Bu nasıl bir sonbahar? Ne acısı bitiyor ne de elemi! Kaç sonbahar böyle ağır, böyle kanlı bir acı yüklemiştir insanın omuzlarına. Bu mahcubiyetle insan nereye gidebilir? Bu utanç nasıl gider? Her şey kifayetsiz artık insan öldü, insanlık denilen şey de yokmuş zaten. Bütün belgeler yalan, bütün kurumlar kâğıttanmış. Sanki her şey…

Cuma

“Ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

'Bir Filistin vardı,

bir Filistin gene var!” (Mahmud Derviş)

Hanzala da gitti. Sessizce çekildi aramızdan. Sanki bombalar altında cennete yükselen her çocukla beraber o da gitti. Saflığı, tazeliği, merhameti, şefkati, izzeti, cesareti kısaca her şeyi alıp gitti. Baksana Batı’nın uluları 4 saatlik ara vermeyi lütfetmişler, ne büyük âlicenaplık sergilemişler. Ekranlarında her haber bülteninde olan biteni masum göstermek için o boyalı baykuş muhabirleri, medya maymunları “proportional/proportionately/propotional response from… Yani orantılı olarak / uygun/ orantılı cevap” bu kelimelerle açıklıyorlar yaşatılan zulmü. Su yok, ekmek yok, güvenli hiçbir yer yok ve insansızlaştırılan bir yer var adı Gazze… O bitmek tükenmek bilmeyen iki yüzlülükleri ile dünyaya sadece zulüm, gözyaşı ve acı ekiyorlar. Ekranlardan seyretmeye bile tahammül edemediğimiz bu zulmü artık kanıksıyor muyuz ne? Bize söylenen kadar her şey. Gazı kaçmış toplumların artık gazını almaya bile gerek duymuyor yöneticiler. Zalimler zulümlerinde o kadar rahatlar ki hiçbir şey olmayacağı konusunda sanki bütün dünya ile bir garanti anlaşması yapmışlar gibi hareket ediyorlar. Dibi delik dünyanın dibi delik insanlarının zamanı… Biraz da burası acı… Bu sızı hiç bitmeyecek gibi. Ama yine de bütün olup bitene baktığımda Gazze’de umudu kaybetmeyen insanları şu satırlardaki tanımlama ile tanımlıyorum. Öyle hissediyorum. “Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi” tıpkı Gazzelileri tarif etmiş bu satırlarda Hesse.

Cumartesi

Bizim ülkemizin tatlı su insanları hiç eksilmiyor. Nerede olursa olsun kime yakın olurlarsa olsunlar bu tarz insanlar hep varlar ve var olmaya devam edecekler gibi. Bütün bu tiplerin ortak özelliği; tek boyutlu düşünce kalıplarını aşarak eleştirel düşünceye, gerçek manada hakikati anlamaya yatkın olmayışları geliyor. Ne kadar kendilerini ‘özgür, bağımsız vb.’ ile tarif etseler de birtakım eylemlerine baktığınızda bunun maalesef gerçeği yansıtmadığını görebiliyorsunuz. Özellikle bizim ülkemizin medya müntesipleri, şimdinin sosyal mecralara taşınmış birtakım müntesipleri hep aynı konularda sınıfta kalıyorlar. Gazze’deki vahşeti, katliamı, soykırımı ama diyerek anlatmaya başlıyorlar ve işte bu ama denilen anda insanlıktan soyutlanmış tuhaf bir mahluk görmüş oluyorsunuz.

