Zamanın durduğu insanlığımızın, izzetimizin testten geçtiği bu dar zamanlarda her gün yeniden yeniden şanlı bir var oluşu soysuz bir uyuşukluğa tercih eden şehitlere bakıp yüzümüzü yerden kaldırtmayan bizi sanki çivi ile bu dünyaya çakmışlar gibi umarsız yaşayışımız. Varlıkları ile bütün dünyanın maskelerini bir bir düşüren, büyük bir zulüm altında var olmak ne demek onu izzetli bir şekilde ortaya koyan Gazzeli Müslümanlar. Artık onları rakam olarak gören bizler bilmeliyiz ki; onlar, her biri bu dünyadaki kiri artlarında bırakıp bu dünyadan çekilen güzel insanlar. Onların şehadetleri, soysuzların katliamları ve bizim suskunluğumuz asla unutulmayacaktır. Herkes yaptıkları ve yapmadıkları ile hesaba çekilecektir. Çok şükür hesap var muhasip var. Algı yok, PR (piar) yok. Sadece ve sadece mizan var. Akışa karşı duranlar ile akışa doğru kürek çekenlerin yüzleşmesi var.

Pazartesi

Japonların usta yönetmeni Akira Kurosawa; “İnsanlar nefisleri söz konusu olduğunda dürüstlükten yana gönülsüzdürler. Kendileri hakkında yalanlara başvurmadan, allayıp pullamadan konuşmayı beceremezler. Ben-perestlik, dünyaya geldiği anda, insanoğluna musallat olan bir günahtır. Kefareti ödenmesi en güç olan günah” diyor. Hayatın akışı içerisinde insan en çok kendi kendini yanıltırken bulur kendini. Bir nevi insan için en büyük kaçış yolu budur. Bu durumu Stefan Zweig çok güzel özetlemiş; “İnsan yalana karşı ne denli kararlı bir biçimde kapıyı kapatırsa kapatsın yine de yalan bir yılan gibi kıvrılır ve çatlaklardan içeriye sızar. Yılanların kayaların ve taşların altına yuvalandığı gibi, en tehlikeli yalanlar da o büyük heybetli ve güya kahramanca itirafların gölgesine sığınmayı tercih eder.”

Ekranları, sokakları hatta evlerin balkonlarını kaplayan bir yığın afiş, slogan ve resimler, her gün gözümüze gözümüze doğru sokuldukça ister istemez düşünmeden edemiyor insan. Yahu biz ne yaşıyoruz? Ne ile muhatap oluyoruz! Her şeyin flulaştırıldığı bir zeminde biz ne seçeceğiz, nasıl seçeceğiz? Kim ne istiyor, kim ne vadediyor? Bizi gerçekten anlayan, dinleyen ve bize bu sıkışmışlıktan çıkaracak düşünce nedir, kimdir bu işi yapacak kimse? Bize dayatılan bütün bu çıkmazlara eyvallah mı diyeceğiz? Bu bıkmışlığı, bu yorgunluğu nasıl atacağız, nasıl ışıl ışıl umut dolu bir güne merhaba diyeceğiz? Bütün bu soruların etrafında dönerken Mahmut Toptaş hocanın, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin ayetini hatırdan hiç çıkarmayalım. İmanımıza sahip çıkalım” hatırlatması iyi geldi.

Bir taraftan bu teslimiyetçi, pesimist yaklaşım ve adeta ne olursa olsun halet-i ruhiyesi ile günden güne ivme kaybeden ve giderek Müslüman’ca tavırdan soyutlanıp katı ideolojik muhafazakârlığa, sağcı bağnaz bir ideolojiye saplanan dindar toplumun bitmişliği diğer taraftan hakikatin görünmemesi için elinden gelen perdelemeyi yapan sözde hakikat taşeronları… İşte tam bu nokta da her gün ama her gün bir ayna gibi işlev görecek “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” ayetini hatırdan hiç çıkarmayalım. Allah bize yeter. Gerisi hikâye.

