Belki şu anda çok fazla fark edilmiyor ama Türkiye açısından 2018 senesi ciddi bir dönemeç ve girilen sıkıntılı sürecin nirengi noktasını oluşturacak muhtemelen. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle birlikte gücün tamamen tek elde toplanması ve mutlaklaşmasıyla beraber, iktidar erkinin üzerinde hemen hemen hiçbir denetim mekanizması da kalmadı. Bunun yansımaları siyasi, hukuki, toplumsal derken her sahaya yansırken elbette ekonomik neticeleri de oldu.

2018 seçimlerinden önce “verin şu kardeşinize yetkiyi, faizle, dövizle nasıl mücadele edilirmiş görün” dense de ekonomideki gidişat, Cumhuriyet tarihinin en büyük fiyaskosuna ve iktisat ilmiyle inatlaşana bir tuhaf “toplumsal deneye” kadar vardı. Şu an, ekonomik verilerin sıhhatinden emin olmak dahi mümkün değil ve buna rağmen ortadaki manzara büyük bir başarısızlığı ve yoksullaşmayı işaret ediyor. 2018’den bu yana geçen süreçte “ben yaparım olur” anlayışının ortaya koyduğu netice, halkın süratle yoksullaşması, hayat pahalılığının kemikleşmesi ve enflasyonun gelecek nesillerin payını da kemirmesi oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sayılı kurumlarından olan ve yetişmiş insan kaynağıyla da dikkat çeken Merkez Bankası da, bu enteresan süreçte en az vatandaş kadar yara aldı, itibarı TÜİK’inki kadar olmasa da, epeyce aşındı. Para politikasının yürütülmesinden ve “fiyat istikrarından” sorumlu olan kurum, öyle bir noktaya sürüklendi ki, kendi içindeki “istikrarı” bile sağlayamadığı algısı yerleşik hale geldi kamuoyunda. Gelen her yeni başkan için “acaba ne kadar dayanacak?” yorumları yapılıyorsa, o kurumun kredibilitesinin oldukça aşınmış olduğu rahatlıkla söylenebilir herhalde.

“Merkez Bankasına başkan dayanmıyor” manşetleriyle özetlenecek olan duruma gelmeden önce, yan, 2018 öncesinde başkanlar standart bir görev süresine sahipmiş meğer. Süreyya Serdengeçti 2001-2006, Durmuş Yılmaz 2006-2011, Erdem Başçı 2011-2016 tarihleri arasında başkanlık yapmış. Murat Çetinkaya 2016’da başlayıp 2019’da (Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten hemen sonra) görevden alınmış. Onun yerine gelen Murat Uysal 2020’ye kadar, Naci Ağbal Kasım 2020- Mart 2021 tarihleri arasında görevde kalabilmiş. Şahap Kavcıoğlu 2021- 2023 arasında ve Hafize Gaye Erkan da Haziran 2023-Şubat 2024 arasında koltukta oturmuş. 5 senelik görev süresini, 2018’den sonra dolduran olmamış hiç, enteresan gerçekten de..

Son başkan Hafize Gaye Erkan da Cuma gecesi “görevden affımı istedim” açıklamasında bulundu ama her nedense Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan atama kararında “görevden alındı” yazıyordu. Bu çelişki bile kurum itibarını etkilemez mi? En çok güven vermesi kurumun giderek en tartışmalı kurumlardan birine dönüşmesi, ekonomideki güveni ve beklentileri olumlu yönde etkilemesinin önünde bir engel değil midir?

Erkan’ın açıklamasının ardından Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in sıcağı sıcağına sosyal medyadan yaptığı açıklamadaki “tamamen kendi kararı” ifadesindeki soğukluk ve görevi daha yeni bırakan Erkan’dan anında “eski başkan” olarak bahsetmesi de hayli enteresan. Ama en enteresanı “önerim doğrultusunda atanacak yeni başkan” ifadesiydi belki de.. Erkan’la ilgili çıkan olumsuz haberleri bu perspektiften mi görmek gerekir?

