“Lambayı yakma, bırak, / Sarı bir insan başı
Düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor/Karanlıklara.
Kar yağıyor/ Ve ben hatırlıyorum.
Kar…
Üflenen bir mum gibi söndü
Koskocaman ışıklar. / Ve şehir
Kör bir insan gibi kaldı / Altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak! / Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
Dilsiz olduklarını anlıyorum. / Kar yağıyor
Ve ben hatırlıyorum." (Nâzım HİKMET)

Salı

Aşağıdaki satırların altını çiziyorum. Birkaç kez tekrar tekrar okuyorum. Sayfanın arasına bir ayraç koyup kitabi kenara bırakıyorum. Ne güzel ne berrak bir ifade diyorum. Birçok konuyu netleştirecek bir ayrım. Üzerinde derin okumalar yapılacak bir bölüm. Biraz demlensin diye kitabı bir kenara bırakıp, bu satırları sindirmeye çalışıyorum. “İslam’da ahlâk dinden ayrılamaz ve tamamen onun üzerine bina edilir. İslam zihin veya akıl, hiçbir şekilde “dini-seküler”, “kutsal-profan”, “kilise-devlet” gibi birbirine zıt kavram çiftlerini tanımaz. İslam’ın din dili Arapçanın kelime haznesinde bunların karşılığı olan hiçbir kelime bulunmaz. Bu nedenle, nasıl insan hayatının birinci ilkesi bireyin tekliği ise ve nasıl gerçekliğin birinci ilkesi Allah’ın tekliği ise, İslami bilginin birinci ilkesi de hakikatin tekliğidir. Bu üç birlik, birbirinin tezahürüdür ve asla birbirinden ayrılamazlar. Böyle bir birlik, mutlak ve nihai ilkedir.” (İsmail Raci Faruki, Tevhit Düşünce ve Hayata Yansımaları, Mahya Yayınları syf. 91)

Çarşamba

Anlayışı kıt insanların zamanına kalmak. Bu da bu zamanın insanının talihsizliği… Bugün yaşadığımız hayat, birçok açıdan insansızlığın, insan kalitesinin düşmesine şahit oluyoruz. Asgari nezaketi bile kendine yakıştıramadığı için karşısındakilere de sunamayan insanlar, bir de toplumun önünde bir yerlerde işgalcilik yapabiliyorlar. Kendilerinden menkul bir ağırlık satarlar ama aslına baktığın zaman küçük rollere sıkıştırılmış hazımsız tiplerdir. Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor. Maalesef böylesi bir zeminde insan, yolunu düzleştirecek imkânlardan da mahrum kalıyor. Böylesi bir mahrumiyet toplumun birçok kesiminde kuraklığa, umutsuzluğa neden oluyor. Kötüyü sevme kötüden yana olma gibi birçok şey ahlâk halini alıyor. Kamusal ahlâkın artık aranmadığı, arandığında bulunamayan günlerdeyiz.
Her seçim sürecinde olduğu gibi yine aynı seviyesizlik, aynı kutuplaşmalar perdeye konuyor. Kim neden şikâyet ediyorsa gün değişince şikâyetçi olduğu şeyin esiri oluyor. Bunu tuhaf bulmamız gerekiyor ama bulmuyoruz. Saygı, nezaket ve hoşgörü insanın kendinden başlayarak etrafına yansıtması gereken bir şey, bunu bulmak ve yaygınlaştırmak gerekiyor. Bunun için kendini toplumun önünde konumlandıranların sorumlu davranması gerekiyor. Sorumluluk!

Perşembe

İstanbul’dayım, sahaflarda kitapları karıştırmak çok hoşuma giden bir şey olduğu için kendimi hemen sahaflara atıyorum. Sahafları daha da anlamlı kılan şeylerden başlıcası muhabbet ve o yaşanmışlığı, aramayı ve bulmayı içinde barındırması olabilir. Ismarlanan çay eşliğinde açılan kapıların nerelere çıkacağını bilmediğin engin bir muhabbet ortamı sağlıyor. Sahaflar dertli, dertleri çok; kiralar, ekonomik gidişat vb. Sahaflar işin biraz dışarıdan göründüğünden farklı olduğunu ifade ediyorlar. Herkes sahaflara hevesleniyor ama sahaflar; “Sahaflığın giderek sınav kitabı satan dükkânlara dönüştüğünü” söylüyorlar. Meraklı birkaç kitap kurdu, akademisyen araştırmacı ve yeni yetme okurlar hepsi bu.
Ali abinin yanından ayrılıyoruz. Birkaç kartpostal alıyorum. Birkaç sahafa da girip çıkıyorum. Poşetlerde aradığım kitaplardan daha çok tesadüfen bulduklarım var. Sahafın birisi, dükkânın camına kocaman, “Burası sahaf, sınav kitabı satmıyoruz. Lütfen sınav kitabı için içeri girmeyin. Biz kitap kurtlarını bekliyoruz” diye bir yazı yapıştırmış. Tam benim kalemim dedim. Çatlak! Dedim. Hemen içeri dalıyorum. Karı-koca birlikte işletiyorlar. Orta yaşın üstü tatlı bir yaşlanmışlıkları var. Ağırlıklı olarak sanat kitapları, yazma eserler, albümler var. Biraz muhabbet ediyoruz. Aradığım birkaç albümü alıyorum. Birkaç önemli kitabı da ayıklıyorum. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Kasada param yetişmiyor. Sonra bırak diyor. Olmaz diyorum. Siz bunları bir kenarda tutun, ben tekrar uğrarım diyorum. Tanışıklığımıza memnun bir şekilde ayrılıyoruz.

