Belirli, aynı zamanda uygun ve elverişli bir yönteme dayanmadan elde edilen bilgi de bilgidir ama hakikati, varlığın öz mahiyet ve niteliklerini tam olarak temsil etmediği, yansıtmadığı için doğruluk derecesi değişken olmaktan uzaktır. Dolayısıyla yanlış tanımlara, kabullenmelere, yorum ve değerlendirmelere, sonuçlara ve kararlara varmak adeta kaçınılmaz olmaktadır. Düşünce tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu yoldan edinilmiş bilgilerin de ortaya koyduğu bir evren, doğa, insan, toplum ve devlet anlayışları, kısaca sistemleri vardır. Ne var ki, bu olgulara ilişkin anlayışlar veya sistemler, son çözümlemede hakikatin, varlığın öz mahiyet ve nitelikleri hakkında yanlış, yanıltıcı bir algıyı ve kavrayışı, doğru ve gerçek olarak göstermekten öteye bir sonuç doğurmamaktadırlar.

Kuşkusuz, insan, toplum ve devlet olguları, doğal olgulardan önemli ve göz ardı edilmemesi gereken bir özellik, hatta nitelik gösterirler. Bu özellik ya da nitelik, insan unsurunun işin içine girmesidir. Çünkü insan unsuru, toplumsal olgularda vazgeçilmez bir değişkendir ve bunu insan iradesi olarak belirlenmektedir. Nitekim, doğal olgulara insan iradesi dahil olduğu takdirde, orada da belli bir değişiklik kaçınılmaz halde bir takım değişiklikleri beraberinde getirmektedir. Sözgelimi, doğal bir şekilde kendine yol açmış dere yatağına bir ev yaptığınızda, bir açıdan kendinizi fayda elde eder sanabilirsiniz, ama öte yandan büyük bir tehlikeyle ne zaman karşılaşabileceğinizi hesaplayamamış durumda da bulabilirsiniz. Bu türden çarpıcı örneklere, son onlu yıllarda, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde bulunan dereler üzerine kurulan elektrik üreten tesislerde rastlanmaktadır. İlk bakışta bir fayda elde edilse de, bir süre sonra doğal çevrenin dengesinin bozulmaya başladığı görülmektedir. İklim değişikliği, bitki ve hayvan çeşitliliğinin yok olmaya başlaması, kuraklık veya sel gibi yıkıcı, hayatı olumsuz etkileyici neden ve sonuçlar ile karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır.

İnsan, toplum ve devlet olguları hakkında doğru bilgiden yoksun, “tevatür” türünden bilgilere, dolayısıyla anlayış ve kavrayışlara dayanarak, bunların mahiyet ve amaçlarına uygun düşünce, karar ve uygulamaya ulaşmak mümkün değildir. İnsanı çeşitli yönleriyle araştırıp incelemeden, toplum ve devlet konusunda uygun, elverişli ve faydalı bir anlayışa, kavrayışa varmak söz konusu olamaz. Hatta insanı bile doğru düzgün anlama yoluna bile girilemez. Aynı şekilde, toplum üzerinde farklı açılardan yapılması zorunlu araştırmalardan, incelemelerden yoksun kalındığında, o toplumun, mesela siyasetin belirleyici kavramları olan yönetme ve yönetilme olgularını, toplumun varlığını besleyici, yönlendirici, geliştirici yönleriyle anlamak ve kavramak imkanını elde edemezsiniz.

Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, toplumun siyasal bir örgütlenmesi demek olan devlet ile, toplumda değişik ve çeşitli özelliklerde ortaya çıkan bir “iktidar”ı özdeş gören yanlış, yanıltıcı, hatta tehlikeli bir anlayışa dayanmak kaçınılmaz hale gelir. Aslında, bu anlayış yeni olmadığı gibi, dünyanın belli bir bölgesine, belli toplumlara, hatta kültürlere de özgü değildir. Ancak, insan, toplum ve devlet olguları üzerinde yüzyıllar içinde yapılan tartışmaları, irdelemeleri, görüşleri ve düşünceleri, doğru bilgi temelinde sistemli bir şekilde gerçekleştiren toplumlar, konumlarını, durumlarını, imkan ve güçlerini farklı yönde geliştirebilmişlerdir.

