Türk toplumu, mütemadiyen ekonomik kriz ve buna yakın koşullarda yaşadığından “manevra” ve “uyum” kabiliyeti de yüksektir. Enflasyonu yüzde 2’den 3’e çıkan Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kısa ve uzun süreli bir şok yaşamadan neredeyse “anında” koşulara adapte olabilir. Kişisel bazda mevcut olan bu “manevra ve uyum kabiliyeti” iş dünyasında da söz konusudur ve ekonomik ajanların hemen hepsi “en kötüsüne” alışık olmanın verdiği cevvallikle her duruma beklenenden kolay uyum sağlayabilir.

Son 5 yıldır yaşanan ekonomik “hadise” ise bugüne kadar görülmüş olan krizlerden hayli farklıdır. Türk ekonomisi krize girer ve yaklaşık bir sene içinde kriz halinden uzaklaşabilirken, 2018’den itibaren bir acayip “buhran” sürecine girdik. Ve işin kötüsü freni patlayan enflasyonla birlikte yaşanan hızlı fakirleşme, karman çorman edilmiş ekonomik dengelerle birlikte kısa ve orta vadede tünelin ucunda bir ışık görünmüyor. Böyle olduğunu ekonomi yönetimi de söylüyor ve onlar bile “iyimser” bir tahminle 2026 yılını işaret ediyorlar. Yani her şey yolunda giderse, tüm kararlar doğru alınır ve uygulanır, kağıt üzerindeki her şey tastamam gerçekleşirse içinde bulunduğumuz “buhran” halinden kurtulabileceğimiz söyleniyor.

İşin ilginci, hemen her şeye kısa sürede alışabilen toplumumuz, bu yaşanan akıl, mantık ve izan dışı süreci, politika yapıcıların yönetememe fiyaskosunu ve kendi yaşadıkları yoksunlukları bile neredeyse dert etmeyecek bir kıvama gelmeleri. En asit bir çarşı, Pazar, market alışverişinde bile fiyat etiketlerini görünce insanın asabının bozulmaması olası değilken, bu fiyat seviyelerinin kimseyi “çıldırtmaması” hayli enteresan. Birkaç sene önce uçak bileti alınan paraya şu anda bulaşık makinesi tableti veya 2 kilo kıyma alabilmek gibi bir “sürreal” duruma bile ayak uydurabiliyor toplum.

Ekonominin idaresini tamamen keyfi ve gayri iktisadi bir vaziyete sokan siyasilerin, mevcut fiyaskodan ötürü en ufak bir sorumluluk bile duymaması ise bu ülkenin imtihanı olsa gerek. Birkaç hafta önce “enflasyonun belini kırdık” açıklaması geldi en yetkili ağızdan mesela. Merkez Bankası’nın, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 58’den yüzde 65’e çıkartmasından birkaç hafta sonra duyduk bu cümleyi.

Tam bir fiyasko, başarısızlık olan ekonomik durumu konuşmayarak, konuşturmayarak, medyada yer verdirmeyerek, konuşmak gerektiğinde de durumun kötü olmadığını iddia ederek toplumu zihnen felç etme yoluna gidiliyor ve toplumun belli bir kısmı buna ikan olabiliyor. Kendi sorununa bile yabancılaşmış kitleleri idare edebilmek gerçekten kolay siyasetçiler için.

Geçen hafta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Türkiye’de asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğunu belirterek “Ülkemizde, asgari ücret net 11.402,32 TL olup; bu kapsamda çalışıp aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamaktadır” sözlerini sarf etti mesela. Türk-İş’in araştırmasına göre ortaya çıkan açlık sınırı rakamı 14 bin lira civarında iken, nasıl olup da asgari ücret alan milyonlar için “açlık sınırı atında yaşayan yok” denebiliyor, hayli enteresan. Bir enteresan durum da sayın bakanın “aşırı yoksulluk” içinde yaşayan kişi olmadığını söylemesi.. “Yoksul” insan olması başlı başına bir sorun iken, “aşırı yoksulluk” olmaması ile (ki doğru mu acaba) “övünmek”te bir gariplik yok mu?

Özellikle son 5 senede uygulanan akıl, mantık ve iktisat dışı politikalardan dolayı hiçbir sorumluluk ve pişmanlık duymamak, halkın anbean yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve korkunç fakirleşmeyi hiçbir surette gündemine almamak ve alay edercesine “aşırı yoksulluk” olmamasıyla övünmek, en başta fakirleştirdikleri halkın zekasıyla alay etmektir. Ancak gelin görün ki, hatırı sayılır bir kitle de bu durumdan zerre rahatsızlık hissetmemekte, yaşanan bu akıl almaz yoksullaşma sürecini bile içlerine sindirebilmekte, sorumlularına sınırsız destek vermekten imtina etmemektedirler.

Ekonomi alanındaki aleni fiyaskonun faturası da böylesi bir atmosferde her zamanki gibi suçsuz günahsız milyonlara çıkmaktadır. Emekli olup da çalışmaya mecbur olanlar, açlık sınırının altında ücretler alanlar, yoksulluk sınırının yanına bile yanaşamayan milyonlar, karı koca çalışıp bir maaşı ev kirasına harcayanlar, hayata atılma safhasında asgari ücrete talim etmek durumunda kalanlar vs vs bu faturayı yüklenirlerken, bu durumun müsebbibi siyasiler meydanlarda mahdut bir kesimin inandığı sahte başarı hikayelerini anlatmaya devam edecekler yine…

QOSHE - Fiyasko - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Fiyasko

5 0
21.11.2023

Türk toplumu, mütemadiyen ekonomik kriz ve buna yakın koşullarda yaşadığından “manevra” ve “uyum” kabiliyeti de yüksektir. Enflasyonu yüzde 2’den 3’e çıkan Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kısa ve uzun süreli bir şok yaşamadan neredeyse “anında” koşulara adapte olabilir. Kişisel bazda mevcut olan bu “manevra ve uyum kabiliyeti” iş dünyasında da söz konusudur ve ekonomik ajanların hemen hepsi “en kötüsüne” alışık olmanın verdiği cevvallikle her duruma beklenenden kolay uyum sağlayabilir.

Son 5 yıldır yaşanan ekonomik “hadise” ise bugüne kadar görülmüş olan krizlerden hayli farklıdır. Türk ekonomisi krize girer ve yaklaşık bir sene içinde kriz halinden uzaklaşabilirken, 2018’den itibaren bir acayip “buhran” sürecine girdik. Ve işin kötüsü freni patlayan enflasyonla birlikte yaşanan hızlı fakirleşme, karman çorman edilmiş ekonomik dengelerle birlikte kısa ve orta vadede tünelin ucunda bir ışık görünmüyor. Böyle olduğunu ekonomi yönetimi de söylüyor ve onlar bile “iyimser” bir tahminle 2026 yılını işaret ediyorlar. Yani her şey yolunda giderse, tüm kararlar doğru alınır ve uygulanır, kağıt üzerindeki her şey tastamam gerçekleşirse içinde bulunduğumuz “buhran” halinden kurtulabileceğimiz söyleniyor.

İşin ilginci, hemen her şeye kısa sürede alışabilen toplumumuz, bu yaşanan akıl, mantık ve izan dışı süreci, politika yapıcıların yönetememe fiyaskosunu ve kendi yaşadıkları yoksunlukları bile neredeyse dert etmeyecek bir kıvama gelmeleri. En asit bir........

© Milli Gazete


Get it on Google Play