“Her şey alışkanlıktan ibarettir” diyor, Dostoyevski. Galiba insanın zindanı da insanın özgürlüğü de bu paradoksun içinde gizli. Bir yanı ile insanı körelten, eksilten bir boyutu var diğer yanıyla insanı harekete geçiren, aktif hale getiren bir boyutu var. Bütün bu boyutlar bir kez daha iki uçta da olmadan bir vasatı yakalamayı salıveriyor. İki günü benzer bir alışkanlık insanın zindanı olurken, bir gününü diğerinden öteye geçiren vasat özgürleştirici bir durum vadediyor. Günler birbirini kovalarken ya günlerin mezesi olmak ya da günleri birbirinden daha anlamlı kılacak bir ivme kazanmak arasında geçiyor. Hatırlamak harekete geçmek için önemli bir işarettir. Günler geldikleri gibi geçmemelidir. Bir yaşanmışlık, ifa edilmişlik ile geçmelidir ki yaşam kendini gösterebilsin. Günler geçiyor ya ezip ya da doyura doyura…

PAZARTESİ

Bir pazartesi sabahı nasıl bir yük yüklerse insana, farkında olmadan öyle bir pazartesi sabahına uyanmışım. Uzun bir zamandan beri içinde bulunduğumuz belirsizlik halini gidermek için sabah erkenden bir adım atıp evden çıktım. Aslında belirsizlikleri bitirmek hem bir yanıyla ürkütücü hem diğer bir yanıyla rahatlatıcı ama haftanın başlangıcı bir günde böylesi bir işe kalkışmak epey zor bir işmiş, günün sonunda anladım. Onun için kamu bütün önemli kararları cuma günü alıyormuş ve her şey tatile girdikten sonra açıklıyormuş. İşin ekonomik boyutu bir yana diğer bir boyutu ise sosyal olarak tepkileri de soğutmak için araya mesafe sokmak anlamına geliyormuş. Böyle uzaktan bakınca bir pazartesi gününe ne kadar çok anlam yüklenebilir ki? Elbette herkesin hayatında önemli başlangıçlar, ayrılıklar, kayıplar sevinçler ve hüzünler yüklenmiş olabilir. Hem ay olarak hem de gün olarak benim de özel hatıralarım var. Buna bir yenisini daha eklemiş oldum. Bir hafta boyunca belirsizliği noktalamış olmanın verdiği realite ile yüzleşmek hiç kolay olmadı. En ilginç yanı ise belirsizliğin bitmesini bu kadar çok istememe rağmen bunun bitişine hiç hazır olmadığım gerçeğini hazmetmek oldu. Ya da buna gayret etmek oldu. İnsan en çok belirsizlik havuzunda kendini avutuyormuş. Bu hoş bir melankoli, hastalıklı bir kararsızlık ve acıtan bir umut da içinde barındırıyormuş, öğrenmiş olduk.

Zor da olsa bir adım atmanın vermiş olduğu ferahlık günler sonra kendini hissettiriyor. Elbette ki birçok konunun ağır bastığı bir yerde insan biraz sükûnet istiyor. Biraz da olsa etrafına baktığından hayat belirtisi arıyor ama yok. Fotoğraflar düşüyor önümüze “insan” ne ise “insanlık” ne ise ondan utanır hale geldik. Bu kadar zulmü izlemek rutin haline nasıl geldi? Bu kadar ağıt gök kubbenin altına nasıl sığabiliyor ve bu kadar kayıtsızlık nasıl mümkün olabiliyor? İnsan bütün pazartesileri sırtlanmaya razı hale geliyor yeter ki biraz zalimin ve destekçilerinin çarkı kırılsın. Kirli emelleri ayaklarına dolansın, kustukları kinde ve kanda boğulsun istiyor insan. Bütün işbirlikçilerin yükledikleri hamaset gündemler, yaklaşımlar onları boğsun. Evladım boynunu bükme, sadece çalımlı çalımlı yürü!

SALI

“O yâr gelir/ Yazı da yaban / Gül olur yâr yâr / Gül olur yâr yâr / Gül olur

Yüzün görsem/ Tutulur dilim/ Lâl olur yâr yâr / Lâl olur yâr yâr / Lâl olur

Aşka düşen / Divâne gezer / Del'olur yâr yâr / Del'olur yâr yâr / Del'olur

(…)

Mezarımı/ Derin de kazın/ Dar olsun yâr yâr/ Dar olsun yâr/ Dar olsun

Altı lâle/ Üstü de çimen/ Bağ olsun/ Bağ olsun yâr/ Bağ olsun

Ben ölürsem/ Sevdiceğim/ Sağ olsun/ Sağ olsun yâr/ Sağ olsun.”