Haksızlığa, hukuksuzluğa, hadsizliğe karşı mücadele etmek şöyle dursun amadan sonraki cümleleri onlara bir hakkettiler payı düşürüyor. Ne yazık! Oysa bütün göstergeler herkese hakikate yönelmeleri gerektiğini söylüyor. Bu da zor. Türkiye’nin az gelişmiş, Batı sempatizanı ekran kuklaları doğuya da Müslümanlar söz konusu olduğunda hemen dillerinin altında yatan baltaları çıkartıp işe koyuluyorlar. Oysa neden şikâyet ediyorlarsa (iktidar uygulamaları ve onun taraftarlarının yaptıkları) şikâyet ettikleri her şeyi derinlerinde taşıyorlar. Sadece açığa çıkartacak güç ve imkânları yok. Hele böylesi insan kıyımının yapıldığı şu 34-35 günde, insanlığın arandığı bu kesafet anında böyle bir havaya bürünmek zalim sevicilikten başka bir şey olamaz. Öyle ki Müslümanlara, İslam’a düşmanlıklarını gölgelemek ya da ne adına yapıyorlarsa yapsınlar bu içlerindeki nefreti atamıyorlar. Ne bitmez kavga imiş. Güya iktidarın aslında hiçbir zaman taşımadığı İslamcı zihniyetini; muhafazakârlıklarını, sağcılıklarını ihmal ederek ve bütün cümleleri genelleyerek, İslam’a ve Müslümanlara nefretlerini kusuyorlar. Güya eşitlikçi, özgürlükçüler onun için 4 saatlik insani araya sıkışmış hayatı anlamaktan mahrumlar ve arzuladıkları, hayran oldukları zulme de ortaklar.

Pazar

EY TÜRKELİ

Ey Türkeli, ben uzaktan gelen yorgunum.

Dinle beni, ben de senin bir öz oğlunum.

Geceleyin çölde yalnız kalan yolcu bir

Solgun ışık farkedince nasıl sevinir,

Nasıl bütün ümidini bağlarsa ona,

Ben de öyle yadelinden baktım vatana.

Sen uzaktın benden, fakat kalbim senindi.

Ey Türkeli, hasretin tâ ruhuma sindi.

(Enis Behiç Koryürek/Yıldız Mecmuası, Sene:1, No: 6, S. 9)

Her şeyin bu kadar ucuzladığı, kavramların değersizleştiği ve içlerinin boşaltıldığı başka bir zaman var mıdır acaba? Çok merak ediyorum. Yukarıdaki şiir artan güya sözde milliyetçilik veya muhafazakâr sağ zihniyetle alakalı değil, bunu belirtmekte fayda mülahaza ediyorum. Ancak bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen ortak bir kadere tutunmuş insanların hiçbir ortak paydada buluşamamalarını da yadırgıyorum. Belki bunda geçmiş algısının bir türlü düzeltilememiş olduğu gibi gelecek tahayyülünün de kısır ve kusurlu oluşundan kaynaklanıyor. Ne milli bir çehreye bürünebiliyor ne de başka bir şeye, her şey yârim yamalak bile değil. Çala kalem bir hayatı saçma sapan geçmiş kavgaları ve birbirinden sorunlu gelecek tasavvurları ile bir bütün olamayan bir ülke var elimizde. Acıda, kederde, sevinçte, sorumlulukta vb. hiçbir şeyde bir arada duramayan bir yapı olabilir mi? Bir diğerini öncelemeyen her ferdini aynı emniyet ve güven duygusu içinde tutamayan bir anlayış olabilir mi?

Aradığımız şeyler çoğu zaman tam gözümüzün önünde değil midir? Bir biçimde beraber yaşamanın bir yolunu bulamadıktan sonra çabalamanın gayretkeş olmanın kimseye bir faydası olmayacaktır. Bu kadar zıvanadan çıktıktan sonra her şey; istediğin kadar haddinden fazla çaba göster neye yarar ki? Bütün cevapları ister geçmiş uzaklarda arayarak veya belirsiz hayal ürünü bile olmayan bir algı kopuğu içinde arayarak oyalanmak hedeflediğimiz gerçek şeyleri ıskalamamıza, sollayıp geçmemize, ya da geçmiş bir belirsizliğe saplanıp kalmamıza sebep olabiliyor. Gereksiz yorgunluklar kalıyor geride. Büyük atılım ve projelerin peşindeyken burnumuzun ucunu görmeyebiliyoruz.