Salı

Pythagoras der ki: Zengin olmak arzusunu attığın zaman, zengin olmuş olursun. Çoğu kimse zanneder ki fakir; hiçbir şeye malik olmayan, zengin ise, pek çok şeye sahip bulunandır. Bu zenginlik ve fakirlik arızidir. Tabii halde fakir; arzuları çok olandır. Tabii olarak zengin de; hiç kimseye muhtaç olmayan, yani; arzusuna sahip olup nefsini zapt edendir. Zira arzusuna sahip olabiliyorsan, işte bu, en büyük zenginliktir. Çünkü şehvetine sahip olan, bütünü ile âleme müstağni kalandır.

Dünya dönmeye başladığı günden beri bu böyledir. İnsan çoğu zaman yanılgılarının esiri olarak yaşayarak ömrünü heba etmektedir. Bundan ne dün ne bugün ne de yarın pişman olup vazgeçmemiştir, vazgeçecek gibi de görünmüyor. Arızi şeyleri hep ana amaç olarak benimseme düşüncesi, insanın hep yanılmasına, aldanmasına sebep olmuştur. İnsan ne vakit ki heveslerini, hırslarını ideal olarak önüne koymuşsa yanılgılarından büyük bir keşkeler kulesi inşa etmiştir. Pişman olabilenler hep şanslı kimseler olmuştur çünkü dönebilmek için bir yol bulabilmişlerdir ancak pişman olmak şöyle dursun daha da hırsa kapılanlar hem kendilerini hem de beraberlerindekilerini büyük bir helake sürüklemişlerdir.

Tarih, bu tarz savrulmaların bir dolu anlatısı ile doludur. Ancak ibret nazarı ile bile yaklaşmak şöyle dursun hatta bazı kimseler bu anlatıları anlata anlata savrulup gitmişlerdir. Bu kadar acı, bu kadar dramatik bir şeyi Allah kimsenin başına vermesin. Ölçülü olmak, ölçülü yaşamak ve hepsinden önemlisi bir insan ne istiyorsa onun hayırlı olanını istemelidir. Aksi takdirde istediğinin kulu kölesi olup kendini heba etmesi içten bile değildir. İnsan için huzur her şeydir. İnsan için ölçülü olmak yaşamanın temel unsurudur. Hayat fazlalıkları attığında yaşamanın en kolay yolunu bulmaktır. Yaşamak!

Çarşamba

“Benim kariyerim annemi sevmektir” diyor, Mustafa Çiftçi. Ne güzel, en yalın haliyle de kendini ifade ediyor. Bir şehrin, bir hayatın nasıl güzel hissedilerek yaşanacağının bir güzel örneğini ortaya koyuyor. Katıksız, hiçbir eklemeye, boyaya, cilaya ihtiyaç duymadan yaşamanın canlı hali. Olduğu yeri cennet bilenlerin, durmayı dururken de yaşamayı becermeyi gösteriyor. Güzel bir hayat… ‘Nereden çıktı bu?’ diye aklınızdan geçmiştir. Elimde tuttuğum kitabın son sayfasını çevirip kapattıktan sonra, yolun sağında solunda göğe doğru yükselmekte birbirleriyle yarışan binaların arasından geçen dolmuşun penceresinden dışarı bakıp, içimde biriken yorgunluğu dinlemeye çalıştığım, kendi kendimi muhasebeye çektiğim bir zaman diliminde yanımda oturan yaşlı teyzenin şoföre nerelisin diye aniden sorması üzerine, şoför kadar önde oturan bizleri de şaşırtan bu soru ve ardından gelen muhabbette şahit olmamamızdan dolayı çıktı. Birbirlerinin köylerini biliyor, köylülerinden konuşuyorlar, ortak tanıdıklar vb. Kadın indikten sonra şoför, “Başka bir şehirde ya da hatta böyle bir muhabbet olmazdı galiba” dedi. Belki bir yerde haklıydı. Kadın yazdan yaza köye gittiğini pek kimseyi tanımadığını söylemişti. Yaşlıların yalnızlığı mı yoksa herkesin dalından kopmuş yaprak gibi savrulması mı? Bilemedim. Sabahın erken saatinde yollara düşen insanların hikâyelerini, gerekçelerini düşündüm. İçimde bir daralma meydana geldi, vazgeçtim. Kendimi tekrar yola vererek düşüncelerimden soyutlanmaya çalıştım. Beceremedim. Nasıl da nefes nefese kalmış bir şehir, adeta ciğerleri sökülecek. Afişler dikkatimi çekiyor, görmezden gelmeye çalışıyorum. Arada bir, radyodan yükselen müzik seslerine tutunup, uzaklaşıyorum. Hoşça bakın zatınıza.

