Ev kültürü üreten, koruyup besleyen olmaktan çoktan çıktı. Kentli insan kiracılık kültürüyle birlikte hiçbir yere tamamen ait olmama gibi bir durumla karşı karşıya. Ev, bir zamanlar avlusu, bahçesi, sokağı, komşusu ve mahallesiyle birlikte ortak bir yaşam alanının parçasıydı. Kiracılık bir alışverişe dönüşmemişti henüz, bir tür komşuluk etme biçimiydi. Geçen zamanla birlikte kiracılık tersinden okumaya konu olabilecek bir kavrama dönüşmüştür ve bu ev sahibi olamama gerçeğidir. Değer yargılarının mülkiyet temelli aşınması neticesi günümüz insanı kiracılığı daha bir böyle algılamaktadır. Yani bir evden yoksun oluşun doğurduğu bir pozisyon.

Düşünce dünyamıza “kiracılık” bir mefhum olarak biraz da edebiyatla girmiştir desek yanlış olmaz. Zira başka türlüsü sadece eski tabirle icare hukukunu ilgilendiren bir konu olarak kalacaktır. Edebiyatımızın erken cumhuriyet dönemi romanında kiracılık konusunu ilk işleyen Memduh Şevket Esendal’dır. Onun 1934 yılında yayımladığı “Ayaşlı ile Kiracıları” romanı, Osmanlı ile yeni kurulan Cumhuriyet arasında yönünü bulamamış insanların değişen hayatını anlatır. Bir apartmanın dokuz odalı pansiyon yaşantısını konu edinen bu roman, kişiler üzerindeki değerler aşınmasının bu mahremiyeti dikkate almayan çarpık insan ilişkileriyle hangi düzeylere geldiğini gözler önüne serer.

Ankara, yeni başkenttir. Başkentin ortasında modern yaşamın simgesi bir apartmanda hayatı eşkıyalıktan ticarete bir sürü dolambaçlı işlerle geçen Ayaşlı İbrahim’in günlük, haftalık, aylık ya da senelik kiracıları vardır. Bu 9 odalı pansiyonda doğru bir insana veya ahlâklı kalabilmeyi başarabilmiş birine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Buraya taşınan herkes bu atmosferin etki alanına girmekte, içki ile başlayan ahbaplık kumar ve gayri meşru ilişkilerle sürmektedir. Bu roman bir tür “Modernizmin Evsizliği” denilen gerçekliğin ilk safhasını anlatmaktadır. Yeni Cumhuriyet’in panoraması dağılan aile ve çözülen evliliklerle çizilmektedir. Bir tür eski Ankara’nın toplumsal ortamından yeni Ankara’ya adapte olmaya çalışan sıradan insanların çatışmaları apartman ve pansiyon hayatı düzleminde verilmekte.

Ayaşlının kiracılarının günah galerisinde dolaşan kahraman anlatıcı bile her fırsatta bu insanların dejenere hayatlarını eleştirmesine rağmen kendisi de yer yer bu yanlışlara düşmekten kendini kurtaramamıştır. Alttan alta yanlış modernleşme ve çağdaşlaşmanın trajikomik biçimde işlendiği roman, bir taraftan da bütün toplumsal çöküntünün ailedeki çözülmeyle neşet ettiği gerçeğini itiraf niteliğindedir.

Kiracılık, yerleşik kültür oluşturamama gibi bir sonucun tetikleyicisidir. Geleneksel geniş aile biçimleri önemli ölçüde bu sıkıntıdan kendisini koruyabilmiştir. Kentli yaşamla birlikte evler konuta dönüşürken bu meskenlerdeki dolaşım alanı da olabildiğince kısıtlanmıştır. Bu konutlarda sadece çekirdek ailelere yer vardır.

