Toplumsal dengenin varlığı ve gerekliliği, öncelikli ve mutlaka, toplumun, özünün, amacının ve işlevinin gerçekleşmesini ifade ettiği için, ilk olarak bakılması şart olan göstergedir. İkinci olarak, toplumun zaman içinde ortaya çıkan yeni olgulara, olaylara ve durumlara karşı olumlu ve uygun tavır alabilmesi dikkatini sağlama imkân ve gücünü verdiği söylenebilir. Ortaya çıkan yeni olguları, olayları ve durumları fark edebilmek, değişen ihtiyaç ve zaruretleri doğru tespit edebilmek, toplumsal dengenin varlığı ve işleyişiyle doğrudan ilişkilidir. İşte bu ilişki doğru ve anlamlı bir şekilde tespit edilmez, kurulmaz ve toplumsal dengenin özüne uyarlık göstermez ise, bir yandan yanlış bir yola girilebilineceği gibi, diğer yandan, “yabancılaşma” şeklinde nitelendirilecek bir gelişmenin önü açılabilecektir.

Somutlaştırmak için tarihten örnekler verilebilir. Roma İmparatorluğu’nun uzun süren yıkılış sürecinde, sadece Avrupa’da değil, Anadolu ve bugün Ortadoğu denildiğinde ilk akla gelen bölgede, yani Suriye, Filistin, Mezopotamya’da toplumsal dengenin yeniden kurulması için çeşitli girişimler, çabalar, çatışmalar, ihanetler, pusular, dolaplar çevrilmiş, savaşlar yapılmıştır. Bu süreçte, Avrupa kendi içinde toplumsal denge kurabilmek adına, “Haçlı Seferleri” olarak adlandırılan hareketlere yönelmiş ve birkaç yüzyıl buna bel bağlamıştır. “Kudüs”, kurulması amaçlanan yeni toplumsal dengenin simgesi seçilmiştir. Bunun bölgesel örnekleri olarak “Kudüs Krallığı”, “Antakya”, “Urfa” gibi yerlerde “kontluklar” oluşturulma yoluna bile gidilmişti. Keza Bizans İmparatorluğu’nun bir süre Avrupalılar tarafından işgal edilmesini de bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Bütün bu gelişmelerin merkezinde Roma Papalığı belirleyici bir güç olarak konumlanmaya çalışmıştır, ama bu ayrı ve daha karmaşık sorunların ortaya çıkmasının da kaynağı olmaktan kurtulamayacaktır. Ta ki, Hümanizma ve Rönesans olarak tanımlanan birbirine bağlı iki önemli atılım sonucu, birey olarak insan ve bir olgu olarak toplum üzerinde ileri sürülen görüşler, kuramlar ve tartışmaların sağladığı verilere dayalı girişimler, yani yeni kavramlar, kurumlar, mücadeleler, hatta savaşlar, devrimler sonucunda, izafi de olsa belli bir toplumsal dengeye ulaşılacaktır. Elbette bu süreç, aynı zamanda Avrupa’nın acılar dolu ve kanlı bir tarihi süreç yaşadığının da göstergesidir.

Müslüman toplum ve toplumlarda, toplumsal dengenin kurulması, sürdürülmesi, yeni ihtiyaçlar, şartlar ve değişen durumlara göre yeni bir tavır alınması, kendine özgü bir yol izlemiştir, ama yöntem olarak benzer bir bağlamda ele alınıp irdelenmesinde sakınca olmamalıdır.

