İnsanın hayatı, inanış ve düşünüşü ne ise eseri de odur. Eser sanatçının ruhundan doğar. Şöyle de ifade edebiliriz her sanatçının eseri onun kültür ve düşünce dünyasından doğar.

Büyük bir medeniyetin insanıyız. En sıradan yaşanan bölgelerde bile insan ruhuna sinen kültür insanda kendini belli eder.

Filistin dramını sıklıkla ele aldığımız şu sıralar, o bölge insanının şairlerinin hangi acılar içinde olduklarını, neler çektiklerini bilenler bilir. Bunun için de dikkatli bir bakış gerekir.

Yeryüzünün belli bölgelerinin insanlarının eserleri yaşanılan kültür toprağının da ruhunu yansıtırlar.

Daha da önemlisi aynı inancın ruhunu taşıyanların da eserlerine bu büyük dramın acıları yansır. Elbette insan olma bilinç ve sorumluluğu her halükârda insanı etkiler. Fakat bu insanî olma durumunu tam anlamıyla karşılar mı? Bunun üzerinde sıkı düşünmek yerinde olur.

İnanç birliği içinde olan toplumlar kendi medeniyet dairesinde bulunanların acılarını çekerler, savunurlar ve bunun üzerinde yoğunlaşırlar.

Batı’da Rönesans sonrası oluşan roman toplumların bağlı bulunduğu kültür toprağının eserleridirler. Fransız, İngiliz, Alman, Rus romanları ruh bakımından birbirinden farklıdırlar. Her toplumun eseri kendi halkının, milletinin, ırkının ruhunu yansıtır. Çevrelerin de insanlar üzerinde etkileri kendisini belli eder.

Diğer yandan düşünce akımlarının etkisi de eserlere yansır. Kilise ile kilise dışı hayatın çekişmelerine de tanık olunur.

Sanat eseri, ideolojik seslerin yansıması olmuyor. Her şey doğasında görünür. Ancak akımların ideolojik akımlarla bağı mutlaka olur.

Fransa’da Cezayir dramı ve sömürgeciliği sırasında kaç yazar buna karşı tepkisini göstermiştir? Önceki yazımızda Albert Camus’nun Veba romanı örneğini vermiştik. Bu romanda bir toplumun içinde bulunduğu sefil durum ile bir halkın nasıl gösterildiği üzerinde durmamıştık. Düşünce dışındaki bir bakış ile bir roman sıradan okunursa o hayatların özü öylesine geçilmiş olur.

Dostoyevski’nin iki büyük eseri Suç ve Ceza ile Karamazof Kardeşler romanlarını başka bir bakış açısıyla okunursa orada bambaşka bir durum ortaya çıkar. Tefecilere, soygunculara dikkat kesilmeli. Bir yanıyla Dostoyevski antisemittir. Yahudi aleyhtarlığı onda çok belirgindir? Eserlerin kahramanlarının aralarındaki kişiler, özellikle Karamazof kardeşler ile babalarının tutumları, kişilikleri bu anlayışın bir sonucudur.

Dostoyevski Tolstoy’un büyük romanı Savaş ve Barış romanı tefrika edildiğinde Dostoyevski ona karşı sert bir tepki verir, eleştirilerde bulunur. Tolstoy’un savaş karşıtlığını kabullenemez. Sıkı bir Slav milliyetçisi ve Ortodoks olan Dostoyevski’nin tutumu bunu gerektiriyor.

Bizim edebiyatımızda da benzer durumlar var. İdeolojik tutumlar eserlere açık bir şekilde yansıyor. Bir zamanlar toplumcu gerçekçilerin köy romanları da anlayışlarının yansımalarıydı. Onlarda bu milletin düşünüşü ve inanışı yer almaz. Onlarda metafizik ruhtan yansımalar yer almaz. Onlara göre din adamları ağalar, patronlar yanında yer alan çıkarcılardır.

Muhafazakâr ırkçı sağcılar ise “ırk” eksenli bir bakış içinde olduklarından, metafizik sadece bir çeşnidir. Alt bir yaklaşımdır desek yeridir. Yakın zamanda birileri tarafından bu kökleştirilmeye çalışılıyor.

Özellikle bu kesimler için Filistin dramının bir karşılığı olmaz. Böyle bir dertleri de yoktur. Batı düşüncesi için “ari” ırkı nasıl bir üstünlük ise bu topraklarda yaşayanların da “Filistin” diye bir dertleri olmaz. Çünkü onlar “Arap”tır.

Batıcıların farklı bakışlı ve anlayışlı tutumları neredeyse aynıdır. Başka kimi kavramlar ile farklı görünmeye bakarlar. İnsan değil ırk, ideoloji, puta taparlık öncelikleridir.

QOSHE - Sanat ile Düşüncenin İç İçeliği - Ali Haydar Haksal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sanat ile Düşüncenin İç İçeliği

8 0
19.01.2024

İnsanın hayatı, inanış ve düşünüşü ne ise eseri de odur. Eser sanatçının ruhundan doğar. Şöyle de ifade edebiliriz her sanatçının eseri onun kültür ve düşünce dünyasından doğar.

Büyük bir medeniyetin insanıyız. En sıradan yaşanan bölgelerde bile insan ruhuna sinen kültür insanda kendini belli eder.

Filistin dramını sıklıkla ele aldığımız şu sıralar, o bölge insanının şairlerinin hangi acılar içinde olduklarını, neler çektiklerini bilenler bilir. Bunun için de dikkatli bir bakış gerekir.

Yeryüzünün belli bölgelerinin insanlarının eserleri yaşanılan kültür toprağının da ruhunu yansıtırlar.

Daha da önemlisi aynı inancın ruhunu taşıyanların da eserlerine bu büyük dramın acıları yansır. Elbette insan olma bilinç ve sorumluluğu her halükârda insanı etkiler. Fakat bu insanî olma durumunu tam anlamıyla karşılar mı? Bunun üzerinde sıkı düşünmek yerinde olur.

İnanç birliği içinde olan toplumlar kendi medeniyet dairesinde bulunanların acılarını çekerler, savunurlar ve bunun üzerinde yoğunlaşırlar.

Batı’da Rönesans sonrası oluşan roman toplumların bağlı bulunduğu kültür toprağının eserleridirler. Fransız, İngiliz, Alman, Rus romanları ruh bakımından birbirinden farklıdırlar. Her toplumun eseri........

© Milli Gazete


Get it on Google Play