Ortak bir gelecek hayali ve arzusu için adım atmaktan imtina etmek kimseye bir fayda sağlamıyor. Aslında bu en çok bir yurt sahibi olmamızı istemeyenleri iştahlandırıyor onun için sürekli farklılıklar kaşınıyor, aralara aşılması güç barikatlar ve mesafeler konuluyor. Oysa, farklı deneyimleri eşdeğer gören, hiçbir peşin hüküm taşımaksızın tümünü can kulağıyla dinleyen ve ortaklaştıran, ilmek ilmek bir kilim gibi birbirini bütünleyen bir anlayış ile yeni bir ruh ikliminin yaratılması bizi daha güzel yapmaz mı? Hayal gücünü, gençlik enerjisini, ortak hayaller kurmayı, yaratıcı arayışları desteklemeyi ve kendi olarak ayakta dimdik durabilmeyi hedeflemek daha izzetli bir hayatı mümkün kılmaz mı? Bunun yerine birbirini değersiz kılmak, ötekini bir kaşık suda boğmak bizi küçültmekten, zayıflatmaktan başka bir şeye yaramıyor ve bir varlık sorunun pençesine bırakıyor. Kendi fikirlerimize, tezlerimize, sloganlarımıza, ön kabullerimize tapmak bizi sadece kısırlaştırıyor onun için ortak bir kendilik bilinci oluşturmak zorunluluğu hepimizin önünde bir zorunlu yol olarak duruyor ya da teslim olup vazgeçmek. Hamaset kimseye yaramıyor. Hoşça bakın zatınıza…

QOSHE - Ekim - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ekim

20 0
12.11.2023

Bu nasıl bir sonbahar? Ne acısı bitiyor ne de elemi! Kaç sonbahar böyle ağır, böyle kanlı bir acı yüklemiştir insanın omuzlarına. Bu mahcubiyetle insan nereye gidebilir? Bu utanç nasıl gider? Her şey kifayetsiz artık insan öldü, insanlık denilen şey de yokmuş zaten. Bütün belgeler yalan, bütün kurumlar kâğıttanmış. Sanki her şey…

Cuma

“Ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

'Bir Filistin vardı,

bir Filistin gene var!” (Mahmud Derviş)

Hanzala da gitti. Sessizce çekildi aramızdan. Sanki bombalar altında cennete yükselen her çocukla beraber o da gitti. Saflığı, tazeliği, merhameti, şefkati, izzeti, cesareti kısaca her şeyi alıp gitti. Baksana Batı’nın uluları 4 saatlik ara vermeyi lütfetmişler, ne büyük âlicenaplık sergilemişler. Ekranlarında her haber bülteninde olan biteni masum göstermek için o boyalı baykuş muhabirleri, medya maymunları “proportional/proportionately/propotional response from… Yani orantılı olarak / uygun/ orantılı cevap” bu kelimelerle açıklıyorlar yaşatılan zulmü. Su yok, ekmek yok, güvenli hiçbir yer yok ve insansızlaştırılan bir yer var adı Gazze… O bitmek tükenmek bilmeyen iki yüzlülükleri ile dünyaya sadece zulüm, gözyaşı ve acı ekiyorlar. Ekranlardan seyretmeye bile tahammül edemediğimiz bu zulmü artık kanıksıyor muyuz ne? Bize söylenen kadar her şey. Gazı kaçmış toplumların artık gazını almaya bile gerek duymuyor yöneticiler. Zalimler zulümlerinde o kadar rahatlar ki hiçbir şey olmayacağı konusunda sanki bütün dünya ile bir garanti anlaşması yapmışlar gibi hareket ediyorlar. Dibi delik dünyanın dibi delik insanlarının zamanı… Biraz da burası acı… Bu sızı hiç bitmeyecek gibi. Ama yine de bütün olup bitene baktığımda Gazze’de umudu kaybetmeyen insanları şu satırlardaki tanımlama ile tanımlıyorum. Öyle hissediyorum. “Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi” tıpkı Gazzelileri tarif etmiş bu satırlarda Hesse.

Cumartesi

Bizim ülkemizin tatlı su insanları hiç eksilmiyor. Nerede olursa olsun kime yakın olurlarsa olsunlar bu tarz insanlar hep varlar ve var olmaya devam edecekler gibi. Bütün bu tiplerin ortak özelliği; tek boyutlu düşünce kalıplarını aşarak eleştirel düşünceye, gerçek manada hakikati anlamaya yatkın........

© Milli Gazete


Get it on Google Play