Türkiye, yıllarca genç ve dinamik nüfusunu en büyük zenginliği ve avantajı olarak gördü. Ancak bunu da bir türlü gerçek bir avantaja çeviremedi. Ekonomik büyümesini ve kalkınmasını yerli yerinde ve olması gerektiği gibi sağlayamadığı gibi halkın reel gelirini de beklenen düzeye çıkaramadı.

Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu verilerine göre, nüfusu 85 milyonu geçen Türkiye’de geçen yıl sonu itibarıyla 65 yaş ve üzeri nüfus 8 milyon 722 bin 806 olurken, bu rakamla yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yüzde 10,2’ye çıkarak Cumhuriyet tarihinde ilk kez çift haneyi görmüş. Yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının yüzde 10’u geçmesiyle Türkiye, BM kriterlerine göre “çok yaşlı nüfuslu ülke” statüsünde yer almaya başlamış. Nüfus projeksiyonlarına göre, yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının 2030’da yüzde 12,9, 2040’ta yüzde 16,3 ve 2060’ta ise yüzde 22,6 olacağı öngörülüyor!

Bir yandan genç ve yetişmiş insan kaynağı, şartların giderek daha zorlayıcı ve yaşamayı güçleştiren bir hal alması nedeniyle dışarıya kaçarken veya kaçmanın yollarını arıyor zaten. Diğer yandan da çalışanlar da elde ettikleri ücret seviyeleriyle ancak hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Genç nüfus içinde “ne okuyan ne çalışanların” sayısı da dikkate değer.. “Ne eğitimde ne istihdamda olan” gençlerin oranına bakıldığında Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada yer almış. 15-24 yaş arasındaki dört gençten biri ne okuyor ne de çalışıyor!

Ocak ayında 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı, bir önceki aya göre 1,1 puanlık artışla yüzde 16,6 oldu. İşsizlik oranı aynı ayda yüzde 9,1 iken, gençler arasında neredeyse iki katı olmuş yani!

Şimdi anlaşılıyor ki, bu genç ve dinamik nüfus avantajımızı da elimizden kaçırıyoruz. Nüfusun yaşlanması, dolayısıyla verimli çalışabilecek olan nüfusun oranının azalmasına, çalışanların daha fazla sayıda emekliye bakmasına neden olacak. Halihazırda çok da iyi işlediği söylenemeyecek olan sosyal güvenlik sisteminin daha da zorlanmasına doğru bir gidişat var.

Aktif olarak çalışan genç nüfusun çoğuna asgari ücret, yani sefalet ücreti reva görülüyor. Kağıt üzerinde çalışmayan ama bugünün koşullarında çalışmak zorunda kalan emeklilerin çoğuna da sefalet ücretinin altında rakamlar söz konusu. Yaklaşık iki milyon emeklinin en düşük maaş olan 10 bin TL ile geçinmeye çalışması, Türkiye’nin getirildiği noktayı açıkça gösteriyor. Bu tablo, “Türkiye Yüzyılı” diye böbürlenmeyi değil en azından utanmayı gerektirir herhalde.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 bin lira olan en düşük emekli maaşı için “elbette yeterli değil” diyerek, seyyanen zam isteklerine şöyle yanıt veriyordu:

“Birileri çıkıp 10 bin lira seyyanen ekleyelim diye emeklileri tahrik ediyor. 16 milyon emeklimiz var. Bunu eklemek demek 1,7 trilyon lira eklemek demek. Dikkat ediniz mevcut maaş tutarından bahsetmiyorum. Ek artışın maliyetini anlatıyorum. Ülkemizde tek çivi çakmasak, bütçeyi buraya aktarsak bile yetmiyor.”

Yani buradan şunu mu anlamak gerekiyor, tam da iktidarın siyasi tarzına uygun bir mantıkla “emekliye maaş ödeyemeyecek duruma mı geldik?” diye mi sormalıyız? İktidar partisi, göreve geldiği dönemde en düşük emekli maaşı 1,5 asgari ücret tutarındayken, bugün en düşük emekli maaşının asgari ücretin yüzde 60’ına düşmesinin izahı yok.

Meseleye şuradan da bakılabilir belki. 2022’de 310,9 milyar lira olan bütçeden faize harcanan tutar, 2023’te yüzde 117 artışla 674,6 milyar liraya çıkmış. Bütçeden faize ödenen tutar 2024’ün ilk 2 ayında yüzde 216,5 artarak 175 milyar 923 milyon lira oldu. Gidişata bakılırsa, 2024’te geçen seneyi de katlayacak bir tutarda faize para akacak. Yani, emekliye bulunamayan kaynak, faizciye, rantiyeye bulunmuş.

Temmuz’da enflasyonda ciddi bir düşüş olacağı söylense de, ki baz etkisiyle düşmesi bekleniyor zaten, hayat pahalılığı ve reel gelirdeki erime devam edecek belli ki. Ekonomik göstergeler biraz iyileşse bile, halkın aldığı ağır yara, birkaç yıla kadar bile kolay kolay iyileşir gibi durmuyor. Her şeyin de ötesinde toplumsal yapının değiştiği ve orta sınıfın yoksulluk kuyularına itildiği bir tuhaf dönemi yaşamak zorundayız maalesef.

Genci de yaşlısı da bu tablodan umut vaat eden bir hikaye çıkaramıyor artık.

QOSHE - Genç, yaşlı.. - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Genç, yaşlı..

8 0
26.03.2024

Türkiye, yıllarca genç ve dinamik nüfusunu en büyük zenginliği ve avantajı olarak gördü. Ancak bunu da bir türlü gerçek bir avantaja çeviremedi. Ekonomik büyümesini ve kalkınmasını yerli yerinde ve olması gerektiği gibi sağlayamadığı gibi halkın reel gelirini de beklenen düzeye çıkaramadı.

Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu verilerine göre, nüfusu 85 milyonu geçen Türkiye’de geçen yıl sonu itibarıyla 65 yaş ve üzeri nüfus 8 milyon 722 bin 806 olurken, bu rakamla yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yüzde 10,2’ye çıkarak Cumhuriyet tarihinde ilk kez çift haneyi görmüş. Yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının yüzde 10’u geçmesiyle Türkiye, BM kriterlerine göre “çok yaşlı nüfuslu ülke” statüsünde yer almaya başlamış. Nüfus projeksiyonlarına göre, yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının 2030’da yüzde 12,9, 2040’ta yüzde 16,3 ve 2060’ta ise yüzde 22,6 olacağı öngörülüyor!

Bir yandan genç ve yetişmiş insan kaynağı, şartların giderek daha zorlayıcı ve yaşamayı güçleştiren bir hal alması nedeniyle dışarıya kaçarken veya kaçmanın yollarını arıyor zaten. Diğer yandan da çalışanlar da elde ettikleri ücret seviyeleriyle ancak hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Genç nüfus içinde “ne okuyan ne çalışanların” sayısı da dikkate değer.. “Ne eğitimde ne istihdamda olan” gençlerin oranına bakıldığında Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada yer almış. 15-24 yaş........

© Milli Gazete


Get it on Google Play