Adaletin incittiği kadar hiçbir şey incitmez herhalde insanın değer dünyasını. Bu ülkeyi bu kadar güzel seven bir insanın o güvercin tedirginliği içerisinde hayat hakkının elinden alınmasının üzerinden şurada ne kadar zaman geçti ki daha suikastın ardındaki sis perdelerinin aralanmadığı, acının dinmediği bir yerde yine ne yazık ki tuhaf işlerin bir yenisi daha sergilenerek tetikçi serbest bırakılıyor. “Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” Bu ülkede güvercinlere dokunmayacak irfandan yoksun karanlık eller var. Yukarıdaki türküyü seven bir adamın iç dünyasına sahip olamamak da var bu ülkede. Değer, değer diye diye bütün değerlerden soyutlanmış kara kuru ruhsuz kimseler de var. Bize bu toprakların sesini, duygusunu hatırlatan ne varsa onları ortadan kaldıracak her şeyi yapan eller kime hizmet ediyorsa etmeye devam ediyor ama bu ülkeye hizmet etmedikleri açıktır. ‘Su çatlağını’ hep bulur. Bulacaktır da… Birçok insan için içinden nasıl çıkacağını bilemediği yarım hayatlar sunuyoruz. Hep eksik, yarım kalan bir şeyler var.

ÇARŞAMBA

Artık dünyanın gözlerinin içine baka baka rutin haline getirdiği, Filistinlileri yok etme her geçen gün onları topraklarından silme, gaddarca bir kıyıma tabi tutma işlemini bir kılıfın altına gizleme ihtiyacı bile hissetmiyorlar, hiçbir şeyden çekinmiyorlar ve kendilerini durduracak herhangi bir şey de görmüyorlar. Siyonist rejimin azılı temsilcileri ağızlarındaki salyaları yalaya yalaya bunu açıklamaktan geri durmuyorlar. Bunu yaparken de İsrail, askeri üstünlüğü ve uluslararası desteğine dayanarak Gazze’de yaşayan Filistin halkını topyekûn imha etme stratejisini sürdürmekte tereddüt etmiyor. Batılıların yeni keşfi ‘terör’ maskesinin arkasında sözde mazlumiyet oyununu oynayarak bu katliamlarını kabul edilebilir gösteriyor.

Bunu yaparken tuhaf bir şekilde ‘barış’ vb. ifadelerde bulunan kimi iyimser ya da İsrail’e normallik atfeden Müslüman dışında her şeyi sevici tiplerin ya da omurgasız muhafazakârların, liberallerin atladığı şey İsrail’in bir sınırının olmaması ve onların zihniyetlerine göre doğal alanlarına ulaşana kadar durmayacakları gerçeğidir. O emellerine ulaşana kadar hiçbir şekilde durmayacaklardır. Meseleyi sadece bugüne bakarak ele almak güncel yanılgıdan öte büyük bir gafletin işaretidir. Bugün İslam ülkelerini yönetenler bir araya gelip sadece bildiri yayınlayıp, iç politikalarına yönelik mesajlar verebiliyorlar, mitingler yapıp kınayabiliyorlar ama hiçbir şekilde gerçekçi bir adım atamıyorlar. Herkes biliyor ki hamasetle İsrail durdurulamayacağı gibi bu tür yaklaşımlar bir acziyet ifadesi olarak zalimin zulmünü keskinleştiriyor.