QOSHE - Akışa karşı - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Akışa karşı

7 0
10.03.2024

Zamanın durduğu insanlığımızın, izzetimizin testten geçtiği bu dar zamanlarda her gün yeniden yeniden şanlı bir var oluşu soysuz bir uyuşukluğa tercih eden şehitlere bakıp yüzümüzü yerden kaldırtmayan bizi sanki çivi ile bu dünyaya çakmışlar gibi umarsız yaşayışımız. Varlıkları ile bütün dünyanın maskelerini bir bir düşüren, büyük bir zulüm altında var olmak ne demek onu izzetli bir şekilde ortaya koyan Gazzeli Müslümanlar. Artık onları rakam olarak gören bizler bilmeliyiz ki; onlar, her biri bu dünyadaki kiri artlarında bırakıp bu dünyadan çekilen güzel insanlar. Onların şehadetleri, soysuzların katliamları ve bizim suskunluğumuz asla unutulmayacaktır. Herkes yaptıkları ve yapmadıkları ile hesaba çekilecektir. Çok şükür hesap var muhasip var. Algı yok, PR (piar) yok. Sadece ve sadece mizan var. Akışa karşı duranlar ile akışa doğru kürek çekenlerin yüzleşmesi var.

Pazartesi

Japonların usta yönetmeni Akira Kurosawa; “İnsanlar nefisleri söz konusu olduğunda dürüstlükten yana gönülsüzdürler. Kendileri hakkında yalanlara başvurmadan, allayıp pullamadan konuşmayı beceremezler. Ben-perestlik, dünyaya geldiği anda, insanoğluna musallat olan bir günahtır. Kefareti ödenmesi en güç olan günah” diyor. Hayatın akışı içerisinde insan en çok kendi kendini yanıltırken bulur kendini. Bir nevi insan için en büyük kaçış yolu budur. Bu durumu Stefan Zweig çok güzel özetlemiş; “İnsan yalana karşı ne denli kararlı bir biçimde kapıyı kapatırsa kapatsın yine de yalan bir yılan gibi kıvrılır ve çatlaklardan içeriye sızar. Yılanların kayaların ve taşların altına yuvalandığı gibi, en tehlikeli yalanlar da o büyük heybetli ve güya kahramanca itirafların gölgesine sığınmayı tercih eder.”

Ekranları, sokakları hatta evlerin balkonlarını kaplayan bir yığın afiş, slogan ve resimler, her gün gözümüze gözümüze doğru sokuldukça ister istemez düşünmeden edemiyor insan. Yahu biz ne yaşıyoruz? Ne ile muhatap oluyoruz! Her şeyin flulaştırıldığı bir zeminde biz ne seçeceğiz, nasıl seçeceğiz? Kim ne istiyor, kim ne vadediyor? Bizi gerçekten anlayan, dinleyen ve bize bu sıkışmışlıktan çıkaracak düşünce nedir, kimdir bu işi yapacak kimse? Bize dayatılan bütün bu........

© Milli Gazete


Get it on Google Play