Herkesin kabul ettiği bir tabir var; “eğitim şart” diye.. Toplumun farklı alanlarında, hayatın farklı safhalarında karşımıza çıkan sorun, aksaklık ve arızaları görünce aklımıza ilk gelen tepki olarak söylediğimiz bir klişeden ötesi değil maalesef. Eğitimin şart olduğunu hemen herkes düşünüyor ve biliyor ama sorumluluk mevkisine gelen neredeyse kimseler de bunun gereğini tam manasıyla yerine getiremiyor.

Türkiye gibi “gelişmekte olan” bir ülkenin adalet, sağlık, eğitim gibi temel alanlardaki altyapı eksiklikleri halihazırda bir sıkıntı iken, bir de buna ilaveten uygulama ve zihniyetteki eksikler sıkıntıları kartopu misali büyütüyor. Özellikle eğitim alanındaki çözülemeyen sorunlar, tüm diğer alanlardaki sorunları da tetikliyor.

Öncelikle adamakıllı bir eğitim stratejimiz var mı, yok mu, ona ikna olabilmiş değiliz gibi gözüküyor. Aklımızda net olarak bir amaç, bir hedef var mı, bilmiyoruz. Ulaşmak istediğimiz noktaya hangi vasıtalarla varacağımıza dair net bir fikrimiz yok sanki.

Eğitimi, sonucunda salt diploma almak olan bir eylem gibi algılarsak, ondan sonra sadece açılan üniversite sayısıyla övünür duruma düşebiliriz. İşin kötüsü bu duruma düşmüş durumdayız da. Niteliği bir kenara bırakıp da nicelikle övünmek akıl karı değil gerçekten de.

Eğitim sistemini eleştirirken “aynı tornadan çıkmış insanlar üretme” argümanı kullanılabilir elbet, “ezbercilik” suçlaması da yapılabilir. Ancak, eğitim faaliyetinin bir yerinde de “şekillendirmek” ve “eğitmek” de var olduğuna göre, bu sisteme giren bireyi tamamen başı boş bırakmak ve buna da “özgürlük” demek de doğru olamaz.

Çok da eski olmayan zamanlardan örnek verecek olursak, mesela 90’larda devlet okullarında yine birçok fiziki eksiklikler vs vardı, ancak iyi kötü bir disiplin de söz konusuydu. Bugünden düne bakınca tek tip kıyafet olması, saç traşına karışılması, gibisinden durumlar tuhaf karşılanabilir belki. Disiplin adı altında dayağa başvurulması savunulacak bir hal değildi elbette. Fakat bugünkü öğrenci prototipinin geldiği nokta da akılla, mantıkla ve izanla bağdaşır durumda gözükmüyor.

Öncelikle kafamızda netleştirmemiz gereken hususlardan birisi, okulların kişiyi hayata hazırlarken bunu sadece birtakım kitabi ve teorik bilgileri “ders” ve “sınav” formatında vermesi midir? Yoksa bununla birlikte “adab-ı muaşeret” yani toplum içinde nasıl davranılması gerektiğine dair de bir yol gösterici olmalı mıdır?

Disiplin bu noktada önem kazanıyor işte. Daha hayatın başında ve toy olan bireylerin hayatın her alanına dair bilgiler alırken, bir de “disipline edilmesi” realitesine hizmet etmek durumundadır eğitim sistemi. Disiplin demek kaba kuvvet veya şiddet değil de sorumluluk sahibi olmayı öğrenmektir. Buna sahip olmayan bireylerin tavırlarının pespayeliğini de hayatın her safhasında görmekteyiz.

Sosyal medyaya yansıyan sınıfta, kadın bir öğretmene karşı “şaklabanlıklar” içine giren öğrencilerin halleri, eğitim sisteminin olmamışlığını ve yanlış yolda olduğunu ortaya koymaktadır. Sistemden anlaşılan şeyi sadece sınav sistemi değiştirmeye indirgemek, her gelen bakanla birlikte eğitim sistemini yapboza çevirmek, adeta “Amerika’yı yeniden keşfeder” gibi güya yenilikçi fikirlerle ortaya çıkmak yerine, belki de eğitimin en yalın, en saf ve en amaca hizmet der haline dönmemiz gerekiyor.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında derme çatma okullarda, kıt kanaat imkanlara rağmen yetişebilen insanların bireysel kalitelerine bugün buna imkana rağmen erişilememesi bile bir şeyler anlatmalı. İnci gibi yazı yazabilen insanlar bir disiplinin ürünüdür, ki o dönemin eğitim sisteminin de bir sürü eleştirilecek yönü vardır ve çok da matah olmayan bir zihniyeti olduğu da söylenebilir. Türkçe’yi layıkıyla kullanabilen, kendini ifade edebilmekte zorluk çekmeyen, insan ilişkilerinde kalitesi ve nezaketiyle kendini gösteren insanlardan bugün 200-300 kelimelik dağarcığa indirgenmiş, oturmasını kalkmasını, toplum içinde nasıl konuşulmasını bilmeyen, hocasına asgari saygıyı dahi öğrenememiş bireylere düştüysek, ortada eğitim sistemi de, herhangi bir zihniyet de, adamakıllı bir hedef de yok demektir.

İnsan bile yetiştiremeyen eğitime kim bilir ne denir?

QOSHE - İnsan yetiştiremeyen eğitim - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İnsan yetiştiremeyen eğitim

7 1
05.03.2024

Herkesin kabul ettiği bir tabir var; “eğitim şart” diye.. Toplumun farklı alanlarında, hayatın farklı safhalarında karşımıza çıkan sorun, aksaklık ve arızaları görünce aklımıza ilk gelen tepki olarak söylediğimiz bir klişeden ötesi değil maalesef. Eğitimin şart olduğunu hemen herkes düşünüyor ve biliyor ama sorumluluk mevkisine gelen neredeyse kimseler de bunun gereğini tam manasıyla yerine getiremiyor.

Türkiye gibi “gelişmekte olan” bir ülkenin adalet, sağlık, eğitim gibi temel alanlardaki altyapı eksiklikleri halihazırda bir sıkıntı iken, bir de buna ilaveten uygulama ve zihniyetteki eksikler sıkıntıları kartopu misali büyütüyor. Özellikle eğitim alanındaki çözülemeyen sorunlar, tüm diğer alanlardaki sorunları da tetikliyor.

Öncelikle adamakıllı bir eğitim stratejimiz var mı, yok mu, ona ikna olabilmiş değiliz gibi gözüküyor. Aklımızda net olarak bir amaç, bir hedef var mı, bilmiyoruz. Ulaşmak istediğimiz noktaya hangi vasıtalarla varacağımıza dair net bir fikrimiz yok sanki.

Eğitimi, sonucunda salt diploma almak olan bir eylem gibi algılarsak, ondan sonra sadece açılan üniversite sayısıyla övünür duruma düşebiliriz. İşin kötüsü bu duruma düşmüş durumdayız da. Niteliği bir kenara bırakıp da nicelikle övünmek akıl karı değil gerçekten de.

Eğitim sistemini eleştirirken “aynı tornadan çıkmış insanlar üretme” argümanı kullanılabilir elbet,........

© Milli Gazete


Get it on Google Play