Çok yaklaştım, tamam diyorum, bu sefer her şey beklendiği gibi olacak, bu sefer geleceğin uzun gölgesinden bir sütun beliriyor, bir beyazlık içinde beyazlık, bir huzme sarmalından süzülüyor. Bir ışıkta beliren binlerce ziyadan bir tanesi her tarafı saran gölgeye düşüyor. Belirginleşiyor bir şey. Bir organizma sanki. Önce bir gülümseme yayılıyor, ferahlatıcı bir güz gününün ikindisi gibi. İşte tamam, yaklaşıyorum, birden bir karakış boynu uzanıyor ortalığa. Boyna bir elense mi çeksek. Yo uzaklaşmayalım. Sürgit sürmez. Bir yerde olacak olan bekliyor. Ama sadece bekliyor. Boynu sıyırıp geçsek, o da ne bakın iki ayak ayan beyan beliriyor birer engelleyici güverte olarak. Hayır gölgeyi kaybetmeyelim de huzmenin ziyası belirginleşebilir, bir ihtimal olarak bile belirginliğin verdiği güven başı dik tutma aralığına gelirken o aralıkta bir şey dayanma dayanağı üstlenebilir. Yo böyle birden tutuşan bir ateş değil. Yavaş yavaş dumanlana dumanlana. O da değil mi yoksa. Yaklaştıkça yaklaşma sanki bütün anlamlarını birer birer tasfiye ediyor birer koalisyon olarak. Çünkü yaklaşılan şey varsa koalisyon da vardır. Yaklaştıkça bir araya gelen ama gelmeyen.

“Ama kopuktu, kopuktu zincir,

Olduramadım.

Ne yaptım, ne ettimse,

Olduramadım.”

(Olduramadım, MFÖ)

Kesinliği olmasa da yaklaşmanın bir kimyası vardır. Gönül kimyası. O kimyadan bir ilaç elde edilemediği şöyle dursun bir dert dahi elde edilememiştir. Derdin reaksiyonu gölgeye düşen huzmeyi yaklaşmanın madenine indiremeden gölge kayboluyor. Tam oldu diyecekken “olduramadım” haritasından mevsimler sökün ediyor. Yan yat beğen denir ya ayağa kalksan bile ‘sökün’ durmuyor. Gelsin bakalım gelen diyor insan yutkunuyor. Hep bu da o ışıktan işaret denmiş ama huzme gölgeye varamadan etraf karmakarışık bulutlanıvermiş. Yağmıyor yaklaşma. Bulut olmuş ama göğü kayıp, gök olmuş ama bulutları dağılmış durumda.

Bu sefer olacak, az kaldı, yarım saniye, yarım milim kaldı, bu sefer gölge düşüyor, bu sefer düşüyor, bu sefer, her şey birdenbire hep birlikte düşüyor. Gölgesiz ışık sıfır. Işıksız gölge sıfır. Elde sadece karanlığı emmiş de siyahlanmış bir tünel. Ne yapalım. Yeraltından harfler toplayıp yığalım mı. Sonra cümleler kuralım. Tam evet şimdi derken. Görünmeyen ip bir kez daha sonsuz gölgeler atlasına doğru kopuyor. İtiraz edenler olabilir, yaklaşmanın her defasında kopmasına. Sebeplere bağlanabilir. Sonuçlara götürülebilir. Efendim rasyonel olarak baktığımızda denilebilir. Bunun bir replikasını alalım olmazsa diye bir öneri sunulabilir. Yaklaşmanın pozitivizmi gereği bütün paslar parlayabilir vurgusu yapılabilir. Her rüzgâr kendi gediğine esebilir. Bu sefer. Ama bu sefer de mi ya. Bu sefer de neden ki. Neden ki hep bu sefer. Hadi ya.

“Ama kopuktu, kopuktu zincir.”

QOSHE - İmkânsız Mümkün - Cafer Keklikçi
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İmkânsız Mümkün

13 0
20.01.2024

Çok yaklaştım, tamam diyorum, bu sefer her şey beklendiği gibi olacak, bu sefer geleceğin uzun gölgesinden bir sütun beliriyor, bir beyazlık içinde beyazlık, bir huzme sarmalından süzülüyor. Bir ışıkta beliren binlerce ziyadan bir tanesi her tarafı saran gölgeye düşüyor. Belirginleşiyor bir şey. Bir organizma sanki. Önce bir gülümseme yayılıyor, ferahlatıcı bir güz gününün ikindisi gibi. İşte tamam, yaklaşıyorum, birden bir karakış boynu uzanıyor ortalığa. Boyna bir elense mi çeksek. Yo uzaklaşmayalım. Sürgit sürmez. Bir yerde olacak olan bekliyor. Ama sadece bekliyor. Boynu sıyırıp geçsek, o da ne bakın iki ayak ayan beyan beliriyor birer engelleyici güverte olarak. Hayır gölgeyi kaybetmeyelim de huzmenin ziyası belirginleşebilir, bir ihtimal olarak bile belirginliğin verdiği güven başı dik tutma aralığına gelirken o aralıkta bir şey dayanma dayanağı üstlenebilir. Yo böyle birden tutuşan bir ateş değil. Yavaş yavaş........

© Milli Gazete


Get it on Google Play