Genel bir gözleme dayalı olarak, şöyle bir çıkarımda bulunulabilir görünmektedir. Burada özel isimlendirme yapılmadan Muaviye’nin Şam Valiliği sırasında ortaya çıkan olaylardan yaralanarak kurulan Emevi “saltanatı”, adeta Müslüman toplumların kendilerine özgü toplumsal dengeler oluşturma imkân ve şartlarını, kimi zaman destekler görünmesine rağmen, çoğunlukla ortadan kaldırıcı ve engelleyici bir güç olmuştur. Dikkatli ve çözümleyici bir irdelemeyle bunun acı ve yıkıcı sonuçlarını, İspanya’daki gelişmelerde gözlemlemek olasıdır. Kuruluş aşamasında ve sonrası belli bir tarihe kadar Abbasi yönetimi, Emevi etkisinden masun kalabilmişse de, kaçınılmaz bir şekilde benzer anlayışa ve uygulamaya teslim olmuş ve kendi toplumsal dengesini yitireceği bir süreci yaşamıştır, doğal olarak ortadan kalkmıştır. Orta Asya ya da Türkistan veya Horasan, Maverayiün şeklinde nitelenen Müslüman Türk bölgesinde dikkate değer bir toplumsal denge kurulmuş ve bir süre yaşatılmıştır ve yeni bir bölge olarak Anadolu’ya aktarılmak suretiyle, farklı bir yol izlenmiştir. Bunun somut örneğini Selçuklu ve beylikler dönemlerinin toplumsal örgütlenmesinde gerçekleşen toplumsal dengede açıkça görmek mümkündür. Özellikle belli bölgelerde bir süre hâkim olan beyliklerin, sonraki yıllara aktarılan kurallarında, kurumlarında, eserlerinde ve kültürel verimlerinde tespit edilebilmektedir. Denebilir ki, Anadolu beylikler ve Selçuklular dönemlerinde gerçekleşen eserlere, yakın bir tarihe kadar bir daha erişememiştir. Bugün kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere yolunuz düştüğünde metruk bir han, suyu kurumuş bir çeşmeye rastladığınızda, biliniz ki bu dönemlerin izi vardır.

Bugüne, bir de bu açıdan bakmak gerekmiyor mu?

QOSHE - Toplumsal Denge İçin-III - İsmail Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Toplumsal Denge İçin-III

10 0
06.12.2023

Toplumsal dengenin varlığı ve gerekliliği, öncelikli ve mutlaka, toplumun, özünün, amacının ve işlevinin gerçekleşmesini ifade ettiği için, ilk olarak bakılması şart olan göstergedir. İkinci olarak, toplumun zaman içinde ortaya çıkan yeni olgulara, olaylara ve durumlara karşı olumlu ve uygun tavır alabilmesi dikkatini sağlama imkân ve gücünü verdiği söylenebilir. Ortaya çıkan yeni olguları, olayları ve durumları fark edebilmek, değişen ihtiyaç ve zaruretleri doğru tespit edebilmek, toplumsal dengenin varlığı ve işleyişiyle doğrudan ilişkilidir. İşte bu ilişki doğru ve anlamlı bir şekilde tespit edilmez, kurulmaz ve toplumsal dengenin özüne uyarlık göstermez ise, bir yandan yanlış bir yola girilebilineceği gibi, diğer yandan, “yabancılaşma” şeklinde nitelendirilecek bir gelişmenin önü açılabilecektir.

Somutlaştırmak için tarihten örnekler verilebilir. Roma İmparatorluğu’nun uzun süren yıkılış sürecinde, sadece Avrupa’da değil, Anadolu ve bugün Ortadoğu denildiğinde ilk akla gelen bölgede, yani Suriye, Filistin, Mezopotamya’da toplumsal dengenin yeniden kurulması için çeşitli girişimler, çabalar, çatışmalar, ihanetler, pusular, dolaplar çevrilmiş, savaşlar yapılmıştır. Bu süreçte, Avrupa kendi içinde toplumsal denge kurabilmek adına, “Haçlı Seferleri” olarak adlandırılan hareketlere yönelmiş ve birkaç yüzyıl buna bel bağlamıştır. “Kudüs”, kurulması amaçlanan yeni toplumsal dengenin simgesi seçilmiştir.........

© Milli Gazete


Get it on Google Play