İktidar makamı, yetkileri ve sorumlulukları kanunen belirlenmiş, çerçevesi somut olarak çizilmiş hem idari hem de siyasi bir kurumdur. Yürütmenin “icraat makinesi”dir de denebilir, bir mekanik düzenek gibi çalışan bir “siyasi aygıt” da… Bir araba motorunun çalışmasındaki sebep- sonuç ilişkisinin benzeri bir şaşmazlıkla ve netlikle çalışmak durumundadır. Siyasi iktidar mekanizması “yetki-sorumluluk” mantığına göre iş görmek üzere tasarlanmıştır.

Dolayısıyla siyasi iktidarın şikayet, teşhis veya yakınma değil de icra makamı olması da buradan ileri gelir. Yakınmak, şikayet etmek veya durum tespiti yapmak muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, dernekler veya sokaktaki vatandaşlar için normaldir. Onlar, herhangi bir yetkiye ve “yönetme” sorumluluğuna sahip olmadıklarından ötürü eleştirel değerlendirmeler de dahil olmak üzere dilediklerince konuşabilirler. Ellerinde bir yetki olmadığı için kimse onlardan icraat yapmalarını bekleyemez.

Ancak bir siyasi iktidar için bu durum geçerli değildir. Bir siyasi iktidar, elinde her türlü imkan, yetki, enstrüman, yönetme erki bulunduğuna göre toplumdaki herhangi bir meselenin çözümü için gerekeni yapmak durumundadır. Zaten varoluş amacı da odur.

Bunu yapmayıp da sokaktaki vatandaş gibi tepkiler vermek, yönetmek eylemiyle ters düşer en başta. Ne de olsa bu makamlar halkın emanetidir ve bunlara talip olanlar da icraat yapma vaadinde bulunarak bu görevlere talip olurlar. Haliyle sorunlara çözüm üretmemenin gerekçesi de olamaz.

Türkiye, halihazırda az sorunu, sıkıntısı varmış gibi son dönemde bir de ev sahibi-kiracı anlaşmazlıklarının giderek toplumsal bir meseleye dönüşmesine şahit oluyor. Özellikle son 5 senede uygulanan son derece manasız, hiçbir akıl, mantık ve izan çerçevesine uydurulamayan ve gayri iktisadi politikalar, sadece ekonomik düzeni tahrip etmedi, buna bağlı olarak pek çok sosyal, toplumsal ve insani dengeyi de alt üst etti. Türkiye’nin yeni sorunu olan “ev sahibi-kiracı anlaşmazlıkları” da bunun dolaylı neticelerinden biri.

En olmadık zamanda yapılan faiz indirimiyle çok kısa sürece yüzde 19-20’den yüzde 85’e fırlayan, daha doğrusu patlayan enflasyon, hem hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısını dayanılmaz boyutlara taşıdı, hem de toplumdaki fiyat algısını ve kavrayışını alt üst etti. Misal, 2000 lira kira veren bir kiracı, ev sahibinin kirayı bir anda 3-4 misline çıkarması talebiyle karşılaşıverdi. Ev sahibi de kendi penceresinden kendisini haklı gördü ve bunu da “ yüksek enflasyon nedeniyle her şeyin ve tabii ki kiraların da çok arttığı” argümanına bağladı.

Meselenin iki tarafının da kendine göre haklı ve haksız olduğu noktalar elbette vardır. Kiracı, birden bire fahiş oranda bir artışın haksız olduğunu, ev sahibi ise artmış fiyatlar karşısında kendi kirasının çok düşük kaldığını düşünebilir. Bu noktada, bir üst akıl, ki biz buna kamu idaresi veya halk tabiriyle “devlet” diyoruz, devreye girmeli ve bu konuda bir norm ve yol haritası ortaya koymalıdır. Daha doğrusu ortaya koymalıydı.

Ne yazık ki, bu mesele son 2-3 yıldır gündemden düşmeyi bırakın, daha da hararet kazanırken, hemen her gün bu konu özelinde yeni bir şiddet olayı, kavga, çatışma veya cinayet söz konusuyken, bugüne kadar çoktan somut ve sağlıklı bir tedbir devreye sokulmalıydı. Kamu otoritesi, bu meseleye dair net bir tavrı göstermeliydi. Ortaya konan tek tedbir pratikte hiçbir işlevi ve karşılığı olmayan “kira artışına yüzde 25 sınırı” oldu, o da uygulanıyor mu uygulanmıyor mu, bilen yok.

Hem kiracıların hem de ev sahiplerinin kalıcı bir çözüm beklediği bir atmosferde, kamu otoritesinin tutup da yüksek artış yapan ev sahiplerine “vicdan” çağrısı yapması trajikomiktir. Kamu idaresi, yetki ve sorumluluklarla donanmış bir icra makinesidir ve işi de icraat yapmaktır. Vicdan çağrısı yapmak diye bir görev tanımı da yoktur muhtemelen.

Yanlış karar ve uygulamalarla enflasyonu patlatmak, insanların gelirlerini azaltmak, geçim sıkıntısını yaygınlaştırmak, elinde imkan olduğu halde sadece “yüzde 25 sınırı” gibi gerçeklerden uzak bir tedbir açıklamak vicdanla bağdaşır mı? İcra makamında olup da “ayıplayarak” çözülmüş herhangi bir mesele var mıdır acaba?

QOSHE - Vicdan - Burak Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vicdan

4 0
28.11.2023

İktidar makamı, yetkileri ve sorumlulukları kanunen belirlenmiş, çerçevesi somut olarak çizilmiş hem idari hem de siyasi bir kurumdur. Yürütmenin “icraat makinesi”dir de denebilir, bir mekanik düzenek gibi çalışan bir “siyasi aygıt” da… Bir araba motorunun çalışmasındaki sebep- sonuç ilişkisinin benzeri bir şaşmazlıkla ve netlikle çalışmak durumundadır. Siyasi iktidar mekanizması “yetki-sorumluluk” mantığına göre iş görmek üzere tasarlanmıştır.

Dolayısıyla siyasi iktidarın şikayet, teşhis veya yakınma değil de icra makamı olması da buradan ileri gelir. Yakınmak, şikayet etmek veya durum tespiti yapmak muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, dernekler veya sokaktaki vatandaşlar için normaldir. Onlar, herhangi bir yetkiye ve “yönetme” sorumluluğuna sahip olmadıklarından ötürü eleştirel değerlendirmeler de dahil olmak üzere dilediklerince konuşabilirler. Ellerinde bir yetki olmadığı için kimse onlardan icraat yapmalarını bekleyemez.

Ancak bir siyasi iktidar için bu durum geçerli değildir. Bir siyasi iktidar, elinde her türlü imkan, yetki, enstrüman, yönetme erki bulunduğuna göre toplumdaki herhangi bir meselenin çözümü için gerekeni yapmak durumundadır. Zaten varoluş amacı da odur.

Bunu yapmayıp da sokaktaki vatandaş gibi tepkiler vermek, yönetmek eylemiyle ters düşer en başta. Ne de olsa bu makamlar halkın emanetidir ve bunlara talip olanlar da icraat........

© Milli Gazete


Get it on Google Play