Konuşmak eyleme giden yoldur. Bir hedefi ve de bir konusu yoksa konuşmanın görüntüye dayalı gürültüden farkı yok demektir. Eyleme dair mesuliyetlerini yerine getirmemiş topluluklar bu açığı konuşarak telafi etmeye kalkıp vaziyeti kamufle edeye çalışırlar. Eyleme ayıracakları enerjiyi söyleme ayırmak suretiyle üzerlerine düşeni yerine getirdikleri yalanıyla avunurlar. Bu bir tür elin sorumluluğunu dile yükleyerek vicdan rahatlatma ve zevahiri kurtarma gayretidir.

Konuşmak eyleme dair erken uyarı sistemidir. Uyarı yapılıp herkesin uyandığından emin olduktan sonra hâlâ uyarıya devam etmek, uyaranın neye uyandırdığını, uyananın ise neye uyandığını bilmeden ortalıkta dolaşması sonucunu doğurur. “Yangın var” uyarısı yapılıyorsa şayet bu, uyarıyı duyan herkesin yangından uzaklaşması, ardından da yangın ortasında kalan kişileri hiç vakit kaybetmeden kurtarmak için harekete geçmesi anlamına gelir. Yangına dair konuşmak yangın söndürüldükten sonra olabilecek bir şeydir. Yangının nerede çıktığını, kim sebep olduğunu, daha önceki yangınlarla bu yangın arasındaki benzerlik ve farkların neler olduğunu konuşmak yangına körükle gitmekten farksızdır.

Acil eylem zamanını konuşmakla geçirmek felakete, zulme ve haksızlığa zaman kazandırmaktan öteye geçmez. Böyle zamanlarda şayet konuşmak gerekirse bu ancak susarak konuşmak şeklinde olabilir. Zira sessizlik harekete hazırlık safhasıdır. İsmet Özel şairimizin dizeleriyle söyleyecek olursak: “Yargı kesin: acı duymak ruhun fiyakasıdır/ Kin susturur insanı acına çıdam denir/ Susulunca tutulan çetele simsiyahtır/ O siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir.” (Erbain-İsmet Özel)

Sözün bittiği yer diye bir yer vardır. Bu yer sözün güçten düştüğü, kolunun kanadının kırıldığı yerdir. Ne söyleyen ne dinleyen ne de kulak misafiri olan için sözün bir hükmünün kalmadığı zamanlarda yaşıyoruz. Düşünün, çocuğunuz sokakta tartaklanıyor, eşiniz kapınızın önünde sürükleniyor buna gördüğünüz ya da işittiğinizde pencereden seslenerek mi engel olmak istersiniz, yoksa kendinizi saniyesinde sokağa mı atarsınız? Bu durumu kendi yakınlarınızla empati yaparak test edebilirsiniz?

İşgal, baskı, ambargo, katliam, kıyım, işkence, aç susuz bırakma, masumları gözünü kırpmadan öldürme, canını kurtarmak için kapıya yürüyenleri havadan bombalarla öldürme, tahkir, aşağılama, kanını canını dökmeyi dini ve milli bir görev addetme…Bütün bunlar İsrail’in Filistin’e karşı gözümüzün önünde acımasızca gerçekleştirdiği savaş süsü verilmiş barbarlık örnekleri. Acaba daha başka ne tür alçaklıklara teşebbüs etmeli ki İsrail dünyanın vicdan duvarına toslayabilsin. Vahşi dünya Doğusu ve Batısıyla bu vahşetleri İsrail’in kendini savunma hakkı diyerek sineye çekip anlayışla karşılıyor. Burası tam da umudun üzüldüğü yer. Küresel ısınma denilen şey meğerse vicdanların donduğu küresel soğumadan başka bir şey değilmiş.

Sadece insanlığın sosyal ve ekonomik dünyası ya da zihinsel özgünlüğü değil duygusal ve duyuşsal dünyası da küreselleşiyor. Vicdansızlık ve ruhsuzluk gezegeni saracak boyutta. Acıma, merhamet, şefkat, adalet ve insaf gibi duygular güçlülerden, egemenlerden yana müstahzarların aleyhine yeniden tanımlanıyor. Bilinen bir şey var ki dünyada kalp ve vicdan sahiplerinin de yaşadığı ancak böyle zamanlarda ortaya çıkar. Hiç kuşkusuz her milletten, her dinden, her siyasal görüşten insanlar bu katliam karşısında gücü nispetince bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bunların hiçbirini küçük göremeyiz. Lakin devletlerin sesi neden kısık? Müslüman coğrafyalar neden İsrail ve ABD’den korktuğu kadar Allah’tan korkmuyor?

Direnişin mali boyutu, kültürel boyutu da var. Bu çerçevede İsrail ve ABD ürünlerine (soyut ve somut) boykot uygulanabilir. Bu sembolik anlamda değil bir uyanış ve bir yaşam biçimi olarak, bir daha geri dönmemek üzere olmalıdır. Gençlerimiz neden ABD, İsrail mahreçli ürünlere, mekanlara yoğun ilgi gösteriyor? Bunda seçeneksizlik diye bir durumun payı olduğu bir gerçek. Niye hep böyle kritik durumlarda bu hassasiyetlerimiz gündeme geliyor da gündem değiştikten sonra yine başa dönüyoruz.

Cevap falan istemiyorum. Herkes bu soruları kendisine sorsun ve sussun yeter!

QOSHE - Konuşarak Susmak - Hüseyin Akın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Konuşarak Susmak

37 10
14.11.2023

Konuşmak eyleme giden yoldur. Bir hedefi ve de bir konusu yoksa konuşmanın görüntüye dayalı gürültüden farkı yok demektir. Eyleme dair mesuliyetlerini yerine getirmemiş topluluklar bu açığı konuşarak telafi etmeye kalkıp vaziyeti kamufle edeye çalışırlar. Eyleme ayıracakları enerjiyi söyleme ayırmak suretiyle üzerlerine düşeni yerine getirdikleri yalanıyla avunurlar. Bu bir tür elin sorumluluğunu dile yükleyerek vicdan rahatlatma ve zevahiri kurtarma gayretidir.

Konuşmak eyleme dair erken uyarı sistemidir. Uyarı yapılıp herkesin uyandığından emin olduktan sonra hâlâ uyarıya devam etmek, uyaranın neye uyandırdığını, uyananın ise neye uyandığını bilmeden ortalıkta dolaşması sonucunu doğurur. “Yangın var” uyarısı yapılıyorsa şayet bu, uyarıyı duyan herkesin yangından uzaklaşması, ardından da yangın ortasında kalan kişileri hiç vakit kaybetmeden kurtarmak için harekete geçmesi anlamına gelir. Yangına dair konuşmak yangın söndürüldükten sonra olabilecek bir şeydir. Yangının nerede çıktığını, kim sebep olduğunu, daha önceki yangınlarla bu yangın arasındaki benzerlik ve farkların neler olduğunu konuşmak yangına körükle gitmekten farksızdır.

Acil eylem zamanını konuşmakla geçirmek felakete, zulme ve haksızlığa zaman kazandırmaktan öteye geçmez. Böyle zamanlarda şayet konuşmak gerekirse bu ancak susarak konuşmak şeklinde olabilir. Zira sessizlik harekete hazırlık safhasıdır.........

© Milli Gazete


Get it on Google Play