Cuma

Takıntıları, biz istemediğimiz halde zihnimize üşüşen ve uzaklaştırmaya çalıştığımızda da bir türlü gitmek bilmeyen yineleyici düşünce, imge ve dürtüler olarak tarif ediyor psikologlar. Takıntıları eğitimden, ekonomik durumdan bağımsız olarak herkeste rastlanabildiğini de ifade ediyorlar. Bugün toplumsal olarak takıntılara sahibiz. Herkesin içerisinde kendisinin dışında herkese öfke duyan, bastırılmış duygularının içeride öfke patlamalarına neden olduğu bir haleti ruhiye toplumun her kademesinde gördüğümüz bir zamandayız. Herkesin kaygıları var. Kaygıların egemen olduğu ve her geçen gün kaygısı duyulan kalemlerde artış var. Toplumsal olarak ruh halimiz bozuk. Ve çok fazla takıntımız var ve tuhaf bir şekilde takıntılarımızı kutsuyoruz. Galiba açık bir tımarhaneye dönüşüyor yaşadığımız her yer. Buradan bir an önce çıkmak lazım bu çıkış toplumsal olarak hepimize iyi gelecek. Hoşça bakın zatınıza…

QOSHE - Günlerin Esintisi - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Günlerin Esintisi

7 0
21.01.2024

“Lambayı yakma, bırak, / Sarı bir insan başı
Düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor/Karanlıklara.
Kar yağıyor/ Ve ben hatırlıyorum.
Kar…
Üflenen bir mum gibi söndü
Koskocaman ışıklar. / Ve şehir
Kör bir insan gibi kaldı / Altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak! / Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
Dilsiz olduklarını anlıyorum. / Kar yağıyor
Ve ben hatırlıyorum." (Nâzım HİKMET)

Salı

Aşağıdaki satırların altını çiziyorum. Birkaç kez tekrar tekrar okuyorum. Sayfanın arasına bir ayraç koyup kitabi kenara bırakıyorum. Ne güzel ne berrak bir ifade diyorum. Birçok konuyu netleştirecek bir ayrım. Üzerinde derin okumalar yapılacak bir bölüm. Biraz demlensin diye kitabı bir kenara bırakıp, bu satırları sindirmeye çalışıyorum. “İslam’da ahlâk dinden ayrılamaz ve tamamen onun üzerine bina edilir. İslam zihin veya akıl, hiçbir şekilde “dini-seküler”, “kutsal-profan”, “kilise-devlet” gibi birbirine zıt kavram çiftlerini tanımaz. İslam’ın din dili Arapçanın kelime haznesinde bunların karşılığı olan hiçbir kelime bulunmaz. Bu nedenle, nasıl insan hayatının birinci ilkesi bireyin tekliği ise ve nasıl gerçekliğin birinci ilkesi Allah’ın tekliği ise, İslami bilginin birinci ilkesi de hakikatin tekliğidir. Bu üç birlik, birbirinin tezahürüdür ve asla birbirinden ayrılamazlar. Böyle bir birlik, mutlak ve nihai ilkedir.” (İsmail Raci Faruki, Tevhit Düşünce ve Hayata Yansımaları, Mahya Yayınları syf. 91)

Çarşamba

Anlayışı kıt insanların zamanına kalmak. Bu da bu zamanın insanının talihsizliği… Bugün yaşadığımız hayat, birçok açıdan insansızlığın, insan kalitesinin düşmesine şahit oluyoruz. Asgari nezaketi bile kendine yakıştıramadığı için karşısındakilere de sunamayan........

© Milli Gazete


Get it on Google Play