Dış politikada, diplomaside, devletler arası ilişkilerde kin, nefret, düşmanlık veya karşılıksız sevgi, dostluk vs olmadığı söylenir. İkili ilişkilerin ölçütünün “karşılıklı menfaatler” olduğu ve buna göre münasebetlerin şekillendiğinden bahsedilir. Meseleyi bu denli formel ve tavizsiz koymak her zaman çalışmayabilir.

İsrail meselesi, geçen yüzyılın başından itibaren Ortadoğu’nun başına örülmeye başlanan bir belaydı ve 1948’e kadar örgütlü terör eylemleriyle Filistin’i, 1948’teki “kuruluşundan” sonra da hem Filistin hem de coğrafyayı huzursuz edip durdu. Arap devletlerinin ortaklaşa saldırısına rağmen 1967’de sınırlarını genişletirken, tasallutu da her yere yayılmaya başladı. Arkasına aldığı sınırsız ABD ve Batı desteğiyle tarihin görmediği rezillikte, ahlaksızlıkta ve barbarlıkta ne varsa yaptı, Gazze’ye yönelik son saldırıları da kelimelerle ifadesi imkansız, insani ve vicdani ölçütlerle tarif edilemeyecek bir “insanlık dışılık” olarak, tam da kendi kimliğinin bir numunesi şeklinde dünyanın gözü önünde çerçevelendi.

Dünya kamuoyunu iğdiş ettikleri ve uğruna yeni bir tabir uydurdukları “holokost” hikayeleri, İsrail’in son barbarlığı yanında çocuk masalı gibi kalacaktır. 2,3 milyon insanı bir “açık hava hapishanesine” dönüştürdüğü mahdut bir alana kıstırıp, kafasına göre abluka uygulayan, son 1 aydır da hiçbir hedef gözetmeksizin katleden bir cani şebekeyle birlikte başta İslam alemi olmak üzere tüm dünya bir vicdan sınavı vermektedir. Şu anki sonuçlara göre de sınavdan çakmış durumdalar!

Ortalık toz duman olduktan, İsrail barbarlığı arşı alaya vardıktan 15 gün sonra “bir zahmet” toplanabilen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın o toplantısında hangi kararı aldığını hatırlayan bile yok, çünkü kınama dışında bir karar yok! Aynı şekilde, Gazze’deki Türk Hastanesi de İsrail tarafından vurulduğu halde bizim tepkimiz de “çok sert kınamak” oldu, mütemadiyen yayınlanan kınamaların dışında..

İslam alemi liderleri, tam manasıyla atalet yani eylemsizlik içindeler ve bu eylemsizliğin en önemli nedenlerinden birisi de İsrail’le başlatılan normalleşme süreçleri muhtemelen. Batılı emperyalistlerin yani dünyanın baş belası müesses nizamın tepkisini çekmemek de bir diğeri olabilir.

Dünyanın hemen her yerinde ve Müslüman olmayan ülkelerde dahi sivil toplum kuruluşları, vicdanlı halklar, bu barbarlığa ve alçaklığa karşı sokaklarda gösteriler, mitingler düzenliyor. Ancak “sivil toplum kuruluşları ve halklar” düzenliyor, siyasi iktidarlar değil! Bizde ise siyasi iktidarın, yaklaşan yerel seçimlere prova kabilinden miting düzenlediğini ve mutad hale getirdiği kınamalarını bir de oradan açıkladığını gördük. İktidar makamının eylem ve icraat makamı olduğunu herkes biliyor ama ne ekonomik ne siyasi ne de diplomatik tek bir adım bile atılmıyor maalesef. Ortadaki yalın gerçek budur.

Bazı iktidara yakın sivil toplum kuruluşlarının “İncirlik Üssü kapatılsın” mesajını ihtiva eden eylemleri anlayışla karşılanabilir, ancak bu aşamada üssü kapatma yetkisine haiz olan siyasi iktidara da bir çağrıda bulunulması beklemek de kamuoyunun hakkı olsa gerek.

Son dönemlerde dile getirilmeye başlanan “arabuluculuk”, “kadın ve çocukların tahliyesi” vs gibi ifadelerin akıllara Suriye, Afganistan gibi örnekleri getirmesinin önüne geçmek mümkün olmuyor. Suriye’de iç savaşa destek çıkarak bir ülkenin boşaltılmasına bir bakıma ön ayak olmak ve vatandaşlarına ev sahipliği yapmak gibi bir role muhatap olan bir dış politikayı da, Afganistan meselesinde ABD ile yapıldığı söylenen ve nüfus akınına eden olan “gizli” anlaşmaları da ister istemez hatırlıyor insan. Gazze’nin boşaltılmasına neden olacak herhangi bir girişimin İsrail’in saldırganlığını orta ve uzun vadede, başka coğrafyalara doğru artıracağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Sonuç itibariyle, “ne şiş yansın ne kebap” siyasetiyle, “Netanyahu’yu sildik ama İsrail’le ilişkileri koparamayız” pragmatizmiyle ve “arabuluculuk” gibi siyasi prim avcılığıyla Gazze meselesinde mesafe alınamaz. Bu meselede, İsrail’e dur demenin yolu siyasi, ekonomik ve diplomatik olarak terör devletini yalnızlaştırmak, organize tepkilerle ve eylemlerle bu yapıyı izole etmek, yola getirmektir. ABD-İsrail ekseninden çıkacak önerilerden medet umulamaz.

QOSHE - Katille Arayı Bulmak! - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Katille Arayı Bulmak!

5 0
07.11.2023

Dış politikada, diplomaside, devletler arası ilişkilerde kin, nefret, düşmanlık veya karşılıksız sevgi, dostluk vs olmadığı söylenir. İkili ilişkilerin ölçütünün “karşılıklı menfaatler” olduğu ve buna göre münasebetlerin şekillendiğinden bahsedilir. Meseleyi bu denli formel ve tavizsiz koymak her zaman çalışmayabilir.

İsrail meselesi, geçen yüzyılın başından itibaren Ortadoğu’nun başına örülmeye başlanan bir belaydı ve 1948’e kadar örgütlü terör eylemleriyle Filistin’i, 1948’teki “kuruluşundan” sonra da hem Filistin hem de coğrafyayı huzursuz edip durdu. Arap devletlerinin ortaklaşa saldırısına rağmen 1967’de sınırlarını genişletirken, tasallutu da her yere yayılmaya başladı. Arkasına aldığı sınırsız ABD ve Batı desteğiyle tarihin görmediği rezillikte, ahlaksızlıkta ve barbarlıkta ne varsa yaptı, Gazze’ye yönelik son saldırıları da kelimelerle ifadesi imkansız, insani ve vicdani ölçütlerle tarif edilemeyecek bir “insanlık dışılık” olarak, tam da kendi kimliğinin bir numunesi şeklinde dünyanın gözü önünde çerçevelendi.

Dünya kamuoyunu iğdiş ettikleri ve uğruna yeni bir tabir uydurdukları “holokost” hikayeleri, İsrail’in son barbarlığı yanında çocuk masalı gibi kalacaktır. 2,3 milyon insanı bir “açık hava hapishanesine” dönüştürdüğü mahdut bir alana kıstırıp, kafasına göre abluka uygulayan, son 1 aydır da hiçbir hedef gözetmeksizin........

© Milli Gazete


Get it on Google Play