İsimleri bir kenara bırakarak bir de şunu sorgulamak gerek belki de.. Siyasi iktidar gerçekten de enflasyonu düşürmek ve halkı kendi eliyle ittiği yoksulluktan kurtarmak mı istiyor, yoksa bu yoksulluğu yönetmek mi? Bugüne kadarki politika tercihleri “yoksulluğu yönetmek” olan bir iktidar için ikinci seçenek de pekala olası duruyor. Şayet ikinci seçenekse enflasyonu düşürmek gibi bir niyet de yok demektir ki, düşürmeye yönelik yüksek vergiler vs dışında somut bir adım da gözükmüyor zaten.

Seçimden önce “nass”tan bahsedip faizlerin düşmeye devam edeceğini söyleyip seçim sonrasında tam da küresel finans çevrelerine göre bir ekonomi yönetimi dizayn etmek, aslına bakılırsa kumdan kale yapmak veya iskambil kağıtlarından ev kurmaktan farksızdır. Dışarıdan sıcak para çekebilmek için bu çevrelere yakın isimleri vitrine koyarak enflasyonda kalıcı bir iyileşme sağlanamaz. Hele ki gerçek niyetin bu olduğu da şüpheliyse bir de..

Ekonomi yönetimi diye lanse edilen isimlerin aslında izlenen politikalarda pek de bir etkilerinin olmadığı, her şeyin 2018’deki dönemeçten sonra tek bir yere bağlı olduğu ve bugün “ak” denene yarın “kara” denmeyeceğinin garantisinin de olmadığı da ortada gözüküyor. Ve ortaya çıkıyor ki, amaç enflasyonu düşürmek değil de sıcak para marifetiyle piyasalardaki çarkı çevirmek, yoksul kesimlere birazcık “para saçmak”mış gibi gözüküyor.

Gelip geçen isimler de ancak hedef saptırmaya yarıyor belki de…

QOSHE - Amaç Yoksulluğu Yönetmek Olmasın - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Amaç Yoksulluğu Yönetmek Olmasın

9 0
06.02.2024

Belki şu anda çok fazla fark edilmiyor ama Türkiye açısından 2018 senesi ciddi bir dönemeç ve girilen sıkıntılı sürecin nirengi noktasını oluşturacak muhtemelen. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle birlikte gücün tamamen tek elde toplanması ve mutlaklaşmasıyla beraber, iktidar erkinin üzerinde hemen hemen hiçbir denetim mekanizması da kalmadı. Bunun yansımaları siyasi, hukuki, toplumsal derken her sahaya yansırken elbette ekonomik neticeleri de oldu.

2018 seçimlerinden önce “verin şu kardeşinize yetkiyi, faizle, dövizle nasıl mücadele edilirmiş görün” dense de ekonomideki gidişat, Cumhuriyet tarihinin en büyük fiyaskosuna ve iktisat ilmiyle inatlaşana bir tuhaf “toplumsal deneye” kadar vardı. Şu an, ekonomik verilerin sıhhatinden emin olmak dahi mümkün değil ve buna rağmen ortadaki manzara büyük bir başarısızlığı ve yoksullaşmayı işaret ediyor. 2018’den bu yana geçen süreçte “ben yaparım olur” anlayışının ortaya koyduğu netice, halkın süratle yoksullaşması, hayat pahalılığının kemikleşmesi ve enflasyonun gelecek nesillerin payını da kemirmesi oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sayılı kurumlarından olan ve yetişmiş insan kaynağıyla da dikkat çeken Merkez Bankası da, bu enteresan süreçte en az vatandaş kadar yara aldı, itibarı TÜİK’inki kadar olmasa da, epeyce aşındı. Para politikasının yürütülmesinden ve “fiyat istikrarından” sorumlu olan kurum, öyle bir noktaya sürüklendi ki, kendi içindeki “istikrarı” bile sağlayamadığı algısı yerleşik hale geldi kamuoyunda. Gelen her yeni başkan için “acaba ne kadar dayanacak?”........

© Milli Gazete


Get it on Google Play