Kiracılık konusunu işleyen kitaplardan biri de Sulhi Dölek’in “Kiracı” romanıdır. Bu romanda bir türlü ev sahibi olamayan Kerim, son çare olarak başbakanın hitap edeceği alanda bir binanın üzerine çıkarak derdine çare bulunmazsa intihar edeceğini söyleyip ardından söylediği gibi intihar eder. Sulhi Dölek, bir başka romanı “Kirpi”de de kira konusunu işlemeyi sürdürür. Romanın başkahramanı yeni evli Reşat, evi olmadığı için kayınpederinin evine taşınır. Evli bir insanın kelimenin ifade ettiği anlamın (evli, bir eve sahip) hilafına başkasının evinde parasıyla oturmasına rağmen sığıntı gibi yaşamasından oldukça dertlidir. Başkahraman Reşat, romanda bu psikolojiyi şöyle anlatır:

“…Kayınpederin evine taşınana kadar yıllarca kirada oturduk. Ev sahipleriyle geçinmek zordur, belki bilirsiniz. Kendilerini sırf evin değil, sizin de sahibiniz sanırlar. Hele son ev sahibimiz Kâmil Bey, tanıdığım en sevimsiz insanlardan biriydi... (Dölek, Kirpi-1997)
“Balığın Şarkısı” isimli hikâye kitabında bir kiracının ev bulma mücadelesini anlatan “Ah Kiracı Vah Kiracı” hikâyesinde de Sulhi Dölek’in aynı problemi dile getirdiğine tanık oluruz:

“Bu kent bir karabasan! Sokaklar boyunca evler sıralanmış. Üç katlı, beş katlı, yedi katlı… Yüz binlerce ev, apartman dairesi, gecekondu… Bu kadar konut varken, nasıl oluyordu da biz başımızı sokacak yer bulamıyorduk. (Dölek, 1990)
Fransız şair ve film yapımcısı Roland Topor’un 1976 yılında sinemaya da uyarlanan “Kiracı” romanını da bir kenara not almak lazım. Birinin evinde oturmanın evinde oturduğunuz kişiye sizinle ilgili nasıl bir sonsuz inisiyatif kullanma özgürlüğü bahşettiğini sanırım psikolog ya da psikanalistlere sormak gerekir.

Ev olmadan evlenmek fiilinin de en azından fiil olarak bir karşılığı yok sayılır. Ev başkasınınsa, karşılığında kira bedeli olarak para vermeniz de kâfi gelmiyorsa hiç olmazsa evliliğin ev ile ilişkisini yeniden düşünmeli veya kalkıp içinizi dökecek bir roman yazarak bu evsizlik hapsinden kurtulabilirsiniz.

QOSHE - Kiralık ev hapsi - Hüseyin Akın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kiralık ev hapsi

14 0
09.11.2023

Ev kültürü üreten, koruyup besleyen olmaktan çoktan çıktı. Kentli insan kiracılık kültürüyle birlikte hiçbir yere tamamen ait olmama gibi bir durumla karşı karşıya. Ev, bir zamanlar avlusu, bahçesi, sokağı, komşusu ve mahallesiyle birlikte ortak bir yaşam alanının parçasıydı. Kiracılık bir alışverişe dönüşmemişti henüz, bir tür komşuluk etme biçimiydi. Geçen zamanla birlikte kiracılık tersinden okumaya konu olabilecek bir kavrama dönüşmüştür ve bu ev sahibi olamama gerçeğidir. Değer yargılarının mülkiyet temelli aşınması neticesi günümüz insanı kiracılığı daha bir böyle algılamaktadır. Yani bir evden yoksun oluşun doğurduğu bir pozisyon.

Düşünce dünyamıza “kiracılık” bir mefhum olarak biraz da edebiyatla girmiştir desek yanlış olmaz. Zira başka türlüsü sadece eski tabirle icare hukukunu ilgilendiren bir konu olarak kalacaktır. Edebiyatımızın erken cumhuriyet dönemi romanında kiracılık konusunu ilk işleyen Memduh Şevket Esendal’dır. Onun 1934 yılında yayımladığı “Ayaşlı ile Kiracıları” romanı, Osmanlı ile yeni kurulan Cumhuriyet arasında yönünü bulamamış insanların değişen hayatını anlatır. Bir apartmanın dokuz odalı pansiyon yaşantısını konu edinen bu roman, kişiler üzerindeki değerler aşınmasının bu mahremiyeti dikkate almayan çarpık insan ilişkileriyle hangi düzeylere geldiğini gözler önüne serer.

Ankara, yeni başkenttir. Başkentin ortasında modern yaşamın simgesi bir apartmanda hayatı eşkıyalıktan ticarete bir sürü dolambaçlı işlerle geçen Ayaşlı İbrahim’in günlük, haftalık, aylık ya da senelik kiracıları vardır. Bu 9 odalı pansiyonda doğru bir insana veya ahlâklı........

© Milli Gazete


Get it on Google Play