Her şeye rağmen inanmış bir grup insanın her gün yağan ölüme, yıkıma karşı bir duruş sergiledikleri gerçeğedir. Bütün utancımızı bir nebze de olsa alıp vakarın, izzetin nelere malik olduğunu bize göstermelerine ibretle bakıyoruz. Hamaset, eylemsizlik, işbirlikçilik ile ne İsrail’in zulmü durur ne de gerçeğe bir faydası olur. Aksine onun diplomatik, askeri, siyasi, stratejik ve dini yapısını değerlendirmeden de bir yol alınamaz. Her saldırı sonrası toplumsal gaz alma mekanizmaları haline getirilen mitingler, boykotlar ve ardından unutmalar toplumlarında sorumluluk sahibi olduğu gerçeğini örtemez. Onun için hislerin değil gerçekçi bir muhakemenin ve buna uygun adımların bir yol açacağı bir hakikattir. Fert, toplum ve devlet bazında bu unutulmuşluğa terk etmelerden sıyrılıp her gün bu konuyu günün, gündemin başköşesine koymakta fayda var ki etkili neticeler beraberinde gelebilsin. Ne paranoya düzeyinde İsrail’e birtakım güçler atfetme ne de ciddiyetsiz bir şekilde davranmadan, hafife almadan sonuca gidecek bir yol tutmak gerekir. Zulme rıza da zulümdür. Bu vebalden nasıl kurtuluruz bilmiyorum ama çok çalışmak gerektiğini biliyorum. Bunun için hakiki bir inanç ve irade lazım. Agâh ve vakur olmak, izzetli olmaya götürür. Hoşça bakın zatınıza…

QOSHE - Kasım - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kasım

14 0
19.11.2023

“Her şey alışkanlıktan ibarettir” diyor, Dostoyevski. Galiba insanın zindanı da insanın özgürlüğü de bu paradoksun içinde gizli. Bir yanı ile insanı körelten, eksilten bir boyutu var diğer yanıyla insanı harekete geçiren, aktif hale getiren bir boyutu var. Bütün bu boyutlar bir kez daha iki uçta da olmadan bir vasatı yakalamayı salıveriyor. İki günü benzer bir alışkanlık insanın zindanı olurken, bir gününü diğerinden öteye geçiren vasat özgürleştirici bir durum vadediyor. Günler birbirini kovalarken ya günlerin mezesi olmak ya da günleri birbirinden daha anlamlı kılacak bir ivme kazanmak arasında geçiyor. Hatırlamak harekete geçmek için önemli bir işarettir. Günler geldikleri gibi geçmemelidir. Bir yaşanmışlık, ifa edilmişlik ile geçmelidir ki yaşam kendini gösterebilsin. Günler geçiyor ya ezip ya da doyura doyura…

PAZARTESİ

Bir pazartesi sabahı nasıl bir yük yüklerse insana, farkında olmadan öyle bir pazartesi sabahına uyanmışım. Uzun bir zamandan beri içinde bulunduğumuz belirsizlik halini gidermek için sabah erkenden bir adım atıp evden çıktım. Aslında belirsizlikleri bitirmek hem bir yanıyla ürkütücü hem diğer bir yanıyla rahatlatıcı ama haftanın başlangıcı bir günde böylesi bir işe kalkışmak epey zor bir işmiş, günün sonunda anladım. Onun için kamu bütün önemli kararları cuma günü alıyormuş ve her şey tatile girdikten sonra açıklıyormuş. İşin ekonomik boyutu bir yana diğer bir boyutu ise sosyal olarak tepkileri de soğutmak için araya mesafe sokmak anlamına geliyormuş. Böyle uzaktan bakınca bir pazartesi gününe ne kadar çok anlam yüklenebilir ki? Elbette herkesin hayatında önemli başlangıçlar, ayrılıklar, kayıplar sevinçler ve hüzünler yüklenmiş olabilir. Hem ay olarak hem de gün olarak benim de özel hatıralarım var. Buna bir yenisini daha eklemiş oldum. Bir hafta boyunca belirsizliği noktalamış olmanın verdiği realite ile yüzleşmek hiç kolay olmadı. En ilginç yanı ise belirsizliğin bitmesini bu kadar çok istememe rağmen bunun bitişine hiç hazır olmadığım gerçeğini hazmetmek oldu. Ya da buna gayret etmek oldu. İnsan en çok belirsizlik havuzunda kendini avutuyormuş. Bu hoş bir melankoli, hastalıklı bir kararsızlık ve acıtan bir umut da içinde barındırıyormuş, öğrenmiş olduk.

Zor da olsa bir adım atmanın vermiş olduğu ferahlık günler sonra kendini hissettiriyor. Elbette ki birçok konunun ağır bastığı bir yerde insan biraz sükûnet istiyor. Biraz da olsa etrafına baktığından hayat belirtisi arıyor ama yok. Fotoğraflar düşüyor önümüze “insan” ne ise “insanlık” ne ise ondan utanır hale geldik. Bu........

© Milli Gazete


Get it on Google Play