İşte bu tür gelişmelerde, belirgin şekilde ortaya çıkan özellik, “iktidar” ile devlet olgularını yeniden tanımlamak, yerli yerine oturtmak, aralarındaki ilişkileri açık bir biçimde ayrıştırmak, bu ayrımı sağlayıcı ilke ve ölçülere sıkı sıkıya bağlı kalmak olmuştur. İnsanın ve toplumun hayatını etkileyen, yönlendiren etkenler, imkanlar, nedenler ve şartlar geliştikçe, değişim gösterdikçe, tutumlar, uygulamalar, kararlar da buna göre gözden geçirilmiştir. Nitekim, tarih boyunca her zaman ve toplumlarda söz konusu olan, olabilecek nitelikte bulunan “iktidar” olgusu, belli bir süreden sonra “devlet” olgusuyla karşılanarak dengelenmiş, iktidar olgusunun öngörülemeyen gücü, imkanı, kullanımı, belli ilkeler ve ölçüler ile sınırlandırılmak suretiyle, insan, toplum ve doğanın varlıklarına tehlikeli olmaktan çıkarılmaya çalışılmıştır. İnsan Hak ve Özgürlükleri, Kamu varlığı ve yararı, doğanın korunması gibi konularda ileri sürülen görüşler, yapılan tartışmalar, gerçekleştirilen düzenlemeler, iktidarın sınırsız ve dolayısıyla keyfi değerlendirilme ve kullanılmasına bırakılmayıp devlet olgusuyla ilişkilendirilmiştir. Bu konularda, elbette evrensel ahlaki ilkeler ve kuralların yanında, genel olarak da önünde hukukun evrensel ilkelerine, kurallarına ve bunlara uygun düzenlemelere öncelik tanınmıştır. Ta ki, “iktidar” topluma, kamuya ait olan akarsuları, gölleri, kıyıları, tepeleri, dağları, toprakları, mal ve hizmetleri işgal edip gasp etmesin, yaygın deyişle ona buna “peşkeş” çekmesin!

Bu ve benzer sorular, sorgulamalar gereği duyuluyorsa, öncelikle, ya iktidar devlet olma niteliği kazanamamıştır ya da devlete ait olan iktidar amacına uygun kullanılmamaktadır. Böyle durumlarda bireyin ve toplumun tavrı farklı biçimlerde kendini gösterebilir. Göstermesi de gerekir, hatta zorunluluktur. Bunun gerekçelendirilmesine örnekler tarihte bulunmaktadır. Sözgelimi, adil olmayan bir yönetime itaat edilir mi? biçiminde ifade edilen düşünce, İslam ve Batı düşüncesinde geçen yüzyıllarda yoğun olarak tartışılmıştır. Müslüman toplumlar bakımından böyle bir tartışma son yüzyıllarda ihmal edilmiş olsa da, gereği ve zorunluluğu daha fazla önem kazanmıştır. Farkında olunmaması elbette başlı başına bir tartışma konusudur.

QOSHE - Her iktidar devlet mi? - İsmail Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Her iktidar devlet mi?

8 0
14.02.2024

Belirli, aynı zamanda uygun ve elverişli bir yönteme dayanmadan elde edilen bilgi de bilgidir ama hakikati, varlığın öz mahiyet ve niteliklerini tam olarak temsil etmediği, yansıtmadığı için doğruluk derecesi değişken olmaktan uzaktır. Dolayısıyla yanlış tanımlara, kabullenmelere, yorum ve değerlendirmelere, sonuçlara ve kararlara varmak adeta kaçınılmaz olmaktadır. Düşünce tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu yoldan edinilmiş bilgilerin de ortaya koyduğu bir evren, doğa, insan, toplum ve devlet anlayışları, kısaca sistemleri vardır. Ne var ki, bu olgulara ilişkin anlayışlar veya sistemler, son çözümlemede hakikatin, varlığın öz mahiyet ve nitelikleri hakkında yanlış, yanıltıcı bir algıyı ve kavrayışı, doğru ve gerçek olarak göstermekten öteye bir sonuç doğurmamaktadırlar.

Kuşkusuz, insan, toplum ve devlet olguları, doğal olgulardan önemli ve göz ardı edilmemesi gereken bir özellik, hatta nitelik gösterirler. Bu özellik ya da nitelik, insan unsurunun işin içine girmesidir. Çünkü insan unsuru, toplumsal olgularda vazgeçilmez bir değişkendir ve bunu insan iradesi olarak belirlenmektedir. Nitekim, doğal olgulara insan iradesi dahil olduğu takdirde, orada da belli bir değişiklik kaçınılmaz halde bir takım değişiklikleri beraberinde getirmektedir. Sözgelimi, doğal bir şekilde kendine yol açmış dere yatağına bir ev yaptığınızda, bir açıdan kendinizi fayda elde eder sanabilirsiniz, ama öte yandan büyük bir tehlikeyle ne zaman karşılaşabileceğinizi hesaplayamamış durumda da bulabilirsiniz. Bu türden çarpıcı örneklere, son onlu yıllarda, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde bulunan dereler üzerine kurulan elektrik üreten tesislerde rastlanmaktadır. İlk bakışta bir fayda elde edilse de, bir süre sonra doğal çevrenin dengesinin bozulmaya başladığı görülmektedir. İklim değişikliği, bitki ve hayvan çeşitliliğinin yok olmaya başlaması, kuraklık veya sel gibi yıkıcı, hayatı........

© Milli Gazete


Get it on Google Play