlerdi. Daha doğrusu bir şeyler söylemek yerine düşündüklerini ve inandıklarını yaşamaya çalışırlardı. Böyle olunca da insanlar önce komşularından başlayarak çevrelerinde ihtiyaç sahibi olanları uzaktan kollar, ihtiyaçları olduğunda yardımlarına koşarlardı. O dönemlerde yaşadığım ilçede zenginin evinde kaynayan tencere ile fakirin evinde sofraya gelenler arasında büyük bir fark olmazdı. Hatta, bir mahallede yan yana yaşayan iki komşunun çocukları çoğu zaman benzer elbiseyi giyer, hatta aynı terzinin diktiği elbiselerle okullarına........

© Milli Gazete


Get it on Google Play